Sıradan kahramanların destanı…

Sıradan kahramanların destanı…

Savaş kitabı denince özellikle de konu 2. Dünya Savaşı olunca okuyucuda ister istemez kahramanlık anlatısı beklentisi oluşur. Hemen başında söylemek gerekir ki kitap; bir Sovyet romanından beklediğiniz pek çok klişeden azade bir eser. Yani kahramanlık hikayeleri toplamından oluşmuyor. Savaşan gencecik insanların duyduğu korkuyu, öfkeyi ve kararlılığı hissederek sayfaları çeviriyorsunuz. Anlatıcı size muhteşem insanların, olağanüstü başarılarını anlatmıyor. Basit insanların, mükemmel bir savaş makinesini durduracak şekilde nasıl hazırlandığını ve nasıl organize olduğunu anlatıyor.

Kızılordu’nun Alman savaş makinesini nasıl durduğuyla ilgili bu zaman kadar türlü senaryolar yazıldı. Kimi bu zaferi Normandiya’ya bağladı, kimi kış şartlarının Alman ordusunda yarattığı olumsuz etkilere...

Yordam Kitap’ın yeniden okuyucuyla buluşturduğu biyografik roman olan Moskova Önlerinde ise içerden bir bilgiyi bizimle paylaşıyor. Kitabın yazarı Aleksandr Aleksandronoviç Bek, Moskova savunma savaşlarının hemen öncesinde yapılan son cephe savaşı olan Volokolamsk Şosesi savaşlarının en önemli kahramanlarından, komutan Bourdcan Momuşili ile yaptığı röportajı edebi bir titizlikle bize aktarıyor.  Momuşili’nin anılarına dayanan bu kitap pek çok otorite tarafından en gerçekçi savaş romanı olarak değerlendiriliyor. Biyografik savaş romanları, olayların anlatıcısının merkezinde olduğu kitaplar olması dolayısıyla çeşitli riskler barındırır. Konuyu tam olarak okuyucuya aktaramama, yanlış bilgi verme ve edebi zayıflıktan ötürü çok tercih edilmese de Bek, bu tercihi yaparak ne kadar doğru bir iş yaptığını kitabın kapaklarını kapattığınızda size kanıtlıyor.

Anlatıcının sert, askeri mizacına; dinleyicinin araştırmacı ve edebi kişiliği eklenince ortaya Moskova Önlerinde gibi güzel bir eser çıkıyor.

Savaş kitabı denince özellikle de konu 2. Dünya savaşı olunca okuyucuda ister istemez kahramanlık anlatısı beklentisi oluşur.  Hemen başında söylemek gerekir ki kitap; bir Sovyet romanından beklediğiniz pek çok klişeden azade bir eser. Yani kahramanlık hikayeleri toplamından oluşmuyor. Savaşan gencecik insanların duyduğu korkuyu, öfkeyi ve kararlılığı hissederek sayfaları çeviriyorsunuz. Anlatıcı size muhteşem insanların, olağanüstü başarılarını anlatmıyor. Basit insanların, mükemmel bir savaş makinesini durduracak şekilde nasıl hazırlandığını ve nasıl organize olduğunu anlatıyor.

Romanda, savaşın yalnızca bir inanç işi olmadığını da görüyoruz. Savaşa psikolojik olarak nasıl hazırlanırsanız hazırlanın, sahada tecrübesizseniz, iyi bir komutanınız yoksa ve askeri stratejiden yoksun, refleksif tepkilerle bir savunma hattı ördüyseniz; hattınız aşılmaya, ordunuz yenilmeye ülkeniz işgale mahkumdur. Sovyetler’i zafere götüren ve Barbarossa harekatını başarısızlığa uğratan da işte bu eksik parçaların, savaşın bir aşamasından itibaren tamamlanmasıdır. General Panfilov’un dehasını, Momuşili’ni sarsılmaz irade ve disiplinini okudukça savaşın neden Sovyetler lehine döndüğünü, Kızılordu’nun nasıl olup da Berlin kapılarına dayandığını daha iyi anlayacaksınız.

