Marksist birikim ve Türkiye solu
Türkiye’de devrimci teori ile devrimci pratiği birleştiren ve marksist kurama önemli katkılarda bulunan nadir insanlardan olan Metin Çulhaoğlu’nu 16 Ağustos 2022 tarihinde sonsuzluğa uğurlamıştık. Çulhaoğlu’nun “Binyıl Eşiğinde Marksizm ve Türkiye Solu” kitabı, marksist yöntem ve marksizmdeki netameli konular ile Türkiye solunun marksizmle ilişkisi hakkında berrak ve ufuk açıcı tartışmaları önümüze seriyor. Doğruda durma felsefesi şiarını bizlere miras bıraktığı için saygı ve minnettarlıkla…
Ufuk Akkuş
Çulhaoğlu, “Bin Yıl Eşiğinde Marksizm ve Türkiye Solu” kitabının girişinde bu kitabı yazma amacının bir borç ödeme olduğunu belirtir. Borçlardan birincisi, “marksist ekol” yaratmak isteği, ikincisi ise, “özgül bağlamlı devrim kuramı” geliştirmektir. Çulhaoğlu’nun deyimiyle, Marksist ekol yaratmakla anlatılmak istenen Türkiye’de düşüncenin gelişip canlanmasının ancak marksizmin yeniden canlandırılmasıyla, değişik alanlara uzanan bir üretimin ekseni olma konumuna gelmesiyle mümkün olacağıdır. Özgül bağlamlı devrim kuramı ile anlatılmak istenen ise; bir devrim kuramının inşasında ülke ya da yerellik neresiyse oraya çok özel, derinlikli ve yaratıcı göndermeler yapılmadığında, oranın koşullarından özel olarak beslenilmediği sürece teorisizm (kuramsalcılık) tehlikesinin kaçınılmaz olmasıdır.
Kitap üç ana izlekten oluşuyor. İlk olarak Türkiye aydını ve solunun hal-i pür melali, İkincisi, marksizmin devlet, sermaye, siyaset, ideolojiye bakışı ile marksizmin sorunlu alanlarının ortaya koyulması ve üçüncüsü ise Türkiye solunun marksizmle ilişkilenme biçimleri.
Lenin’in “Ne Yapmalı” da işaret ettiği dışarıdan bilinç götürme konusunu bu denli vurgulamasında Rus aydınında belirginleşen aracılık sendromunun payı olduğunu belirten Çulhaoğlu’na göre Rus aydını taşıyıcı genel paradigması ile entelektüel yetenekleri arasında verimli bir senteze ulaşabilmiştir. Türkiye aydını ise; taşıyıcılığın militanı olduğu zaman entelektüel yeteneklerin kendine katabileceklerini hiç görmemiş hatta reddetmiştir. Entelektüel olma standartlarına yaklaştığı zaman ise paradigmasını daraltmıştır. Çulhaoğlu, Türkiye’de görece çaplı entelektüellerden daha genel belirlenimli olanların barış, demokrasi ve insan haklarına, özel belirlenimli olanların da eğitim, sağlık gibi sınırlı alanlara gömülmelerinde entelektüel-entelijansiya diyalektiğinin verimli işleyememesinin payı olduğunu öne sürer. Entelektüel birikim, entelijansiyayı kurama taşımak için; entelijansiya konumu ise aydını içinde boğulmayacağı bir birikimle buluşturmak için gereklidir. Bu diyalektik ilişki kurulmadığı takdirde entelektüel, siyasi pratiği ve bağlanmayı küçümseyecek, militan ise bilgiyi, bilimi ve kuramı hor görecektir. Birikimli bir marksist, bir olgunun birbirine karşıt iki yanını, birini ya da ötekini silmeden birlikte kurgulayabilen marksisttir. Aydının ve militanın kurama yönelmesini sağlayan özel dürtü ve girdilerin başında tarih bilgisi gelir. Kurama ve dolayısıyla marksizme yönelik ilgiyi daha kaynakta kurutan başlıca etmen tarihsizliktir. Bir yanda ülkenin genel siyasal ve ideolojik dinamiklerine diğer yandan sol hareketin geçmişine ilişkin bilgilenme, en başta genelleme yapmaya, tarihsel dönemler arasında benzerlik ya da ayrılık bulmaya yönelteceği için kuramsal alana bir giriş kapısı olabilir.
