Sıradanlaşan kötülük

Sıradanlaşan kötülük

Kötülük salt insan doğası ile açıklanamaz. Bireylerin önce çevrelerini daha sonra toplumu ve dünyayı anlamlandırma süreçlerine girebilmeleri, onları nesne oldukları kadar özne de yapar. Eğer bireyler ontolojik ve epistemolojik gelişim süreçlerini yaşayamazlarsa iktidarlar tarafından biçimlendirilmeye ve yontulmaya başlarlar. Bu da kötülüğün sıradanlaşmasını, politika alanında ortaya çıkmasını sağlar. 

Birtan Altan

Tekirdağ’ın Çorlu ilçesinde AKP’nin kamu kaynaklarını yağmalaması ve kamusal kurumları işlevsizleştirmesi ile meydana gelen tren kazasında onlarca yurttaş öldü, yüzlercesi yaralandı. Hukuk mücadelesi tıkanmış, toplumun “güvenilir unsurları” akademisyenlerin hazırladığı bilirkişi raporu, aklama raporu haline getirilmiş, aylardır tren faciası ile ilgili atılmış olan tek bir somut adım yok, sorumlular gizleniyor, facianın üstü örtülmeye çalışılıyor. Tren faciasında oğlunu kaybeden bir anne artık bu tepkisizliğe dayanamıyor ve her gün sesini sosyal medyadan duyurmaya çalışıyor.

Sosyal medyadan yaptığı paylaşımlara gelen kimi yorumlar ise insanı oldukça şaşırtan, üzen ve etkileyen cinsten oluyor. Oğlunu kaybetmiş bir annenin siyasi gösteri yaptığını söyleyenler, tren kazasının hükümeti yıpratmak için yapıldığını iddia edenler, anneyi vatan hainliği ile suçlayanlar ve alabildiğine yıpratıcı kötülük örnekleri…

İzmir’de, İZBAN işçilerinin 10 Aralık’tan bu yana devam ettirdikleri ve dün cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile 60 günlük süre boyunca ertelenen grevleri ile ilgili sosyalistler dışındaki tüm siyasilerden akıl almaz yorumlar duyduk. AKP zaten 17 senelik siyasi pratiğinde toplamda 200.000 işçiyi ilgilendiren grevleri erteleyerek işçi düşmanı yaklaşımını ortaya sermişti.

Fakat İZBAN grevinde bu sefer hak ettikleri çalışma standardına ulaşmak için grev yapan işçilerin karşısına sendikacı kimliği ile bilinen CHP milletvekili Kani Beko ve yine CHP’li belediyenin dikildiğini gördük. Yine muhalif kimliği ile bilinen İzmir halkının önemlice bölümü de grevci işçilerin karşısına dikildiler ve aşağılayıcı, küçük düşürücü yüzlerce kötülük örnekleri gördük, duyduk…

Bize göre kötülük; ancak toplumsal ilişkiler, iktidar müdahaleleri ve siyasi süreçler ile birlikte düşünüldüğünde anlamlandırılabilir. Başka türlü halkın karşısında seçim zamanlarında “iyilik meleği” kesilen CHP’li siyasetçilerin ilgili örnekteki kötülüğünü, ya da kendisin de ailesi olan bir babanın evladını kaybeden bir anneye yaptığı kötülüğü nasıl açıklayabiliriz?

Acaba çoğu zaman her birimizin solcu, demokrat kimlikleri ile kanıksamış olduğumuz politik figürlerin ve ilişki ağlarının kamusal tartışma, eylem ve mücadeleler olmasa kötü yüzlerini ve kimliklerini görebilir miydik? Örneğin Aziz Kocaoğlu ve Kani Beko gibi “demokrat” isimlerin işçi düşmanı kötü tutumları, İZBAN işçileri greve çıkmasaydı ve haklı taleplerini haykırmasaydı açıkça ifşa olabilir miydi? Sanmıyoruz. Tarihin kimi dönemlerinde işçilerin, emekçilerin müdahalesi ile bu türlü kötülükleri görmemek imkansız hale gelir. 

Sivas’ta aydınları diri diri yakan yobazlık, emekçi bir gazeteciyi, gencecik bir üniversite öğrencisini döverek öldüren polislik, Alevi oldukları için çocuklar da dahil onlarca insanı öldüren ülkücülük yukarıda örneklerini verdiğimiz kötülükler ile birlikte yorumlanabilir mi? Sanıyoruz iddialı olacak fakat cevabımız evet. 

