Türkiye'nin iflasının ilk aşaması başladı

Türkiye'nin iflasının ilk aşaması başladı

Ekonomist Russell Napier ile İsviçre'nin Neue Zürcher Zeitung (Yeni Zürih Gazetesi)'nde yapılan röportajda Türkiye'nin iflasının artık bir zaman meselesi olmadığı, iflasın başladığı belirtiliyor. Napier'la yapılan röportajın çevirisini okurlarımıza sunuyoruz.

Çeviri: Özer Erdin

Neden doların değeri bu kadar arttı?

Ben zaten doların uzun bir zamandan beri neden zayıf olduğuna şaşırıyordum. Birçok uluslararası yatırımcı Avrupa kaynaklı menkul değerlerde güç kaybetti ve alımları ile birlikte avroyu kanatlandırdı. Şimdi ise küresel kredi sistemi ilk kriz için belirti verirken, Avrupa’daki mevcut dinamik azaldı. Bu aşağı eğilim özellikle muazzam miktardaki dolara endeksli kredilerin verildiği yerlerde gerçekleşti.

Bu tam olarak ne demektir?

Döviz kurları pek tahmin edilemez. Bir istisna dışında; şayet bir kredi vakası beliriyor ise sonrasında dolar güçlenir. Bunun üç nedeni vardır. Birincisi, Avrupa önceden olduğu kadar büyümeye endeksli değildir. İkincisi, yatırımcılar küresel kredi sisteminde biriken stresin kokusunu aldılar. Üçüncüsü, Kuzey Avrupa Devletleri ve Japonya ile kıyaslandığında Amerikan devlet tahvillerinin gelirleri epey çekici gelmektedir.

Kredi sistemindeki sorunların somut işaretini nerede görüyorsunuz?

Öncelikle, geçmiş yıllarda dünya çapında rekor seviyede birçok dolar borcu ortaya çıktı. Buna ilaveten pesonun döviz kurunu stabilize etme esnasında Arjantin’deki zorluklar ile uğraşıldı. İkinci olarak, yabancı para birimi kullanan birçok Türk firması borçlarını ödeyemez hale geldi. Uluslararası finans kuruluşları Türkiye’nin 400 milyar dolarlık bir borç riskinin altında olduğunu bildiriyorlar. Ayrıca aldıkları kredilerle durumlarını iyileştirememiş ve bu nedenle hükümet tarafından kurtarılmış olan çeşitli Çin firmaları da bu tabloya eklenmelidir. Avrupa’da ‘Ted Spread’ denen, yani dolara endeksli değişken faiz ödemeli yabancı sermaye neması 2007’deki seviyesine çıktı.

Bu ilerde finans pazarlarında açığa çıkabilecek bir sorunu mu işaret etmektedir?

Evet, ve Türkiye bu bağlamda son derece belirsiz olan durumu nedeniyle en çok göze çarpan ülkedir. Türkiye örneğinde söz konusu olan sadece Fransız ve İtalyan bankalarının alacakları değil, aynı zamanda uluslararası borç fonunun kendi defterlerine işlediği gerçeklerdir. Finans kurumları henüz ödeme gücüne ilişkin olan sorunlar ile karşı karşıya değiller; fakat kârlılık ve büyüme olanakları ciddi bir biçimde zedelenebilir. Burada akla gelen soru şudur; olası bir kriz durumunda Türkiye’deki üç milyon Suriyeli mülteciye ne olacaktır ve Türkiye’nin AB ile yapmış olduğu anlaşmalar bu türbülanslı süreci aşabilecek mi?

Tam olarak ne söylemek istiyorsunuz?

Tarihten edinilen tecrübeler gelişmekte olan bir ülkede yaşanan ödeme zorluklarının diğer hızlı büyüyen ülkelerin yatırım isteğini sönümlendireceğini varsaymamıza yol açmaktadır. Bu da gelişmekte olan ülkelerdeki büyüme beklentisini aşağı çekerken, bu olumsuz durumun dünya çapında belirgin hale gelmesine neden olabilmektedir.

Türkiye’nin iflas edeceğinden mi korkuyorsunuz?

Türkiye’nin iflası zaten hâlihazırda gerçekleşiyor. Size finansal yükümlülüklerini karşılayamayan birçok Türk firması sayabilirim. Örneğin Telekom Holding Otaş ve Doğuş Holding borçlarını yapılandırmak zorunda kaldılar. Yani korkulan noktaya gelinmesi artık bir zaman meselesi değil, çünkü hâlihazırda iflasın başlangıç süreci geride kaldı bile. Sonuç olarak, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın düşük faiz oranları ile ekonomik büyümeyi sağlamak için sermaye kontrolleri getirmekten kaçınmayacağını düşünüyorum. Bu de-facto iflas demektir. Bu nedenle birçok Türk firması yurtdışı borçlarını hukuksal nedenlerden ötürü ödeyemeyeceklerdir.

