Madenler, gerçekler
Ülkemizde bulunan yeraltı kaynakları Anadolu coğrafyasının ayrılmaz birer parçası ve coğrafyanın kader olduğu bu bölgede Türkiye’nin çok boyutlu ve uzun soluklu bir biçimde uygulamaya koyacağı politikalar ülkemizin geleceğinin şekillenmesinde ve uluslararası alandaki konumunun belirlenmesinde önemli rol oynayacak.
Mehmet Torun
Bilim ve sanat insanları, bilgileri ve birikimleriyle eserler üretir. Örneğin ressam resim, heykeltıraş heykel yaparken müzisyen müzik besteler, icra eder. Mimarlar ve inşaat mühendisleri yapılar, binalar tasarlar, inşa ederler. Madencinin eseri ise uygarlıktır. Bazı ülkelerde madenciliğe "maden sanatı" denilir. Madencilik, insanlık tarihinde çağlar açmış, çağlar kapatmış. Tarih öncesi çağlara bakıldığında yontma taş devri, cilalı taş devri, bakır devri, tunç devri, demir devri madenciliğin yarattığı uygarlıkların birer basamakları. İnsanlık için bu kadar önemli olan madenlere, ortak müştereklere kapitalizmin acımasız koşullarında birileri tarafından el konulmuş. Ticari bir meta olarak görülen madenler sadece kazanç kapısı olarak görülmüş. Hukuksuz şekilde el konulan bu madenlerde mülksüzleştirilmiş yüz binler köle olarak çalıştırılmış, artı değerleri de gasp edilmiş. İspanyolların, Amerika kıtasındaki altın ve gümüş madenlerini nasıl talan ettikleri, Endülüs uygarlığının zenginlik kaynağının bu madenlerden oluştuğu bilinmekte. Daha sonra yine Avrupalıların Afrika kıtasındaki doğal kaynakları sömürmek için yaptıkları zulümler tarihin arşivlerinde kayıtlı. Değişen tarihsel koşullara göre bazen altın ve gümüş, bazen kömür ve demir bazen de krom, bakır gibi madenler öne çıkmış ancak talan ve sömürü hız kesmeden devam etmiş.
Klasik sömürgecilik dönemlerinde, sömürgeciler askeri güç kullanıp hedef ülkeyi işgal etmişler. Genellikle sömürdükleri bölgelerin kaynaklarına, iş gücüne, pazarlarına el koyup aynı zamanda sömürgeleri altındaki halkın sosyo-kültürel ve tüm değerlerine karşı baskı uygulamış. “…Sömürgelerin ’sözde’ bağımsızlığına kavuşması, bu durumu bir nebze olsun değiştirmedi. Değiştirmedi, çünkü sömürgeler bağımsızlıklarına kavuştuklarında, kendilerini eşitsiz bir biçimde entegre olmuş bir dünya sisteminin içinde buldular. Fiktif siyasal bağımsızlıkları bir yana, önlerinde sıkı ekonomik bağlarla bağlı oldukları, “gelişmiş” (kapitalist) dünyadan başka bir model yoktu; pek azının yöneldiği sosyalizm ise bir “kalkınma modeli”nin ötesine geçmiyordu. Bağımsızlıklarını kazanır kazanmaz Batı Avrupa tipi ulus-devletler olarak örgütlendiler. Sömürgeci ilişkilerin uluslarını mahkûm ettiği sefaletten kurtulabilmelerinin yegâne yolu, üretken kapasitelerini arttırmak, yani “ulusal” sanayilerini geliştirmek olarak gözüküyordu. Ama bunun için kapitalist dünyanın finansmanına ve teknolojisine ihtiyaçları vardı. Kendi doğal kaynaklarını kendi “kalkınmaları”na