Sosyal Psikolog Atabinen: 'Gidilecek bir başka yer var' düşüncesi aslında o kadar özgürleştirici bir şey değil
İş bulma ve gelecek kaygılarının gençler üzerinde yarattığı etkileri sosyal psikolog İdil Atabinen ile konuştuk.
Özgür Yılmaz - @ozguryilmaz344
Sosyal psikolog İdil Atabinen ile gençler üzerindeki geleceksizlik kaygısı ve gençlerin yeni sorunları üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Son dönemde genç işsizliği sayılarında ciddi bir artış görüşmekte. DİSK tarafından Mart ayında açıklanan verilere göre, genç işsizliği Aralık 2017’ye göre 5,3 puan artarak yüzde 19,2’den Aralık 2018’de yüzde 24,5’e yükselirken, kadın işsizliği Aralık 2017’ye göre 2,3 puan artarak 13,1’den 15,4 seviyesine yükseldi. Tarım dışı kadın işsizliği ise yüzde18,9’a tırmandı. Ne eğitimde ne istihdam olan gençlerin (NEET, boşta gezer) oranı ise yüzde 24,9 olarak açıklandı. TÜİK verilerine göre genç işsizlik 2019 Nisan'ında ise yüzde 26 oldu.
İş bulma ve gelecek kaygılarının gençler üzerinde yarattığı etkileri anlamak açısından bu verileri sosyal psikolog Atabinen ile konuştuk.
Öncelikle gençler üzerindeki iş bulma kaygısı ve genel olarak gelecek kaygısının gençler üzerinde yarattığı etkiler nelerdir?
Öncelikle tüm bir gençlik adına konuşmamı doğru bulmuyorum; madem Diken’de yayınlanan yazım üzerine böyle bir söyleşi daveti geldi yazımda ele aldığım belli bir kitle hakkında konuşmam daha doğru olur. Sosyal bilimlerde Gençlik Çalışmaları diye bir alt dal vardır; bu gençlik kavramının içinde belli bir yaş grubu, farklı demografik özellikler, farklı yaşantılar var. Ben bu alanda araştırmalar yapan biri değilim öncelikle, gençlik kategorisine dair hiçbir akademik araştırmam yok. Bu yazı benim için oldukça kişisel bir yazıydı çünkü gündelik gözlemlerimden ve kendime bakarak biriktirdiğim notlardan oluşuyordu. Yazımı da gençler değil, kendim gibi, genç yetişkin denilebilecek (88-90 doğumlu); orta/orta-üst gelirli eğitimli ve şehirli ailelere sahip, yeme-içme-gezme-kültürel faaliyetlere katılma gibi aktivitelerden geri kalmayan, hobileri olan, ciddi seviyede geçim derdi yaşamayan, kendilerini iyi yetiştirmiş, en az bir ileri seviye yabancı dili olan, lisans veya yüksek lisans mezunu, internet kullanımı maksimum olan, en az bir şekilde politik (okuma yapma, haberleri takip etme, protestolara katılma) çalışan/çalışmayan kişilere yönelik yazmıştım. Durum böyle olunca farklı bir resim çıkıyor bence.
İş bulma ve gelecek kaygısı eminim ki üniversitenin ilk senesinden itibaren herkesin kafasını kurcalamaya başlıyor ancak benim bahsettiğim topluluk iş seçebilme özgürlüğü olan -gerçekte o kadar özgür olmasa da daha iyi yerlere gelebileceğini, bunu hak ettiğini düşünen bir kitle. Onca eğitimi alıp kendini yetiştirip uzun süre boşta beklemek zorunda kalan ya da girdiği yerlere de ait hissedemeyen bir topluluk. Durum böyle olunca aradığını bulamama memnuniyetsizliğinin daha fazla hissedildiğini düşünüyorum.Ne hak ettiğinin bilincinde olmak ve bunu dile getirmek aslında insanî bir eylemken bunun imtiyazlı kişilerin yaptığı bir şeye dönüştüğünü söylemem yanlış olmaz. Ben bunu ihtiyaç hiyerarşisinde taban ihtiyaçların giderilebilmesinden dolayı sıranın kişinin kendini geliştirmeye yönelik ihtiyaca gelmesine bağlıyorum. Ele aldığım kitle kendini gerçekleştirmenin, kendine katkıda bulunmanın, ruhsal olarak zenginleşmenin, dünyaya ve kendine yarar bir iş yapmanın peşinde.
