İnsanlığın umudu ve karanlığı: Mars Yıllıkları

İnsanlığın umudu ve karanlığı: Mars Yıllıkları

Hikâyenin özgünlüğü bir yana, dilin ustaca kullanımıyla da Bradbury bizlere bilimkurgunun iyi edebiyat olabileceğini göstermiştir. Bilimkurgunun ilk parladığı yıllarda eser ortaya koyan yazarın felsefe, sosyoloji, psikoloji gibi sosyal bilimlerden yararlanması kitabı okumaktan alınan lezzeti üst noktaya taşıyor.

Rojda Bakan

Fantastik ve bilimkurgu türündeki eserlerin edebiyat örneği olup olmadığı konusunda birçok tartışma yürütülmüş/yürütülüyor olsa da ortaya koyulan eserler ve katkılar fantastik ve bilimkurgu türünün bir edebiyat türü olduğunu gösterir nitelikte. Öte yandan kimilerinin dediğinin aksine bir kaçış edebiyatı değildir; okuyucusunu düşündürür, merak uyandırır ve farklı bir bakış açısı kazandırır.

Bilimsel verilerin bilimkurgunun üretkenliğine zemin oluşturduğu kadar, bilimkurgu da geçmişte yaşanmış veya gelecekte yaşanabilecek bilimsel ve teknolojik gelişmelere, toplumsal olaylara dair öngörüler sunmuştur. Bu yönüyle birbirlerinin birikiminden faydalanmış, biri diğerinin görüş alanını genişletmiştir. Birçok sanatçının hayal gücüyle eserlerine yansıttığı gelecek tasviri bilim insanlarına ilham olmuştur. Isaac Asimov’un sözleriyle ifade etmek gerekirse, “Bugünün bilimkurgusu, yarının gerçekliğidir.”

Fantastik, bilimkurgu ve korku edebiyatının yirminci yüzyıldaki ustası olarak anılan Ray Bradbury’nin Mars Yıllıkları eseri, İthaki Yayınları etiketiyle okurlarıyla buluştu. Atom savaşlarının gölgesinde yaşadıkları sorunlarla mücadele eden insanların Dünya’yı terk edebilmek için Mars’ta koloni kurma çabasını anlatan kitapta, insanlığı sorgulamamıza vesile olabilecek birçok anlatı mevcut. 2030 yılında Mars’a yapılan ilk sefer ile başlayıp Mars’ta son insanların kaldığı zamana kadar anlatılan 27 yıllık süreç, eserin adında geçtiği gibi yıllıklar şeklinde birbirleriyle bağlantılı öykülerle bizlere aktarılıyor.

İlk olarak 1940’lı yıllarda çeşitli bilimkurgu dergilerinde bölümler halinde yayımlanan ve 1950’de kitap olarak basılan Mars Yıllıkları, Ray Bradbury’nin çağının çok ilerisinde bir dâhi olduğunu gösteriyor. Kitapta yapılan felsefi tartışmalar, Mars’a yapılan yolculuk ve kızıl gezegende bir kolonizasyon fikri merak uyandırıcı. Hikâyenin özgünlüğü bir yana, dilin ustaca kullanımıyla da Bradbury bizlere bilimkurgunun iyi edebiyat olabileceğini göstermiştir. Bilimkurgunun ilk parladığı yıllarda eser ortaya koyan yazarın felsefe, sosyoloji, psikoloji gibi sosyal bilimlerden yararlanması kitabı okumaktan alınan lezzeti üst noktaya taşıyor.

Marslılar zihin okuyabilen, şekil değiştiren, oldukça gelişmiş yetenekleri olan canlılardır. Mars’a düzenlenen ilk keşif seferlerinde mürettebatın başına sürekli bir şeyler gelir, akıbetleri belirsizdir. Marslı kadın Ylla’nın ekibin yakışıklı kaptanı Nathaniel York’u rüyasında görmesiyle ilk keşif seferini okumaya başlıyoruz. İlk ekiple bağlantı kuramayan Dünyalılar, başarısız olduklarını düşünerek ikinci bir ekip gönderir. Dünyalı olduklarına bir türlü inanmayan Marslıların ikinci ekibi tımarhaneye kapatmasının ardından yeni bir ekip yola çıkar.

Üçüncü ekibin gelişiyle yaşamı ve sevdiklerimizi kaybetmeyi sorguluyoruz. Dünyalılardan rahatsızlık duyan Marslılar, epey aşina olduğumuz bir savunma mekanizması olarak “düşmanın” sevdiklerini kullanmayı seçiyor. Marslılar, telepati ve hipnoz yeteneğiyle yaşamını yitiren sevdiklerini astronotların karşısına çıkararak insanın belki de en zayıf yönünü ortaya çıkarıyor. Sevdikleriyle buluşmanın duygusal yüküyle savunmasız bırakılan astronotların akıbeti ise aşikâr.

Bu kitapta en etkileyici tartışmaların yapıldığı bölümlerden biri, dördüncü ekibin kızıl gezegene iniş yaptığı Ve Ay Hâlâ Işıldıyordu isimli öyküdür denilebilir. Mars’a ayak bastıkları andan itibaren Mars’ta yaşayan medeniyetlere meraklı olan Jeff Spender’ın Kaptan Wilder ile diyalogları hayranlık uyandırıyor. Kaptanın, Mars’ın da Dünya gibi berbat edileceğinden endişe eden Spender’a “Mars’ı mahvetmeyeceğiz” demesi üzerine Spender, “Biz Dünyalılar büyük ve güzel şeyleri yıkmak konusunda hünerliyizdir” diyerek cevap verir. Bradbury bu diyalogla değerli bir tartışma başlatıyor esasında. Spender karakteriyle, insanlığın bencilliğini, savaş olgusunu ve Amerikalıların yaşam biçimini tartışmaya açarak okurları eleştirel düşünmeye sevk ediyor.