açmak ise, çevreye ilişkin duyarlıkların gözardı edilmesini gerektiriyordu. “Kalkınma” çabalarında yabancı sermayeye olan ihtiyaçları, bir başka deyişle, sömürgeciliğin yerini alan emperyalizme bağımlılıkları, “kalkınma”nın yönünü, biçimini, hızını emperyalist güçler tayin ettiği ölçüde, durumu daha da vahimleştiriyordu – sömürgecilerin doğrudan el koydukları kaynaklar, emperyalist devletlerin firmalarına “kiralanıyordu” artık. Elde edilenlerin büyük bölümünün genellikle yolsuzluğa belenmiş bir yerel elitin cebine gitmesi de cabası…
Üstelik emperyalist güçlerin yeni bağımsızlığına kavuşmuş Üçüncü Dünya üzerindeki siyasal, ekonomik, finansal kontrolü sürdürme çabası ve bu konuda sürdüregeldikleri rekabet, “gelişmekte olan” ülkelerin savaşlardan ve vekâlet savaşlarından başlarını alamamaları anlamına geliyordu – ormanların yakılması, kimyasal silahlar, suyun, toprağın zehirlenmesi, göçler, bir başka ekolojik felaketler dizisi için bir başka tetikleyici. Böylece sömürge boyunduruğundan kurtularak “bağımsızlıkları”nı kazanan Üçüncü Dünya ülkeleri, merkantil kapitalizmin başından bu yana dünyanın içinde debelendiği sarmalın içine yuvarlanmaktan kendilerini kurtaramadılar.” (Sibel Özbudun)
Günümüzde sömürünün şekli değişti, açık işgal fazla kalmadı fakat sömürü, yerli işbirlikçiler vasıtasıyla daha katmerli ve hassas bir şekilde yürütülmekte. Bu sayede olası tepkiler azaltılırken talan görünmez kılınarak sürdürülmekte.
“…Kapitalizm her krize girdiğinde, her tökezlediğinde, ortak müştereklere saldırı derinleşiyor... Doğa yağma ve talanının insan havsalasını zorlayacak boyutlara ulaşması, kapitalizmin “yeni değer”, “fazla değer”, “artı-değer” yaratmakta zorlanmasındandır.. Şimdilik bu saçmalığı ‘büyüme’, ‘ kalkınma’ adına meşrulaştırıp dayatabiliyorlar… Yeraltı zenginliklerini çıkarmak öncelikli kabul edilince yer üstü zenginlikler önemsiz sayılır oldu. Ormanlık alanlar, yaylalar, meralar, aktif tarım yapılan topraklar, vadiler, koylar; madencilik, enerji, turizm, sanayi tesisi, konut, otoyol inşaatı için şirketlere tahsis edildi.” (Fikret Başkaya)
Gelişen makine ve üretim teknolojileri sonucu devasa hafriyatlar ve üretimler yapılırken doğa geri döndürülemez şekilde bozulmakta ve yaşam alanları yok edilmekte. Bunların sonucunda iklim krizi ve salgın hastalıklar insanlığı tehdit eder hale geldi.
Kapitalist sistem, her şeyin daha çok tüketilmesi doğrultusunda ihtiyaç plânlaması yapar ve oluşturulan talep sonucunda üretim yaparak daha çok kâr etmek ister. Bugünlerde yeni ihtiyaçlar, yeni teknolojilerde gerekli olan mineraller için çalışmalar hızlanmakta. Bunların başında Nadir Toprak Elementleri (NTE) gelmekte. NTE, yüksek sıcaklığa, aşınmaya, korozyona karşı dirençli ileri teknolojik malzeme üretiminde çok farklı sektörlerde kullanılmaları nedeniyle stratejik elementler olarak değerlendirilmekte.
