Yerlilik ve millilik

Öyle olgular vardır ki bunların teorisi geliştirilir, geliştirilmiştir.

Örneğin, bir üretim tarzı olarak kapitalizm böyle bir olgudur. Özellikleri, dayandığı temeller, hareket yasaları vb. teorik bir çerçeveye oturtulmuş, bu çerçeve zamanla güncelleştirilerek daha ileriye taşınmıştır. 

Bu düzlemde bakıldığında kapitalizmin teorisi olur da yerlisi ve millisi olmaz. Belirli bir ülkenin kapitalizminde yerli ve milli gibi görünen ne varsa aslında evrensel olanın kendini ortaya koyduğu biçimlerdir.

Ancak, gene kapitalizme özgü, onunla artık içselleşmiş öyle olgular ve süreçler vardır ki bunlar teoride bir yer bulsa, orada bir yere otursa bile kendi başına teorileştirilemez.

İşte, yerli ve milli olanı orada bulabilirsiniz. 

Anlatmaya çalışalım.

Meta üretiminin, ücretli emek sömürüsünün, sermayenin hareket yasalarının gerçek anlamda yerlisinin ve millisinin olamayacağını söylemiştik. Ne var ki bunların hepsine eşlik eden “ilk birikim”, “mülksüzleştirme”, “el koyma”, “yerinden etme” gibi süreçler pekâlâ yerli ve milli özellikler taşıyabilir.   Daha ötesi şudur: Yerli ve milli sayılabilecek olanda, mutlaka ve mutlaka, kapitalizmin “teorisinde” var olan rasyonalitenin ve kuralların dışına taşan talan, yağmacılık, sahtekârlık, düzenbazlık ve dalavere gibi unsurlar öne çıkacaktır. 

“Hayali ihracat”, “vergi kaçakçılığı”, “kara para aklanması”, “komik bedellerle özelleştirme”, “özel tercihli ihale” ve bunlara benzer pratiklerin çoğu, tarihin her döneminde ve Türkiye dâhil her ülkede yerli ve milli denebilecek özellikler taşımıştır.

Dahası, kapitalizmin “finansallaşması” ne ölçüde uluslararası bir olguysa, bu uluslararası olgunun ülkelere yansıması o ölçüde yerli ve milli özellikler taşımaktadır.

Varmak istediğimiz sonuç ise şu: Yerli ve milli özellikler taşıyabilen düzenbazlık ve dalaverelerden hareketle yerli ve milli olması tanım gereği mümkün olmayan bir düzenin ve onun temsilcisi olan iktidarın arkasında durmak solculukla bağdaşır bir iş değildir.  

***

ABD’deki Reza Zarrab davası ve Man Adası belgeleri gibi gelişmeleri “milli mesele” saymak, üstelik bu konularda alınacak tutumu “vatan savunmasıyla” bir tutmak da anlaşılabilir bir iş değildir.

Evet, bu ve benzeri “kural dışılıkların” hiç olmadığı, kimsenin böyle yollara başvurma gereği duymadığı bir dünya ve Türkiye kapitalizmi beklemek olsa olsa bönlük sayılabilir; ancak hepsini bir “milli davanın” gerekleri saymak, bönlüğün çok ötesinde, daha ağır sıfatları hak eder.

ABD’nin ve başka odakların Türkiye’deki iktidara yönelik hoşnutsuzlukları olduğu, bu nedenle birtakım operasyonlara başvurdukları gerçektir. İyi de, bu durumdan hareketle emperyalizmin, Türkiye kapitalizminin ve bugünkü siyasal iktidarın ipliğini pazara çıkarmak dururken neden yerli ve milli olması mümkün olmayan bir düzenin çıkarları adına girişilen yerli ve milli düzenbazlıkları görmezden gelip sineye çekelim ki?

***

Gazetelerde yer alan bir habere göre, Türkiye Futbol Federasyonu’nun (TFF) Amedspor’lu futbolcu Deniz Naki’ye verdiği ağır ceza AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) tarafından değerlendirilmiş, Mahkeme Adalet Bakanlığı’na “etnik ayrımcılık” kapsamında bir dizi soru yöneltilmesini kararlaştırmış.

TFF yerli ve milli bir kuruluştur. 

Çıksın AİHM’ye “ben hem yerli hem de milli özerk bir kuruluşum, bu bizim bir iç meselemizdir, sen ne karışıyorsun” desin.

Hemen ardından, Süperlig’de şu an ilk dört sırada olan takımların “ideal” ilk 11’lerinden yerli ve milli bir takımın ilk 11’ini kurmayı denesin.

6-7’de tıkanacak, 11 kişi çıkaramayacaktır.

Üstelik 6-7 kişiden ikisi de vatandaşlık anlamında milli olsa bile yetişme açısından “yerli” olmayacaktır.

Kıssadan hisse: Böyle bir ligin en üst otoritesi olan TFF’nin yerlilik ve millilik adına AİHM’ye atacağı tafranın gerçekliği ne kadar olursa, Türkiye kapitalizminin ve onun temsilcilerinin “dış odaklara” aynı gerekçeyle attığı tafranın gerçekliği de o kadar olacaktır.