“Sanatı yaşamla harmanlamasını biliyorlardı. Bu ikisi Amerikalılar için hep ayrı şeyler olmuştur. Sanat deli dolu oğlanın üst kattaki odasına sakladığın şeydi. Sanat dozlar halinde pazar günleri, belki biraz dinle karışık aldığın şeydir. Sıradan Amerikalı için yabancı olan hiçbir şey iyi değildir. Eğer Chicago malı değilse her şey saçmalıktır. Ve sonra -savaş. Eğer her şey yolunda giderse, Mars’ta üç atomik araştırma merkezi ve atom bombası depoları kurmayı düşünüyorlar. Bu, Mars’ın işi bitmiş, tüm bu harika şeylerin sonu gelmiş demektir. O iğrenç atom bombalarını buraya yığıp, savaş için üs kurma mücadelesi yapacaklar. Bir gezegeni mahvettikleri yetmiyormuş gibi, bir başkasını da mahvetmek, başkasının otlağını da kirletmek zorundalar mı?“

Spender’ın bu çıkışı üzerine Kaptan Wilder’ın tüm bu olanları sorgulama süreci başlar.

“Kendini gerçekten akıllı hissetmediğin ve akıllı olmayı istemediğin zamanlarda, akıllı olmaktan nefret ediyorum, diye düşündü kaptan. Ben daha kendimin kim olduğundan emin değilken bu doğruyu yaptığım düşüncesinden iğreniyorum. Kimiz biz aslında? Çoğunluk mu? Yanıt bu mu? Çoğunluk daima kutsaldır değil mi? Daima, daima. Kısacık, önemsiz bir an için bile haksız değildir, öyle mi? On milyon yılda bile bir kez olsun yanılmaz mı? Düşündü: Nedir bu çoğunluk ve kimlerden oluşur? Ne düşünür nasıl böyle olmuştur ve hiç değişir mi ve ben nasıl oldu da bu ahlâksız çoğunluğa dâhil oldum? Kendimi rahat hissetmiyorum. Bu klostrofobi mi, kalabalık korkusu mu, yoksa sağduyu mu? Tüm bir dünya kendini haklı görürken, aslında tek bir adamın haklı olması mümkün mü?”

Ateş Balonları isimli öyküde, Mars’taki inanç biçimlerini araştırmak amacıyla gelen iki rahibin gezegene kendi inançlarını yayma konusunda yaptıkları tartışmalara yer veriliyor. Göğün Ortasındaki Yol öyküsü, yazıldığı 1940’lı yıllar göz önüne alındığında epeyce önem arz ediyor. Bradbury, siyahilere yönelik ırkçılığın devam ettiği yıllarda, özgür bir yaşam kurmak için Mars’a gitmeye çalışan siyahilere karşı tahammülsüz ve kıskanç davranan insanları anlatarak ırkçılığı eleştiriyor.

“Neden şimdi gidiyorlar, aklım almıyor. Her şey de iyiye gidiyordu. Yani her geçen gün daha fazla hak elde ediyorlardı demek istiyorum. Ne istiyorlar o zaman? İşte kelle vergisi kaldırıldı ve gittikçe daha fazla eyalet yargısız infazı önleyen ve eşit haklar sağlayan kanun hazırlıyor. Daha ne istiyorlar? Neredeyse bir beyaz kadar para kazanabiliyorlar, ama def olup gidiyorlar.”

Usher II öyküsü, Fahrenheit 451 romanının öncülü niteliği taşıması açısından mühim. Öykünün kahramanı Mr. Stendahl, Mars’ta Edgar Allan Poe anısına, tam da onun romanlarındaki gri havayı hissettiren bir coğrafyada Usher Malikânesi’ni inşa ettirir. Kitapların yakıldığı, hayal gücünün yasak ve dolayısıyla tehlikeli olduğu Dünya’dan Ahlâk İşleri Müfettişi Mr. Garrett denetlemeye gelecektir. Gotik, bilimkurgu ve polisiyenin bir araya getirildiği bu öykü diğer öyküler arasında muhtemelen en sevilenler arasında yer alacaktır.

Ray Bradbury 2012 yılında yaşamını yitirdiğinde New York Times onun için “Modern bilimkurguyu edebiyatın ana akımına çekmekten en çok sorumlu olan yazar” demişti. Okurlara geniş bir perspektif sunan Mars Yıllıkları da sosyolojik, psikolojik birçok okuması yapılabilecek önemli bir eserdir.

KÜNYE: Mars Yıllıkları, Ray Bradbury, Çevirmen: Barış E. Alkım, İthaki Yayınları, 2018, 310 Sayfa.

Kaynaklar:

Konuk Yazar, Bilimkurgu Kulübü, “Bilimkurgunun edebi değeri” Son güncelleme 2 Kasım, 2018. http://www.bilimkurgukulubu.com/edebiyat/bilimkurgunun-edebi-degeri/

Canberk İleri, Bilimkurgu Kulübü, “İnsanın iç yolculuğu: Mars Yıllıkları” Son güncelleme 2 Kasım, 2018. http://www.bilimkurgukulubu.com/edebiyat/insanin-ic-yolculugu-mars-yilliklari/

DAHA FAZLA