Volokolamsk Savaşları, Moskova savunma savaşlarının hemen öncesinde yaşanan son cephe savaşı olma özelliğini taşıyor. Momuşili’nin komutasındaki askerler ise en kritik hattı tutuyor. Romanın birinci ağızdan anlatıcısının böyle bir konumda olmasını yazar bir avantaja çeviriyor. Hemen her detayı soruyor ve tereddütsüz net cevaplar alıyor. Korkan askerlerin nasıl tekrar sınandığını, kaçan askerlerin nasıl cezalandırıldığını anlatırken en ufak bir gizleme ihtiyacı duymuyor Momuşili. Çünkü onun dediğine göre “Savaşın kendi kuralları vardır. Bu kurallara uyarsanız onurlu bir zafer ya da ölüm sizi bekler. Uymazsanız ikisinin de onursuzu sizin için bir kader olur.

Peki ordu, sadece korkutmak ya da cezalandırmak mıdır? Savaşı kazanmanızı sağlayacak binlerce genç insanı, sadece korkutarak ve sindirerek zafere ulaştırabilir misiniz?

Momuşili, asıl önemli olanın askeri anlamak ve ihtiyacı olanı vermek olduğunu söylüyor. General Panfilov’un dehasını bu nedenle övüyor. Düşmanla karşılaşmadan önce düşman daha korkutucudur. Oysa göğüs göğüse savaşın ardından, düşmanın o kadar da korkulacak bir şey olmadığını anlar asker. Sorun, bunu anlama sürenizdir. Panfilov bu sorunu çözmek için sürekli olarak sızma görevleri, sabotajlar ve karşı saldırılar düzenliyor. Tüm bunlar sırasında Kızılordu askerleri, dünyayı dize getiren Almanlar’ın aslında onlar gibi insan olduğunu anlıyor. Saldıranla savunan arasındaki psikolojik durum dengelenince, savaşın kaderini askeri hamleler belirliyor. Burada da General Panfilov’un askeri hamleleri devreye giriyor ve askerlere ihtiyaçları olan şeyi, zaferi işaret ediyor. Roman, basit insanların destanını anlattığı için klişelerden uzak. Roman, basit insanları kahramanlaştırdığı için farklı. Ölümün soğukluğunu ve savaşın şiddetini sadece cümlelerle bizlere yaşattığı için birçok savaş romanlarından farklı.

Romanın gerçek hikaye ve kişilere dayanmasının yarattığı sadelikle, sonunda ortaya çıkan zaferin ve eserin ihtişamı; savaş romanlarının bir kısmının neden başarısız ve yapay olduğunu bize göstermesi açısından da önemli. Emekli bir askerin düz bir anlatımı ve Aeksandr. A. Bek’in muhteşem kurgusu ortaya bu güzel romanı çıkarmış. Belki de abartının olmamasında, Momuşili’nin daha röportajın başında Bek’e yaptığı tehdidin de payı vardır. Momuşili, Bek’e; hikayede en ufak bir abartı olursa kılıcıyla elini keseceğini söylüyor. Bunu söylerken yine o donuk ve ciddi ifade yüzüne hakim olduğu için Bek, şaka mı gerçek mi olduğunu anlayamıyor. Fakat röportajın ilerleyen bölümlerinde nasıl bir insanla muhatap olduğunu görünce, kitapta gerçeğin dışına çıkmadığı için kendini şanslı hissediyor.

Moskova Önlerinde, size 24 milyon vatandaşını savaşta kaybeden bir ülkenin askerlerinin, hangi psikolojiyle Hitler’in canavarını durdurduğunu, durdururken nasıl bedeller ödediğini anlatıyor.


KÜNYE: Moskova Önlerinde, Aleksandr Aleksandronoviç Bek, Çeviri: Naime Yılmaer , Yordam Edebiyat, 2018, 608 sayfa

DAHA FAZLA