İran'da halk eylemleri: Emperyalist plan mı, devrimci eylem mi?

İran'da halk eylemleri: Emperyalist plan mı, devrimci eylem mi?

"Toplumsal mücadeleleri doğru anlayabilmemiz için, birkaç noktaya birden bakmamız gerekir: Hareketin sınıf karakteri, talepleri, siyasi iktidarın niteliği, iç ve dış politik konjonktür vb. Bu faktörlerin tamamı bir bileşke oluşturur ve hareketin yönünü tayin eder. Hareketin yönü, tek bir faktörün yönüne indirgenemez."

Erdoğan Gün

Gözlerinizi kapatın ve bir an için düşünün... AKP bir torba yasayla kıdem tazminatını tamamen kaldırıyor. Hatta fonlarda biriken tüm paranın savaş bütçesi olarak hazineye aktarılacağı söyleniyor...

Sonrasında Türkiye'nin çeşitli kentlerinde eylemler başlıyor. Aynı Gezi döneminde olduğu gibi eylemlere laiklik hassasiyeti olanlar, çevreciler, kadınlar, işçiler, Kürtler de katılıyor...

CHP lideri Kılıçdaroğlu “Suriyelilere o kadar para harcadınız, işçilerin parasına niye göz dikiyorsunuz” diyor.

Meral Akşener “Memlekette açlık, işsizlik varken Kudüs'le ilgilendiniz, NATOya kafa tuttunuz” diyor. Fethullahçılar “Biz de mağduruz” diyor, yurt dışındakileri ABD ve AB’nin tavır alması için zorluyor.

Türkiye böyle bir hareketlilik yaşarken, çıksa başka ülkedeki bir "Ortadoğu uzmanı" ve şu analizi yapsa: "Erdoğan son dönemde Ruslarla yakınlaştı, S400 füzelerini satın aldı. ABD ve Batı bunu kendisine tehdit olarak algıladı. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri de düşmanca açıklamalar yapmıştı. Bu protestoların arkasında Türkiye'nin bölgede oynadığı rolden rahatsız olan güçler vardır."

(Buna benzer açıklamalar Gezi-Haziran günlerinde, solcu sandığımız kimi analistlerden de gelmişti.)

İşte, İran'da bir eylem görüp Twitter'da analiz yağdıranlar aynı yukarıdaki çok da hayali olmayan "analist"in yaptığını yapıyor...

Açık söyleyelim, bu işi yapanlar, devrimciliklerini yitirmedilerse, mesleki deformasyon yaşıyorlar. Ve kural olarak devrimci mücadele, akademisyenlik ve gazetecilik ile ontolojik ayrımlar içeriyor.

Bir genelleme olarak, bir toplumsal hareketlilik, hele ki İran'da olduğu gibi kendiliğinden bir hareketlilik bir gücün parasal desteğiyle motive olmaz. 

Toplumsal mücadeleleri doğru anlayabilmemiz için, birkaç noktaya birden bakmamız gerekir: Hareketin sınıf karakteri, talepleri, siyasi iktidarın niteliği, iç ve dış politik konjonktür vb. Bu faktörlerin tamamı bir bileşke oluşturur ve hareketin yönünü tayin eder. Hareketin yönü, tek bir faktörün yönüne indirgenemez. Örneğin Venezuela’da “Petrol sanayisi işçileri iktidara kafa tutuyor, bizim de onların yanında yer almamız gerekir derseniz" bu tek yönlü bir bakış açısı olur ve yanılırsınız. Zira işçileri sosyalist hükümete karşı harekete geçirmeye çalışan bir "karşı-devrimci el" söz konusu olabilir. Aynı yöntem tersinden İran için de geçerli olmalıdır; "Vay bunlar ABD'ye kafa tuttu, o halde rejim karşıtları Amerikancıdır" derseniz hayata yalnızca uluslar ekseninden bakıyorsunuz, adıyla sanıyla ulusalcısınız ve sınıf perspektifini kaybetmişsiniz demektir.

Her şeyden önce biraz sakin olmalısınız... İslamcı karşı-devrimden bu yana İran ilk kez bir eylem dalgası yaşamıyor. Bu ülke Katar ya da Bahreyn değil örneğin… Sınıf mücadeleleri deneyimi, politik birikimi, gelişkin sanayisi, kültürel ve etnik zenginliği olan koca bir ülkeden bahsediyoruz. 

İkincisi İran son iki yılda ruhani lider Hamaney'in dahi, toplumsal sonuçlar yaratabilir şeklinde uyarılarda bulunduğu ekonomik bir darboğaz yaşıyor. Ve bu dalga tam da böyle ekonomik bir gündemle patlak verdi.

Üçüncüsü, ülke katı İslami anlayış yıkılacak mı korunacak mı kavgasını yaşıyor. Bu gerilim son seçimlere de damga vurdu, mollalarla Cumhurbaşkanı Ruhani arasındaki muktedirler arası siyasete de yansıdı. Ve bu çatışmanın arkasında on yıllara dayanan ilerici birikimin izleri de var.

Başka neler var...

Evet İran rejimi şu an ABD-İsrail-Suudi Arabistan ekseninin öncelikli hedefi durumunda. ABD’de Donald Trump iktidara gelir gelmez, İran’la yapılan nükleer anlaşmanın iptal edilmesi gerektiğini söyledi.