'YABANCILAŞMA VE DEPRESYON SÖZ KONUSU'
İş arayıp bulamayanların yaşadığı gitgide artan değersizlik hissine ve sürekli arayış halinde olmanın verdiği yorgunluğa ek olarak işinde mutlu olmayan ve kendini beyaz yakalı dünyasına ait hissedemeyen gençlerin yabancılaşma ve depresyon hali de söz konusu. Bahsettiğim kişiler,hele bir de sosyal teorilerle bezenmiş bölümlerden mezun oldularsa, bambaşka bir düşünme ve çalışma disiplinini aldıktan sonra mezun olur olmaz farklı bir dünyayla karşılaşıp demoralize oluyorlar. Kendilerini iş dünyasına adapte etmekte zorlanmaları ancak para kazanmak için fazla da seçeneklerinin olmayışı onları iki arada bir derede bırakıyor. Kendi ayakları üzerinde durabildiğini herkese ve kendine kanıtlamanın getirdiği baskı bir yanda, ait hissedebildiği bir yerde olma arzusu diğer yanda. Ya ilkinden feragat edip başarının iş odaklı olduğu bir dünyada görünmez hale geliyorlar ya da ikincisini feragat edip özellikle büyüklerinin gönlünü hoş edip hayatlarını idame ettirecek hale geliyorlar ancak yaşıtlarıyla biraraya geldiklerinde, yaptıkları işten ne kadar keyif almadıklarını ya da ne kadar anlamsız şeyler yaptıklarından dem vurup kısa süreli rahatlamalarla hayatlarını geçiriyorlar.
Gençlerin yeni sosyalleşme ortamlarının (özellikle sosyal medya) ne gibi etkileri olabilir?
Sosyal medya sayesinde kısa süreli rahatlamalar yaşayabiliyoruz çünkü yalnız olmadığımızı görüyoruz. Kaygı bozukluğu ya da depresyon gibi duygudurum rahatsızlıklarının bile 'meme'ler aracılığıyla dalgaya alındığı bir zamanda, kuşak olarak aynı tarz problemlerden muzdarip olduğumuzu görüp belki içimizi ferahlatıyoruz. Ancak bu olumlu tarafının yanında özellikle Instagram ve Youtube ile gelen çevrimiçi fenomen temsilinin herkese iyi geldiğini düşünmüyorum. Bizle aynı yaşta birçok insanın sadece başarıdan oluşuyor gibi görünen hayatlarına direkt dahil olabiliyoruz artık. Ya da 1 ay önce ortalarda yokken şimdi Youtube’da vidyosu bir günde on binlerce izlenen insanları fark ediyoruz. Bazı kişiler için dikkat dağıtıcı bir unsur bu. Sanki sen deliler gibi çabalayan tek insanmışsın ve senin dışında herkes çok kolay para kazanabiliyormuş gibi. Ancak bunun bir illüzyon olduğunu da unutmayalım. Evet, sosyal medyayabancıları kendimizle özdeşleştirmemizin önündeki engelleri kaldırdı; bu çok güzel ancak takip ettiğimiz kişilerinyaptıkları onların imkanları ve arzuları dahilinde değerlendirilmeli. Bir şeyi ekranda izlediğimizde ışıltılı olan kısmı görüyoruz ve ona ulaşmanın ekrandan izlemek kadar kolay olduğu fikri otomatik olarak geliyor. İmrenme, kendini yetersiz ve başarısız görme gibi insanı kötü hissettiren sonuçları olabiliyor bunun. Takip ettiğimiz bu fenomenlerin tatile gittikleri mekanlar, markalardan aldıkları hediyeler gibi illüzyonlara aldanmadan bizim imkanlarımızın, daha da önemlisi, gayemizin ve yolumuzun ne olduğuna odaklanmamız gerekiyor.
Son dönemde artan yurtdışına göçün nedenleri ve sonuçları neler olabilir?
Ne yazık ki Türkiye’de kalmanın gençler arasında “paçayı kurtaramamak” olarak yorumlandığı zamanlardayız. 23 Nisan’da “Gelecek hayalin ne?” diye sorulan çocuk “Almanya’da okuyup belki Alman vatandaşı olmak” diye cevap verebiliyor. ”Yurt dışı” diye taglenen bir diyarın yine bu seçme özgürlüğü olan kitle tarafından çok daha özgür, yaşaması daha kolay, hayatı idame ettirmesi basit olması gibi sebeplerden konuşmalara konu edildiğini biliyorum. Ancak bunun iş bulma kaygısından farklı bir yönelimle yapıldığını düşünüyorum. Yurt dışına gitmenin ilk amacı yurt dışında çalışmak değil orada yaşamak aslında. Yani gidenlerin aklında “buradakinden daha iyi bir işim olur” gibi bir mantıktan çok; “az kazansam da kafam daha rahat yaşarım” mantığı var. Özetle, huzur içinde yaşamak şu an herkes için tüm diğer ihtiyaçların önünde duruyor. Bu da bana şu an kendi kendimi çürüttürdü aslında. Evet, iyi eğitimli, geçim derdi olmayan, seçim özgürlüğü olan kişiler yaşamsal, güvenlik, aidiyet ve saygınlık ihtiyaçlarını kendi hayatlarında karşılıyor gibi görünebilir ancak ülkede en ufak bir güvenlik eksikliği veya kısıtlanmışlık hissiyatı olduğunda aslında kendini gerçekleştirmeye dair o tepedeki basamağaatlayamıyorlar. Bunu yapabilecekleri başka ortamlara göç etmeyi planlamaya başlıyorlar.