Marksizmde sorunlu alan kabul edilen ve halen tartışılan nesnellik insan etkinliği, bütünlük ve dolayım, altyapı-üstyapı (Çulhaoğlu’nun tercih ettiği kullanımla temel-üstyapı), pozitivizm-indirgemecilik ile marksist yöntemin kullanımı gibi tartışmalı konularda son derece ufuk açıcı ve geliştirici bir tartışma yürütülüyor kitapta. Çulhaoğlu, marksizmi az çok bilen herkesin diyalektiğin marksist çözümleme yöntemi olduğunu bilmesine ve hatta diyalektik yasaları saymasına karşın güncel durum değerlendirmelerinde siyasal çözümlemelerde diyalektik yönteme başvurulmamasını eleştiriyor ve bunun sebebinin sosyalist hareketin karşı tarafça aşırı sıkıştırılmasına bağlıyor. Ona göre; çok özel uğraklar dışında sosyalist hareket hep bir savunma ve soluk alma arayışı içinde olmuştur. Böyle bir sıkışma da harekete basit mantıksal çıkarsamaları ve pragmatist çözümleri dayatmıştır. Marksist yönteme ilişkin sorun alanları ise belirleme kavramı, soyut-somut ilişkilenmesi, süreklilik-kopuş diyalektiği ve senkronik (eş zamanlı) çözümleme ile diyakronik (ardışık) çözümleme kavramları üzerinden tartışılıyor.
Bütün bu teorik çözümlemelerin siyaseten bir karşılığı olması gerektiğini savunan Çulhaoğlu, Marx’ın pratiğe, özneye verdiği başat önemi Marx’ın metinlerinden örneklerle ortaya koyuyor. Çulhaoğlu’na göre; toplumdaki karşıtlıkları etkin bağlantısı ve iç ilişkileriyle çelişkili süreç olarak kavramak yeterli değildir. Karşıtlıkları çelişki olarak kavrayanların bu karşıtlıkları çıplak biçimde değil, özel olarak geliştirilmiş ideolojik siyasi kurgular içinde özel eklemlenmeleriyle topluma yeniden yansıtmaları gerekir. Marx’ın yönteminin en önemli özelliklerinden biri somut karşıtlıkların ancak belirli bir soyutlama ve kuramsallaştırma sonucunda çelişki olarak kavranabileceklerini öngörmesidir. Buna karşılık kuramsal düzeyde ifade edilebilen karşıtlıklar da ancak pratikte, insan etkinliği ile çözümlenebilmektedir. Çulhaoğlu, Marx’tan şu örneği verir: “Mülksüzlük ile mülkiyet karşıtlığı emek ve sermaye karşıtlığı olarak kavranmadığı sürece öylesine bir karşıtlık olarak kalır. Bu durumda bu karşıtlık henüz etkin bağlantısıyla, iç ilişkisiyle bir çelişki olarak kavranmamıştır. Karşıtlıkların çelişki olarak kavranabilmesi soyutlamayı da içeren kuramsal bir inşa sürecini gerektirir.”
