Gizlilik kararı aldıran kadınlar, kamu hizmetlerine erişemiyor

Gizlilik kararı aldıran kadınlar, kamu hizmetlerine erişemiyor

Avukat İrem Esra Kömürcü Altun, bir dava sürecinde aldırdığı adres gizliliği kararından sonra sağlık ve ulaşım hizmetlerinden yararlanamadı.

Nüket Gelegen

Ankara’da “çocuğun cinsel istismarı” dosyasında mağdur avukatı olan İrem Esra Kömürcü Altun, failin kendisini de cinsel şiddetle tehdit etmesi üzerine adres gizliliği kararı aldırdı. Karardan sonra sağlık ve ulaşım gibi temel kamu hizmetlerinden yararlanamayan Altun, hem kendi yaşadığı süreci hem de şiddet mağduru kadınların benzer şekilde maruz kaldığı bürokratik işkenceleri İleri’ye anlattı.

Altun, adres gizliliği kararı aldıran şiddet mağduru kadınların hayatlarına devam edemediğini belirterek, “Devlet, şiddet mağduru kadınları çıkmaza sokuyor” ifadelerini kullandı. İstanbul Sözleşmesi’ne ilişkin Danıştay kararını da yorumlayan Altun, “34 sayfalık söz konusu kararı okuyup, ‘Başkanlık sistemi bunun için getirildi’ diye anlamaktan başka bir şey mümkün değil” şeklinde konuştu.

  1. Sizin adres gizliliği kararı aldırmanıza ne sebep oldu? Kararı aldırdıktan sonraki süreçte ne tür mağduriyetler yaşadınız?

Fail, en başta mağdur çocuğun ailesi aracılığıyla bana hakaret ve tecavüz tehditleri yolluyordu; fakat bir süre sonra doğrudan benimle iletişime geçti. 1 Mayıs 2022 günü bir numara beni aradı, küfür ve hakaretler etti. Ardından mesaj atarak uzun ve açık tecavüz tehditleriyle dosyadan çekilmem için beni tehdit etti. Ben de hemen Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) Vatandaş Portalından suç duyurusunda bulunup 6284 sayılı kanun uyarınca uzaklaştırma kararı talep ettim. Hem iletişim kurmamasını hem de adres bilgilerimin gizlenmesini istedim, en azından konut adresimi öğrenmemesi için.

‘TAHLİL SONUÇLARIMI GÖREMEDİM, BİLET ALAMADIM’

Daha sonra bir gün rahatsızlandığım için hastaneye gitmem gerekti. Tahlil sonuçlarımı görmek için MHRS’ye girdim ama göremedim. Bunun üzerine Alo 184’ü aradım ve durumu anlattım, “Sizde adres gizliliği kararı olduğu için göremiyorsunuz, maalesef sistem böyle” dediler. Birkaç hafta sonra, Konya’daki bir duruşmama gidebilmek için tren bileti almam gerekti. Ancak Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları’nın (TCDD) internet sitesinden “Merkezi Nüfus İdaresi Sistemi (MERNİS) uyarısıyla” bilet alamadım, yani sistemde adresim görünmüyormuş. Ancak benim adresim aslında resmi olarak görünüyor olmalı, gizlilik kararı sebebiyle Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri (ŞÖNİM) olarak görünmesi gerek. Ben de TCDD’yi aradım, bana biletimi gişelerden alabileceğimi söylediler. Ancak aynı sebepten gişelerden de bilet alamadım ve bunun üzerine TCDD Genel Müdürlüğüne gittim.