Yurt dışı konusunda başka bir yerin vatandaşı olmak ve vatandaşı olmak için çalışmak gibi bir denklem var özetle. Ancak akademi için konuşmam gerekirse yurt dışında bilgi üretiminin daha engelsiz ve özgür şekilde yapıldığını bu yüzden akademisyenlik yolundaki kişilerin çalışmak ve üretmek için özellikle Avrupa’yı tercih ettiğini biliyorum.Tabii bunu KHK ile işinden atılıp kendi alanında para kazanmaya devam edebilmek için son çare olarak yurtdışına göçmek zorunda kalankişiler için söylemiyorum; eminim ki üretimlerine ve yaşamlarına kendi ülkelerinde devam etmek isterlerdi.
'GİDİLECEK BAŞKA BİR YER VAR DÜŞÜNCESİ ÖZGÜRLEŞTİRİCİ DEĞİL'
Bu göçün sonuçları çok büyük ölçekli bir tartışma konusu. Ben şu kadarını söyleyebilirim, “gidilecek bir başka yer var” diye düşünebilme özgürlüğü aslında o kadar özgürleştirici bir şey değil. Gençlerin zaten fazlasıyla çelişkili hayatlarına bir de bunun eklenmesi bence hiç iyi olmadı. Çünkü tıpkı sosyal medya örneğinde olduğu gibi bu sefer de gitmeyi seçenler “gidebilenler” olarak imrenmeyle karışık bakılanlar haline geldi. Geride kalanlar sanki yenilmiş gibi… Bu da bir diğer illüzyon bence. Umarım terk-i diyar etmenin bir seçenek ya da başarı olarak konuşulmadığı zamanlarımız olacak.
Son olarak yine son dönemde yükselişe geçen genç işsizliğin ve artan işçi intiharlarının bağlantısı var mıdır?
İntihar gerçek bir yoksunluğun ve ruhsal bir kayboluşun en son noktasıdır. Destek ve başa çıkma yolları azsa, üstüne geçim derdi de eklendiğinde sorunuzdaki tablo gerçekleşebiliyor. Benim gözlemlediğim genç kitlede kendine zarar verme şekilleri özsaygı ve özgüven eksikliği, depresyon ve kaygı bozukluğu olarak kendini gösteriyor.
[ih2]
'KARİYERİZME VE BAŞARIYA VERİLEN ÖNEMİN TEHLİKESİNİN ALTINI ÇİZMEK GEREKİYOR'
Bu noktada işsizlik kadar kariyerizme ve başarıya verilen önemin tehlikesinin altını çizmek gerekiyor. İnsanın severek yaptığı ve onu yeşertecek bir iş için azmetmesi ile sadece para kazanmak ve terfi etmek için hırslanması arasında çok fark var. Gençler aileleri ve çevreleri tarafından iş odaklı başarılara yöneltiliyor ve değerlerinin bu oranda ölçüldüğü mesajını alıyorlar. Emeğinin karşılığını alamadığı ve yaptığı işi aldığı eğitime yakıştıramadığı için istifa eden bir genç, ailesi tarafından yargılanabiliyor. Gençler özellikle ailelerinin desteğine çok ihtiyaç duyuyorlar bu noktada. Ebeveynlerin hayata hazırlanan gençleri desteklemesi, onların hayallerini dikkate alması, başkalarıyla karşılaştırma yapmadan biriciklermişçesine onlarla iletişim kurması gerekiyor.
Aslında “sistemde bir sorun var, bende değil” demeye yatkın bir kitle var ancak her şey gibi yetiştirme tarzı ve ruh sağlığı diskuru da neoliberalizm tarafından ele geçirildiğinden bu gençler sessiz kalıp problemin kişisel olduğuna ikna ediliyorlar. Ve zehir gibi gençler sistemin beklentileri altında kendilerini değersizleştirip aslında bozuk ya da insanlık dışı olan şeylere ses çıkaramayacak hale geliyorlar. Sistemin parçası da olamıyorlar dışarda da kalamıyorlar.
Jacques Rancière Paris’teki “Sarı Yelekliler” den bahsederken* bu insanların yaşam koşullarının “bir yandan onları isyana iterken, bir yandan da isyan etmemelerine sebep” olabileceğini öne sürer ve “söz konusu koşullarda yaşayan insanların (isyan için) ne zamanı ne enerjisi olması beklenir çünkü” diye ekler. Benim önerim de seçme özgürlüğü olan, imtiyazlı, hayatını geçim derdi belirlemeyen, “enerjisi ve zamanı olan” kişilerin kendilerini değersiz hissetmek yerine tam tersi çıkıntılıkyapıp kör gözlere parmak sokmaları yönünde. Değişimi getiren şeylerden biri de bu olacak.
*https://yeryuzununlanetlileri.org/sari-yelekliler-hakkinda/