Enerji kaynakları kadar dikkat çekici olmasa da, yakıt dışı mineral hammaddelere yönelik olarak dünya genelinde güçlü bir mücadele söz konusu. Küresel ölçekte hammadde arz sürekliliğinin ve güvenliğinin sağlanması hususu giderek önem kazanmakta. Hammaddeler konusunda büyük oranda dışa bağımlı gelişmiş ülkelerin konuya ilişkin yaklaşımları oldukça detaylı ve uzun vadeli. Teknolojik gelişimin sağlanabilmesi ve ülkeler arası rekabet gücünün artırılması amacıyla katma değeri yüksek yeni teknolojilerin geliştirilmesi gerekmekte. NTE’ler bu anlamda oldukça önem kazanmakta. Nadir toprak elementleri yer kabuğunda bulunan ve birçok modern teknoloji için yaşamsal önemde olan bir dizi element. Yerkabuğunda “nadir toprak elementleri” çoğu elementten daha fazla bulunmakta. 17. yüzyılda oksit bileşikleri şeklinde bulunduklarında gruplandırılamamış, oksitlerinin metale indirgenmesi çok zor olduğu ve doğada benzeri olaya sık rastlanmadığından bu elementler “nadir toprak elementleri” olarak isimlendirilmiş. Yoksa yerkabuğunda çoğu elementten daha fazla bulunmakta. Ancak buradaki önemli nokta bu elementler doğada başka elementlerle birlikte bulunmakta ve bunların ayrıştırılması gerekmekte. Temel sorunda burada başlamakta. Bu üretim zinciri oldukça meşakkatli ve de üstelik çevresel etkileri çok fazla. Çoğunlukla toryum, uranyum gibi radyoaktif elementlerle birlikte bulunuyorlar. Bu elementlerin ayrıştırılması ve kazanılması ise maliyetli.
NTE, elektrikli-elektronik cihazlar, şarj edilebilir piller, modern tıp cihazları, katalitik dönüştürücüler, motorlar, cam ve seramik sanayi, petrol rafinerisi, güneş panelleri, mıknatıslar, renkli televizyon, yakıt hücreleri ve flüoresan lambaların üretimi gibi ileri teknolojik pek çok cihaz ve ekipmanın üretiminde yaygın bir şekilde kullanılmakta. Nadir toprak elementi alaşımları, yüksek sıcaklıklarda korozyon direncini arttırmaları ve oksitlenmeyi önleyici özelliklerinden dolayı metalürjide de yaygın olarak kullanılmakta. NTE üretimi zenginleştirilmesi, zenginleştirilmiş konsantrelerin kullanım amacına uygun hale getirilmesi bilgi, teknoloji, deneyim ve en önemlisi de uzmanlık gerektirmekte. Bu özelliklerin tamamı da bugün itibariyle Çin’de toplanmış durumda. Bu nedenle NTE içeren bir rezervin bulunması kadar bu rezervi işletebilecek bilgilere ve teknolojiye de sahip olunması gerekmekte. Bu kadar yaygın kullanılan ve öneminin önümüzdeki yıllarda daha da artması beklenen bu elementlerde ise Çin'in bariz bir üstünlüğü bulunmakta. Bu elementlerin çıkarılmasındaki payı yüzde 70, iken üretimindeki payı yüzde 94’ü buluyor. Deng Xiapoing’in 1992’de söylediği bir söz manidar, “Ortadoğu’nun petrolü varsa, bizimde nadir toprak elementlerimiz var.”
Çin bu ekonomik gücünü politik bir silah olarak kullanmaktan hiç çekinmedi. ABD'nin ticaret savaşlarını tırmandırmaya devam etmesi durumunda daha önce çok dile getirilmeyen bazı emtia türlerinin koz olarak kullanılabileceğini ifade etti: Nadir toprak elementleriydi bahse konu maden. Çin Komünist Partisi'nin resmi yayın organı olan 'Halkın Günlüğü' gazetesi nadir toprak elementlerinin ticaret savaşında ABD'ye karşı bir koz olarak kullanılabileceğinin sinyalini vermiş ve "ABD, Çin'i hafife almasın" demişti. ABD Ticaret Bakanlığı ise yayımladığı bir raporda ABD içindeki nadir toprak elementi üretiminin artırılması ve dışa bağımlılığın azaltılması için acil tedbirler alınması gerektiğini vurguladı ve "Rusya'nın ya da Çin'in nadir toprak elementi ihracını durdurması ekonomi üzerinde ciddi bir şok etkisi yaratabilir" uyarısını yaptı.