BAKANLIK: DURUMDAN HABERİMİZ YOK

TCDD görevlileri bana sorunun kendilerinde değil, Nüfus Müdürlüğünde olduğunu söyledi; çünkü bilgilerimi oradan ediniyorlarmış. Nüfus Müdürlüğü ise sorunun TCDD’de olduğunu söyledi. Herkes topu birbirine atarken, en ilginç cevap da Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığından geldi, “Bizim böyle bir durumdan haberimiz yoktu” dediler. Bu durumun sürekli olarak yaşandığı ise alanda çalışan herkesin malumu. Hatta bu yüzden, 6284 sayılı kanundan gelen hakları kadınlar kullanmaya çekinirler; çünkü bu hakların bir sürü dezavantajı da var. Örneğin bankada işlem yapamazsınız, çocuğunuzu okula kaydettiremezsiniz. Çünkü kurum işlem yapmak için sizden adres ister, verseniz de olmaz vermeseniz de.

‘DEVLET, KADINLARI ÇIKMAZA SOKUYOR’

Örneğin, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ile takip ettiğim bir dosya vardı. Kadının 6 yıldır boşanmaya çalıştığı erkek, kadının adresini e-okul sisteminden buldu. Sonra mağdurun evine gelerek kadını burada katletti. İşte bu yüzden adres gizliliği çok önemli, ama o zaman da kadınlar ve varsa çocukları hayatlarına devam edemiyorlar. Devlet, şiddet mağduru kadınları böyle bir çıkmaza sokuyor.

ŞİDDET MAĞDURLARINA BÜROKRATİK İŞKENCE

Benim durumum için ŞÖNİM’den gelen öneri ise, bilet alabileceğime dair mahkeme kararı almam oldu. Diyelim ki ben bunu yaptım, şiddet mağduru kadınlar bunu nasıl yapsın? Gizlilik kararı aynı gün içinde kaldırılabiliyor, ama Aile Mahkemesinden. Aile Mahkemesi örneğin adli tatildeyse, o an hâkim yoksa, yurttaşın Adliye kullanma bilgisi yoksa o zaman ne olacak? Bu işlemler çoğu yurttaşta olmayan ciddi hukuki bilgi gerektiriyor ve bunu “var” kabul etmek doğru değil. Dolayısıyla kadınlara “Git, Aile Mahkemesinden kararı kaldırt” demek gerçekçi olmayan bir tutum. Hele ki şiddet mağduru, çocuklarını dahi evden zor çıkarabilen, eşyalarını, kimliğini, parasını ya da telefonunu alamadan evden kaçan bir insana “Adliyeye git ve kararı kaldırt” demek çok abuk.

  1. Yaşadığınız tüm bu süreci bir avukat olarak ve bir kadın olarak nasıl değerlendirirsiniz?

İstismar dosyası fail hakkında tutuklama kararı verilmeden devam ederken, ben kendi dosyam için de savcıya durumu anlattım. Hem avukat, yani kamu görevlisi, hem de kadın olmam dolayısıyla bu dosyada mağdur olduğumu, ilaveten benim dosyamın kök dosyadan bağımsız değerlendirilemeyeceğini söyledim. Çünkü kök dosya bir cinsel istismar dosyası ve aynı fail beni cinsel şiddetle tehdit ediyor, bu ikisini nasıl birbirinden bağımsız düşünebiliriz?

‘SAVCININ ETKİN SORUŞTURMA YÜKÜMLÜLÜĞÜ…’

Ancak savcı, istismar dosyasında olduğu gibi benim dosyama karşı da son derece özensizdi. Savcının talimatı üzerine kolluk kuvveti failin telefonuna el koymak için gitmiş, ancak “Şüphelinin kullandığı telefonun tuşlu telefon olduğu görüldü. Tuşlu telefonda WhatsApp uygulaması kullanılamayacağı için telefonu kendisine iade edildi” diye tutanak tutup hiçbir işlem yapmadan geri dönmüş. WhatsApp’a başka telefonlardan ya da cihazlardan girilebiliyor, bu durumda savcının elektronik cihazlar hakkında arama el koyma yapması gerekir. Bunu savcıya hatırlattığımda bana “Talep edin” dedi. Bunu yapacak kişi savcıdır, ben değilim. Savcının kendisinden de talep edemem, çünkü ben bu dosyada yurttaşım, avukat değilim. Ben bunu talep etmek zorundaysam savcı neden var? Savcının etkin soruşturma yükümlülüğü nerede?