S.Arabistan’ın fiili lideri, manyakça hırsları bakımından Trump’ı aratmayan Veliaht Prens Muhammed bin Selman Yemen’de Husilerin kendilerine İran menşeili füzeler attığını iddia ediyor. Ülke ekonomisini petrol bağımlılığından kurtarma hedefini açıklayan bin Selman, 200’e yakın üst düzey prens ve iş adamını yolsuzluk gerekçesiyle Ritz Carlton’da rehin almış durumda. Bu isimlerle haraç anlaşmaları yapmaya çalışıyor ve şu ana kadar 10 milyar dolar civarında bir anlaşma yaptığı söyleniyor. Aynı bin Selman Lübnan’da Hariri’yi Riyad’a getirip istifa ettirmeye çalıştı, Katar’da iktidarda olan el Sani hanedanını böldü. Mısır’da Abdülfettah Sisi iktidarıyla yakın ilişkiler içerisinde, Birleşik Arap Emirlikleri’yle ortak İslam Ordusu konusunda daha bu ay önemli mesafe kat ettiler.

Bir başka manyak da İsrail’de var. Yolsuzluk yaptığı (tabii Türkiye’dekinin yüzde birine filan tekabül ediyor) ayan beyan ortada olan ve iç politikada bunun sancısını yaşayan Binyamin Netanyahu, Suriye’de ordunun İran ve Hizbullah güçleriyle birlikte Golan tepelerine ilerleyişinden bir hayli rahatsız. Her gün, Hizbullah’ı ve İran’ı tehdit eden açıklamalar geliyor İsrail’den…

Bu arada geçerken söyleyelim… İsrail-ABD ortaklığının Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etme adımını bu kadar rahat atabilmesinde S.Arabistan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn’i yanlarına almalarının ve Türkiye ile bu dörtlünün Suriye gibi Filistin davasının en önemli destekçilerinden olan bir ülkeyi parçalamış olmalarının büyük etkisi var. Bakmayın Erdoğan’ın efelenmelerine, Suriye’de AKP’nin yaptıkları en başta Filistin davasına ihanet etmek anlamına geliyordu, sonuçları şimdi daha net anlaşılıyor.

Bu kısa parantezi kapatalım ve tekrar İran’a dönelim.

Şu ana kadar yaşananlara bakarsak, birinci gündem ekonomik temelli. Uluslararası yaptırımların da etkisiyle yüksek enflasyon ve işsizliğe bağlı yoksullaşmanın yanı sıra bankacılık sektörünün kırılgan yapısı ciddi bir tepkiye neden oldu. Eylemler başlamadan sadece birkaç gün önce Hamaney bu konuda hükümeti uyarmıştı. Özellikle ekonomik gündem nedeniyle, şu anda yaşananların mollalarla görece ılımlı Ruhani yönetiminin bir hesaplaşması olduğu iddia ediliyor. Zira protestolar İslami rejime bağlılığıyla bilinen Meşhed’de başladı.

Eylemlere damga vuran bir diğer önemli gündem, İslami rejimin katı kurallarına karşı özgürlük talebi… Daha geçen hafta, on yıllara dayanan bu talebin bir sonucu olarak Tahran’da başı açık gezen kadınların bundan böyle gözaltına alınmayacakları açıklanmıştı. 

Nüfusunun yüzde 16’sı Azerilerden, yüzde 7’si Kürtlerden, yüzde 2’si ise Araplardan oluşan İran’ın uluslararası yönlendirmeye kapı açabilecek bir zemini olduğunu da söylemek mümkün. Kimi gösterilerde Veliaht prense methiyeler düzülmesi, “Kudüs’ü, Lübnan’ı, Hizbullah’ı bırak İran’a bak” şeklinde sloganlar atılması tesadüf değil. Hatta geçen hafta İran’ın yasama organı olan İslami Şura Meclisi’nde geçen Kudüs’ü Filistin’in başkenti olarak tanıma kararına 15 ret, 9 da çekimser oy geldiğini hatırlatalım. 80 milyonluk ülke Kudüs kararında dahi yek vücut olabilmiş değil. Ancak tarih bize, İran’ın Sünni Arap ve Amerikan hegemonyasını çok kolay kabul edecek bir yapıya sahip olmadığını gösteriyor.

Bu kısa yazıyı bitirme vakti geldi…

Bölgemiz yeni yıla İran’daki toplumsal hareketlilikle giriyor. Metin Çulhaoğlu’nun ifadesiyle, “kendinde emperyalizm” çağında, bu tür hareketliliklerin tam bir kurmaca olduğunu söylemek mümkün değil. Elbette emperyalizmin halkların, emekçilerin mücadelesini düşman saydığı bir ülkeye karşı kontrol altına alma, olmuyorsa manipüle etme çabasını gözden kaçıramayız. İranlı emekçilerin emperyalist tehdidi küçümsememesi gerekiyor. Ancak şimdiden peşin bir hükümde bulunup, süreci ABD'nin yönlendirdiğini söyleyecek verilerin tam olarak oluşmadığını da bilmek gerekiyor. Yapılması gereken, İran sokaklarında ilerici, emekçi karakterde ve bağımsızlık yanlısı bir kolun öne çıkmasını istemek, o kolu aramak, o kola destek vermek. İran’ın ilerici halkının mollalardan kurtulup kendini bin Selman’a teslim etmeyecek bir iradesi olduğuna güveniyoruz, güvenmek istiyoruz.