Yakın dönem tarihte peşi sıra izlediğimiz toplu katliamlar ve polislerin işlediği politik cinayetler birer dehşet dönemleri olarak hafızamızda kalıcı olmuş durumdalar. Peki, radikal kötülük olarak da adlandırılan bu kötülükler ile ilk iki paragrafta örneklerle açıkladığımız iki sıradanlaşan kötülük örneği arasında nasıl bir bağ kuruyoruz? 

Kötülük salt insan doğası ile açıklanamaz. Bireylerin önce çevrelerini daha sonra toplumu ve dünyayı anlamlandırma süreçlerine girebilmeleri, onları nesne oldukları kadar özne de yapar. Eğer bireyler ontolojik ve epistemolojik gelişim süreçlerini yaşayamazlarsa iktidarlar tarafından biçimlendirilmeye ve yontulmaya başlarlar. Bu da kötülüğün sıradanlaşmasını, politika alanında ortaya çıkmasını sağlar. 

AKP’nin 17 yıllık siyasi pratiğinde faşizmin kurumsallaşması bağlamında kat ettiği en önemli mesafe sendikaları, meslek örgütlerini, gazeteleri, medyayı, kültür ve sanatı teslim alması, aydınların topluma seslenme kanallarını tamamen yok etmesidir. Saray rejimi toplumun tartışma, eleştiri ve fikir edinme kanallarını ortadan kaldırarak bireyi seyirci konumuna geçirmiş ve rejimin kabul ettiğini kabul eder, reddettiğini ise reddeden bir nesne haline çevirmiştir.

Saray rejiminin yaratmış olduğu birey, Maraş Katliamı sanığı, daha sonra MÇP listelerinden milletvekili seçilen Ökkeş Şendiller’den farklı mıdır? Ökkeş Şendiller, bir belgeselde katliamı anlatırken “diğer insanlar gibi ben de onların koştuğu yere koştum” diyor ve fikirsiz biri olarak kitleye eşlik ettiğini itiraf ediyor. Sıradanlaşan kötülüğe iyi bir örnek olan ülkücü Şendiller, aslında kendisini olayların dışında tutmaya çalışırken, nasıl da “normal” bir şekilde kötülüğün parçası olduğunu itiraf ediyor. Sıradanlaşan kötülüğün (fikirsizleşen bireyin) nasıl da canice işlenen bir katliamın parçası olduğunu bu örnekte görüyoruz. 

CHP’li Kani Beko da tüm değer yargılarını ve fikirlerini bir kenara iterek İZBAN işçilerinin grevi ile ilgili şöyle söylüyor: “Grevin asıl sebebi yerel seçimler öncesi İzmir’de ulaşımı felç etmektir.” Kani Beko, Saray rejiminin yaratmış olduğu sıradan bireye farklı bir açıdan iyi bir örnek oluyor. İZBAN işçilerinin yaptığı eylem ile tüm bağını yitirmiş olan Beko, Saray Rejimi’nin oluşturmuş olduğu makinada sadece bir dişli olarak var olabiliyor. Tıpkı oğlunu Saray Rejimi’nin kamusal kaynakları tasfiye etmesi ve ulaşımı özelleştirmesi ile yaşanan tren faciasında kaybeden anneye, çocuğu olan bir babanın “vatan hainliği” yaftası yapıştırması gibi. O baba da rejimin kafesinin içine hapsolmuş ve rejimin ürettiği argümanlardan başka türlü düşünme kabiliyetini yitirmiş.

Tıpkı iyiyi ve kötüyü topluma yaklaşımından, bireylerle kurduğu bağdan değil de rejimin yarattığı tarikatlardan, sarayda oturan reisin ağzından çıkan laflardan öğrenen ve bir çocuğu tekmeleriyle öldürmenin kötülük olamayacağını düşünen polis gibi. Sıradanlaşan kötülük, rejimin ve sarayın reisinin istekleriyle yaygınlaşıyor. 

Sıradanlaşan, politik alana devşirilen kötülüğün mimarı olan ve her geçen gün faşist yönelimini açığa çıkaran Saray Rejimi’ne karşı mücadelemiz baki elbet, fakat rejimin oluşturduğu yörüngede tüm fikirlerini kaybeden ve sıradanlaşan kötülüğe mahkum kalan “demokrat” siyasetçilere de bir sözümüz olacaktı tabi.

Bize göre iyilik ya da kötülük politik alanın konusudur. Ve kötülük, hareketsiz dönemlerde gizli kalmayı başarsa bile tarihin kimi momentlerinde kendisini fırtınalı bir şekilde açığa vurur: Kimi zaman bir grup işçinin direnişiyle kimi zamansa evladını kaybeden bir annenin haykırışıyla...

DAHA FAZLA