‘BENİM DOSYAMDAN YARGILANMIYOR’

İstismar dosyası başladıktan sonraki bir yıllık sürecin sonunda, savcı tutuklama talepli iddianame hazırladı. Davanın açıldığı mahkeme olan Batı Adliyesi 2. Ağır Ceza Mahkemesi de iddianameyi kabul etti ve tutuklama talebini de değerlendirmek için artık “sanık” sıfatını alan fail hakkında yakalama kararı çıkarttı. Sanık yakalandı ve 6 Temmuz’da tutuklandı; ama yalnızca istismar dosyasından, benim dosyamdan yargılanmıyor. 2 Ağustos’ta da ilk duruşması görülecek.

‘EN ZOR OLAN MAĞDUR AVUKATLIĞI’

Bu ülkede şüpheli müdafiliği değil, mağdur avukatlığı en zor olan; çünkü siz hem delil toplamaya mecbur bırakılıyorsunuz hem de tehdit altında oluyorsunuz. Örneğin sanık duruşmada salınırsa ne olacak, çocuk ve ailesi gibi ben de tehlikede olacağım.

‘DEVLET, HAKSIZLIKLARI DUYURAN İNSANLARI GÖZDEN ÇIKARIYOR’

Devlet aslında mağduru ortaya attığı gibi avukatları da ortaya atıyor. Hatta sadece mağdur avukatları bu durumda değil, örneğin gazeteciler ve aslında hak savunuculuğu alanında çalışan herkes aynı durumda. Devlet, haksızlıkları ve hukuksuzlukları duyuran, gündem eden insanları sevmiyor, bu yüzden de bizleri korumuyor. Mağdurların yanında duran bir gazeteci, bir kurum temsilcisi veya bir avukatsanız eğer devlet sizi direkt gözden çıkarıyor.

SAVCILARIN TUTARSIZLIĞI

Diyarbakır Çermik’te bir savcı halı saha sırasını almak için maç yapan bir grup insanı gözaltına aldırmıştı, Samsun’da bir savcı telefonuna cevap vermeyen nişanlısını yurttan gözaltına aldırmıştı, İstanbul’da bir başka savcı ise trafikte kavga ettiği kişiyi gözaltına aldırmıştı. Savcıların keyfi konularda ne kadar ileri gidebildiklerini, kendi kişisel sorunlarında ne kadar etkin soruşturma yaptıklarını çok biliyoruz. Peki ya biz avukatlar? Biz suç işlediğimizde ağır cezada yargılanıyoruz, peki bize karşı suç işlenildiğinde devlet neden aynı hassasiyeti göstermiyor? Hani biz de kamu görevlisiydik?

Tüm bunlar bir yana, benim başıma gelen olayda derdim kendi mağduriyetim değil. Benim derdim, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılırken “kadınları korumakta yeterli olduğu” söylenen 6284 sayılı kanunun uygulamalarının iyileştirilmesi. Bu nedenle gizlilik kararı sorunlarıyla ilgili bakanlığa idari başvuruları yaptık, yapmaya da devam edeceğiz. Umarım bir sonuç elde ederiz.

  1. İstanbul Sözleşmesi’nden Cumhurbaşkanlığı kararıyla çıkılmasına karşı açılan davalar için verilen Danıştay kararını nasıl değerlendiriyorsunuz, yaşadığınız olayla birlikte düşününce Türkiye’nin sözleşmeden çıkmasını nasıl yorumlarsınız? Sözleşmeden çıkılmasından sonra alanda şahit olduklarınıza dair ne söylemek istersiniz?