Bu durum yatırımcılar için ne anlama geliyor?

Özellikle Avrupalı yatırımcılar dikkatli olmalılar, çünkü zaten Avrupalı finans kuruluşları açığa çıkan sorunları omuzlamaktadırlar. Amerikan finans kuruluşları ise kıyaslanamayacak düzeyde şimdiye kadar hiç yaşanmamış olan bu tarihin en büyük gelişmekte olan ülke borçlarını kapsayabilecek güçte değillerdir. Uluslararası yatırımcılar hem yabancı hem de yerel para birimlerinde büyük ölçekli olarak gelişmekte olan ülke tahvillerini satın aldılar. Bu noktada gerek bu yatırım tarzından gerekse de gelişmekte olan ülkelerin ve Avrupalı firmaların hisselerinden kaçınılmalıdır. Şu anda kim dolar yatırımına ve Amerikan devlet tahvillerine oynarsa güvenli tarafta yer alacaktır.

Doların bundan sonraki seyri nasıl olacaktır?

Herhangi bir kredi krizinde borçlular borçlarını ödemeye çalışırlar. Dolar genel olarak uluslararası kredi bağlantılarının para birimi olduğundan böyle zamanlarda talep görür ve değeri artar. Şayet bu senaryo beni haklı çıkarırsa Yen’in potansiyel olarak zayıflama eğilimine girmesi gündeme gelebilir. Amerikan Merkez Bankası (FED) bilançosunu azaltırken, Japonya Bankası gelir eğrisini yüzde sıfırda tutmaktadır. Eğer benim doların her para birimi karşısında değer kazanacağına dair olan düşüncem doğru çıkarsa, bu bilhassa Yen için geçerli olacaktır.

Peki, Avrupa Merkez Bankası olası bir krize karşı nasıl tepki verirdi? Hâlihazırda tüm barutunu harcamadı mı?

Avrupa’da hala ne olursa olsun anlayışı geçerli. Bu anlamda sınırsız bir ateş gücüne sahip. Öte yandan Avrupa Merkez Bankası bilinen anlamıyla artık bir merkez bankası değildir. Bu durum özellikle Mario Draghi’nin yönetime gelmesinden beri böyledir. Avrupa Merkez Bankası, artık sadece Avrupa’ya olan adaptasyonun ve avronun stabilize edilmesinin bir aracı haline gelmiştir; genel para politikasının stabilize edilmesi ile ilgilenmemekte, enflasyon ve diğer ulusal ekonomik sonuçları göz ardı edilmektedir. Başka bir deyişle Draghi, geleneksel manada bir merkez bankacı olmadığını göstermiştir.

Yani Avrupa’da bir Bernankes Helikopteri mi belirecek?

Yüksek bir olasılıkla evet ve hatta aciliyet artarsa her durumda bir Bernankes Helikopteri gerekecek. Aslına bakılırsa Avrupa Merkez Bankası kurumsal sınırlara tabi bir kuruluştur; ancak şu anda bu kimliği tamamen göz ardı ediliyor. Şayet Bay Draghi helikopterden para yağdırmak istiyorsa, bunu elbette yapabilir. Şimdiye kadar hiç kimse bu kurumu böylesine zorlamamıştı.

Söyledikleriniz dehşet verici…

Söylediklerim Kuzey Avrupalılar için dehşet verici, Güney Avrupalılar için değil. Yunanistan örneğinde görüleceği üzere merkez bankası başa gelecekleri hesaplamaksızın herkesi avroda tutmak istiyor. Eğer Türkiye gelen Suriyeli mültecileri Avrupa’ya gönderecek olsaydı, Avrupa’da ortaya çıkacak bir mülteci reddiyesi ekonomik çerçevenin çok ötesine geçecekti.

Yakın gelecekte nelere dikkat edilmelidir?

Öncelikle Türkiye’de yapılacak 24 Haziran seçimleri çok önemlidir. Bu bağlamda kilit soru; Türkiye’nin döviz kurunu belli seviyede tutup, tutamayacağı ve borçlarını ödeyebileceği izlenimini verip, veremeyeceğidir. En geç bu tarihten sonra Türk Lirasının devasa bir devalüasyon görmesi kaçınılmaz olacak ve bu da Fransa ve İtalya’da küçük bir kredi krizine neden olacaktır. Ardından Avrupa Merkez Bankası bir kez daha bu ülkelerdeki bankaları stabilize edebilmek için gereken her şeyi yapmak durumunda kalacaktır.