Yıkıcılık ve kuruculuk üzerine

“Bir devrimin ve devrimcinin ‘yıkılacaklar listesi’ her zaman “kurulacaklar listesinden” daha kabarık olmalıdır.”

Geçenlerde İleri’de yayınlanan bir yazımızda (“Strateji Tartışmaları” Üzerine, 18 Ekim 2014) geçen bu cümleyi kabullenenler, hatta yazının “ekstresi” sayanlar olduğu gibi, eleştirenler, “ne demek yani?” diye soranlar da çıktı.

İkinci kesim için bir açıklama: Bu sözü ederken, “nasıl olsa anlaşılır” düşüncesiyle sosyalist bir devrimi, sosyalist devrimi gerçekleştirecek olanları kastettiğimizi ayrıca belirtmemiştik. Gerçekten de, eğer sosyalist değil de burjuva devrim söz konusu ise, böyle durumlarda “yıkılacaklar listesi”nin daha kabarık olması gerekmez; zaten tarihteki örnekler de böyle olmadığını, olamayacağını göstermektedir. 

Bu açıklamanın ardından, kastedilenin “sosyalist devrim” ve sosyalist devrimciler olduğunu anladıkları halde gene itiraz edenlere dönelim. 

Sandıkları gibi meselenin “devrimci ruh çağırma”, “yarı anarşizan eğilimlere kapılma” ya da “celadet gösterisinde bulunma” gibi şeylerle hiç ilgisi yoktur. Tam tersine, önce tarihsel gerçekliğin nesnel dayatmasından, sonra da Marksist teorinin belirli tespitlerinden kaynaklanmaktadır. 

İlki, çok, ama gerçekten çok basit olduğu halde nedense bir türlü dikkate alınmayan bir nesnellikle ilgilidir: Burjuva devrimler, kapitalist üretim tarzının belirli ölçülerde gelişmiş olduğu toplumlarda gerçekleşir. Buna karşılık sosyalist devrimler, toplumda şekillenmeye başlayan herhangi bir üretim tarzının değil, hâkim üretim tarzının çelişkileri sonucunda ortaya çıkar. Başka bir deyişle, burjuva devrimlerin üretim tarzı anlamında zaten kendi varlığını hissettiren bir maddi temeli, bir önceleyeni vardır, sosyalist devrimlerin ise yoktur, olamaz. 

Kuşkusuz burjuva devrimlerin de kendi “yıkılacaklar listesi” vardır. Ama yukarıda değindiğimiz durumdan dolayı o kadar kabarık değildir; elindeki, ağırlıklı olarak bir “uyarlanacaklar” listesidir: Devlet, egemen ideoloji, dinci ideoloji, bürokrasi, aristokrasi, hukuk, eğitim diye gider…

Sosyalist devrim ise, bir kez daha az önce değinilen basit gerçek nedeniyle, işe daha ağırlıklı olarak “yıkmakla” başlamak zorundadır. Yıkılanların yerine nelerin kurulacağı ise belirli bir noktanın ötesinde iç ve dış koşullara, iktidardan alaşağı edilenlerin sergileyecekleri karşı dirence, halkın sahiplenme ve katılım düzeyine vb. bağlıdır. 

Bu olumsallığı gözetmeden “benim kurulacaklar listem de kabarık olacak” diye inat edenler sonunda ellerindekinin bir “uyarlanacaklar listesine” dönüştüğünü göreceklerdir. 

***

İkincisi, ilki kadar olmasa bile gene basit bir olguya dayanmaktadır. 

Kapitalizmin hiçbir zaman ütopyası olmamıştır. Kapitalizm, burjuva sınıfı ve bu sınıfın ideologları-düşünürleri için her zaman verili anda var olan, fiilen yaşayan kapitalizm, yani “reel kapitalizm”dir.    

Marksizm’in ise, adını tam “ütopya” koymasak bile “komünist toplumun ileri evresi” diye tanımlanan, “herkese ihtiyacına göre” şiarının geçerli olacağı, her tür yabancılaşmanın son bulacağı, devletin “sönümleneceği” bir gelecek tasavvuru vardır.  

Şimdi, bir yana yukarıda özetlenen gelecek tasavvurunu, diğer yana da siyasal devrimin gerçekleştiği, ancak henüz “içinden çıktığı kapitalizmin doğum lekelerini taşıyan” bir toplumu koyun. Bu ikisi arasındaki mesafenin uzaklığı, hem “inşa sürecinde” birtakım gelgitlere hem de komünistler arasında (hem aralarında hem de tek tek kişi olarak içlerinde) özel gerilimlere neden olacaktır. 

Adın “reel sosyalizm” olarak konulması, gelecek tasavvuru açısından bakıldığında yerinde ve gerçekçi olacaktır; ama yetmez…

“Yıkılacaklar listesi” ile “kurulacaklar listesi” burada da birbiriyle bir kez daha yarışacaktır. 

Ve “kurulacaklar listesini” cepte önceden hazır tutmayıp “yıkılacaklar listesinde” ilerledikçe şekillendirmek çok daha doğru olacaktır. 

Yoksa “pek de iyiydi, güzeldi, neden çöktü acaba?” diye oturup düşünmek zorunda kalınır…