İstanbul Sözleşmesi temel haklara, doğrudan yaşam hakkına ilişkindir. Böyle bir sözleşmeyi usulen ortadan kaldırmak mümkün olmadığı gibi esasen de mümkün değil. Çünkü İstanbul Sözleşmesi olmadan 6284 sayılı kanun da İnsan Hakları Eylem Planı da kadınları korumakta yeterli değil. Benim yaşadığım süreç de tam olarak bunu ispatlıyor aslında. İstanbul Sözleşmesi kararından sonraki birçok manşet “Sıra 6284’te” şeklindeydi. Danıştay kararını da düşününce doğru bir çıkarım bu. Şimdiki hedefleri belki de 6284 sayılı kanundur, ama biz biliyoruz ki temel hedefleri kadınların mücadele ile kazandığı tüm hak ve özgürlükler aslında.

6284: ‘KOLLUK GEREKLİ GÖRÜRSE’

İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasından sonra karakollardan 6284 sayılı kanun uyarınca karar aldırmakta zorlanıyoruz. Yasada “kolluk gerekli gördüğü işlemleri yapar” diyor, çok geniş ve sıkıntılı bir tabir bu. Bu durumun varlığı, bu umut kırıcılık da çok tehlikeli kadınlar için; çünkü kadınları çaresizliğe ve şiddet döngüsüne geri itiyor. Aile Mahkemelerinden ise 6284 kararlarını alabiliyoruz; ama uygulamada ne kadar sorunlu olduğunu görüyoruz. Benim durumumda örneğin, şu an gizlilik kararı nedeniyle sağlık hizmetlerinden yararlanamıyorum, seyahat edemiyorum ya da bankadan kredi çekemiyorum. 6284 yetersizdir, zaten nasıl yeterli olsun? Kanun maddesi İstanbul Sözleşmesi’ne atıf yapıyor, bu sözleşme ile uygulanır diyor.

‘KARŞI OYLAR BİR STRATEJİ’

Duruşmalarda Cumhurbaşkanlığı tarafının kamu yararına bir savunma yapmadığı ortada, bunu karşı oy veren Danıştay hakimleri de söylüyor. Biz hem bu kararda hem de Gezi davasında şunu gördük, karşı oyların varlığıyla Türkiye mahkemelerinin aslında “demokrat mahkemeler” olduğunu göstermeye çalışıyorlar. Bunun, olası Anayasa Mahkemesi veya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi süreçlerinde, adil yargılama yapıldığının ispatına dair bir strateji olarak uygulandığını düşünüyoruz.

‘SOKAĞA ÇIKMAYIN, MAHKEMELERDE STRESİNİZİ BOŞALTIN’

Karşı oylar hukuka son derece uygun biçimde yazılıyor, hem İstanbul Sözleşmesi davasında hem Gezi davasında durum böyleydi. “Siz umudunuzu yitirmeyin de aman sokaklara alanlara çıkmayın” deniyormuş gibi bir tablo var karşımızda. Zaten kimse istemiyor insanların sokağa, alanlara çıkıp mücadele etmesini. İktidar gibi muhalefet de hatta ana muhalefet partisi başkanı da “Sokağa çıkmayın” diyor. Mahkeme salonlarına gidelim, stresimizi boşaltalım ve geri dönelim istiyorlar.

‘BAŞKANLIK SİSTEMİ BUNUN İÇİN GETİRİLDİ’

Bu yasaları yapanlar, yazanlar ve uygulayanların hepsi eril zihniyette olduğu için mevcut durumda bu haldeyiz. Danıştay’ın kararı da yine bir eril zihniyet kararıdır. Dahası, doğrudan bir iktidar kararıdır. 34 sayfalık söz konusu kararı okuyup, “Başkanlık sistemi bunun için getirildi” diye anlamaktan başka bir şey mümkün değil. Danıştay aslında açık açık şöyle demiş: “Yeni gelen başkanlık sisteminde tüm yürütme yetkileri Cumhurbaşkanına verilmiştir. Cumhurbaşkanı kararnamesinin yargısal denetimi de Cumhurbaşkanı’nın denetlenmesi anlamına gelir, ki bu da mümkün değildir”.

DAHA FAZLA