İliç, komisyona havale
Bu ülkenin kaynaklarına sahip çıkmadığımız sürece bu acılar, yıkımlar sürecek.
Mehmet Torun
13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan-İliç’te; ABD-Kanadalı şirket Anagold ve yerli ortağı Çalık Holding’e ait altın işletmesinde siyanürlü yığının kayması sonucu meydana gelen faciada 9 işçi yaşamını yitirdi. Büyük bir alan zehirli kimyasallarla kirlendi.
Facia sonrasında, “benzer olayların tekrar yaşanmaması için alınması gerekli önlemleri belirlemek ve gerekli yasal düzenlemelerin yapılmasını sağlamak için” tüm partilerin ortak kararıyla TBMM Araştırma Komisyonu kuruldu. Komisyonda; 10 AKP’li, 5 CHP’li, 2 DEM Partili, 2 MHP’li, 2 İYİ Partili ve bir Saadet Partili üye bulunmakta.
Ülkemizde bir işi komisyona havale etmek, o işi sürüncemede bırakmak ve sonucunu geciktirmek anlamında kullanılmakta. Bugüne kadar yaşananlar bunu doğruluyor ne yazık ki. Temel sorunların tartışılıp buna uygun önlemlerin alınmadığı, günü kurtaracak tedbirlerin öne çıktığı bir çalışma anlayışı alışkanlık haline gelmiş. Bu kez TBMM’deki siyasi partilerin temsilcileri, konunun tüm taraflarının görüşlerini de dikkate alarak hem yasal hem de idari kararları ve tedbirleri aldırmak durumunda. Ülkenin buna şiddetle ihtiyacı var.
Komisyon çalışmalarında ilgili Bakanlık temsilcileri dinlenmekte, faciayla ilgili sorular sorulmakta. Bakanlık yetkililerinin verdikleri yanıtlar, yaşanan olayın vahametini ve sistemde ciddi bir boşluğu göstermekte. Hiçbir bakanlık sorumluluk üstlenmezken, herkes suçu başkasına atmakta.
Enerji Bakanlığı, “Liç bizi ilgilendirmez” derken hem şirket hem de Çevre-Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı sorumlu ve suçlu onlara göre. Çevre-Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı yetkilileri sık sık “Liç sahasından biz sorumlu değiliz,” mesajını vermekte. Liç prosesi yani liç süreci Çevre-Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın uzmanlık alanı değilmiş, onlarla hiç ilgisi yokmuş. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı heyeti ise “Biz liç sahası çalışmayız” diyor ve şirketin ağır kusurlarını tek tek sıralıyor. Yani, liç sahasını denetlemezlermiş. Kısaca, üç bakanlık topu birbirine atıp olayla “ilgimiz yok” demekte. Gerçekten öyle mi?
İliç’teki işletme, bir maden işletmesi. Şirket; Maden Kanunu’na göre işletme ruhsatı ve işletme izni alıp, yaptığı işletme projesini Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na onaylatmak ve projeye uygun çalışmak zorunda. Bakanlık, projenin denetimini periyodik olarak sahaya giderek yapar. Projeye aykırı bir durum varsa faaliyeti durdurma yetkisi vardır.
Çevre-Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, söz konusu işletmenin hazırlattığı Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu’nu (ÇED) inceleyip onaylayan mercidir. Bu rapor doğrultusunda işletmenin çevreye zarar verip vermediğini saha denetimi ve gerekli ölçümleri yaparak inceler. Olumsuz bir durumda yasanın verdiği yetkiyi kullanır, çevre izin ve lisans belgesini iptal eder. Ayrıca işletmelerin kapasite artış taleplerine uygunluk çerçevesinde onay verir ya da vermez.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, ülkedeki tüm işyerlerini İş Kanunu ve İş Güvenliği Yasası hükümlerine göre denetler. Yasalara ve yönetmeliklere aykırı çalışma tespit edildiğinde işi durdurma ve işyerlerini kapatma yetkisi vardır.
Facianın yaşandığı işletme, İş Sağlığı ve Güvenliğine İlişkin Tehlike Sınıfları Listesi Tebliği’ne göre “çok tehlikeli işler” sınıfına girmekte. Bunun anlamı, her türlü riskin en üst seviyede olduğu ve buna uygun önlemlerin alınıp sıklıkla denetlenmesi gerektiğidir. Oysa, İliç’te böyle yapılmamış, her şey şirketin insafına terkedilmiş. Bakanlıkların komisyondaki açıklamaları bunu göstermekte. Şirket ise, gerekli önlemleri aldığını ama facianın engellenemediğini söylemekte. Facia, 3-5 çalışanın kusuruymuş gibi gösterilip fatura günah keçisi ilan edilenlere kesilecek gibi görünüyor.
Bu arada akan ve cevher içeren malzeme başka alana taşınmakta. Taşınan alanın çevresel etkiler açısından ne kadar uygun olup olmadığı ayrı bir tartışma konusu. Taşınan malzemenin içinde 20 tona yakın altın olduğu söylenmekte. Bu altının kazanılması konusunda Bakanlıklar sessiz ve bu konuyu şirketin bileceğini söylüyorlar.
2011 yılında Elbistan’da benzer bir facia yaşanmış ve ikisi mühendis 9 kişi kayan milyonlarca ton malzemenin altında kalmış, yaşamını yitirmişti. O zaman kişilere ulaşmak için bir kilogram malzeme kaldırılmamış, başlarına bir heykel dikilerek konu kapatılmıştı. Herhalde buradan farkı, akan malzeme içinde altın olmayışıydı.
Kamusal denetim görevini yapmayan Bakanlıklar şu sorulara da yanıt vermeli:
- İşletmelerde çalışanların can güvenliği nasıl sağlanacak?
- Bu işletmede ne kadar altın üretildiği nasıl bilinecek?
- Diğer işletmelerde aynı durumda mı? Denetim genelde böyle mi yapılıyor?
- Bu eksiklikler konusunda ne gibi önlemler alınması düşünülüyor?
Sorular yine yanıtsız kalacak gibi. Bu ülkenin kaynaklarına sahip çıkmadığımız sürece bu acılar, yıkımlar sürecek. Ama umudu yitirmemek gerek, sömürge madenciliği bitinceye kadar mücadeleye devam.