2010 yılında Çin balıkçı teknesi ve Japon devriye gemisinin çarpışması iki ülke arasında diplomatik bir krize yol açtı. Çin ise nadir toprak elementleri silahını çekti ve ihracatı kısıtladı. O dönem nadir toprak elementlerinin fiyatı bu belirsizlikle birlikte % 500 arttı. ABD ve AB ülkeleri, bu tekelden oldukça rahatsızlar. Çünkü ABD li şirketler bu kısıtlamalardan oldukça fazla etkilenmekte. ABD'nin en büyük savunma sanayi firmaları üretim süreçlerinde nadir toprak elementlerini yoğun miktarda kullanmakta. Patriot füzelerinin imalatında ve F-35 gibi savaş uçaklarında, füze güdüm sistemlerinin ve sensörlerinin üretiminde NTE’ye ihtiyaç duyulmakta. Dünyanın en büyük şirketlerinden Apple ise bu elementleri iPhoneların kameralarında ve hoparlörlerinde kullanmakta. Çin'in NTE alanındaki ticari ve politik kısıtlamaları ve kullanım alanlarının önemi nedeniyle NTE, ABD Enerji Bakanlığı (DOE) ve Avrupa Komisyonu (European Commision) tarafından stratejik ham maddeler kategorisine alındı. Tedarik zincirindeki riskleri azaltmak amacıyla yeni arayışlara gidildi.
İşte bu noktada yakın gelecekte ülkemiz NTE rezervlerinin gündeme gelmesi kaçınılmaz görünmekte. Türkiye’nin mevcut potansiyeli göz önüne alındığında, kapsamlı bir strateji ve çok yönlü bir çalışma ile stratejik madenler konusunda toplum yararına uygun bir politikanın uygulanması gerekmekte. Ülkemizde bulunan yeraltı kaynakları Anadolu coğrafyasının ayrılmaz birer parçası ve coğrafyanın kader olduğu bu bölgede Türkiye’nin çok boyutlu ve uzun soluklu bir biçimde uygulamaya koyacağı politikalar ülkemizin geleceğinin şekillenmesinde ve uluslararası alandaki konumunun belirlenmesinde önemli rol oynayacak. Önceki yüzyılı nasıl ki demir-çelik ve petrole dayalı teknolojiler belirlemişse bu yüzyılı bor, lityum, toryum ve Nadir Toprak Elementlerine dayalı teknolojiler belirleyecek gibi gözükmekte.
Önümüzdeki 20-30 yıl sonunda NTE talebi dünyadaki teknolojik gelişmelere, ülkelerin geliştirdikleri stratejiler ve dünyadaki dengelere bağlı olacaktır. Bu arada ülkemizin rezervlerinin işletilmesi de çok yakın gelecekte gündeme gelecektir. Ülke olarak bu konuda hazırlıklı olunması, bu kaynaklarımızın ülkemiz çıkarları doğrultusunda değerlendirilmesi için bir strateji oluşturması gerekmektedir.
Yukarıdaki tespitler doğrultusunda ülkemizin karar vericileri ve karar oluşturucularının yakın gelecekte daha çok önem kazanacak olan bor, lityum, toryum ve Nadir Toprak Elementleri üretimi ve bunlara bağlı teknolojilerin geliştirilmesi hususunda hassasiyet göstermesinin yanı sıra halkımızın da bu değerlere sahip çıkması gerekmekte. Aksi halde madenlerimiz “yeni sömürgecilerin” av sahası ve açık hedefi olmaya devam edecek.