İdeolojinin Marx’ın eserlerindeki ikili kullanımı ve marksizmdeki ideoloji tartışmalarına dikkat çeken Çulhaoğlu, günümüzde dünyada ve Türkiye’deki ideolojik koşullanmalar konularındaki süreci uçunma (sublimasyon), yabancılaşma, şeyleşme ve söylem analizi kavramlarıyla açıklıyor. Bu bağlamda söylem analizi yapanlar, postmarksistler, ve postmodernistlerle hesaplaşıyor. Tüm toplumsal görüngülerin kodlar ve kurallarla göstergesel biçimde yapılmış olduğunu, dolayısıyla anlamlandırma ve anlam pratiklerinin dilsel çözümleme aracılığı ile kavranabileceğini öne süren söylem kuramı toplumsallığı ve tarihselliği dışlama özelliğinin yanı sıra sembolik biçimlerin üretilip benimsendikleri gündelik süreçleri hiç gözetmeden analiz etmesi bakımından eleştiriliyor. Postmarksizmin önemli temsilcilerinden Laclau ve Mouffe, söylemsel bağlam dışında nesnelerin sadece varlığa sahip olduğu, oluşa sahip olmadığını öne sürerler. Çulhaoğlu, marksizmde nesnelerin, söylemsel bağlam dışında hem varlığa hem de oluşa sahip olduğunu söyler ve Postmarksistlerin marksistlere yönelik en kaba çarpıtmalarının marksist belirlemenin mutlaklık taşıdığı şeklindeki yorumları olduğunu öne sürer. Marksizmde belirleme, maddi temelden kalkıp tek tek her olguya birebir uzanan bir mutlaklık taşımaz. Belirleme, belirlenenin alabileceği biçimlerin, olası hareket alanının ve değişimin sınırlarını çizen bir ilişkidir. Postmarksizm, ayrıca üretim süreci içindeki konumlanıştan kaynaklanan bir nesnel çıkar olabileceğini açıkça reddeder. Çıkarları yaratanın bile belli söylemler olduğunu iddia eder. Çulhaoğlu’nun saptamasıyla, eğer böyle ise işçilerin özelleştirmelere ve kimi ücret politikalarına karşı gösterdikleri tepkiyi söylem kuramına bağlamamız gerekiyor. Ancak ortada belirleyici çıkarlar yoksa özelleştirme karşıtı söylemin neden orta sınıfları, bürokrasiyi, ya da köylüleri değil de işçileri, harekete geçirdiğini anlamak güçleşiyor.
Batı marksizminin öncüleri arasında sayabileceğimiz Lukacs, Gramsci ve Althusser için kitabında ayrı bir bölüm ayıran Çulhaoğlu, söz konusu Marksistlerin Marx’ın sisteminde kalan boşlukların ve kimi belirsizliklerinin üzerine kendi bütüncü sistemleri ile yürüdüklerini belirtmiştir. Bu yazarlara ayrı bir bölüm açmasını;; Marx ve Engels’in geriye bıraktıklarının tarihsel deneyime ve sınıf mücadelelerine herhangi bir göndermede bulunmaksızın salt kuramsal çabalarla yeniden düzenlenmiş bir üst sistemde konsolide edilmesinin gereksiz olduğu şeklinde açıklıyor. Bu üç marksistin marksist yönteme ve marksizmin sorun alanlarına bakışı ile Türkiye solu üzerindeki etkilerini de etraflıca analiz ediyor.
Türkiye sosyalist hareketine önemli bir teorik miras bırakan Metin Çulhaoğlu’nun yapıtlarının okunması ve tartışılması Marksist bakışın ve pratiğin geliştirilmesinde önemli bir pusula işlevi görecektir. Çulhaoğlu’nun, baskısı tükenen “Doğruda Durma Felsefesi” kitabının yeni baskısının yapılması, çeşitli basın organlarında yazdığı yazıların, sempozyum, panel gibi etkinliklerde sunduğu tebliğ ve sunumların derli toplu biçimde yayımlanmasıysa Çulhaoğlu’na ödememiz gereken borç olarak sırtımızda duruyor.
Metin Çulhaoğlu, Bin Yıl Eşiğinde Marksizm ve Türkiye Solu, Sarmal Yayınevi, Birinci Basım, Eylül 1997, 311 sayfa.