Yerli sinemadaki seyirci kaybı 2016'da ivmelenerek sürdü

Emektar sosyalist yönetmen Ken Loach’un bu yıl Cannes’da en büyük ödül olan Altın Palmiye’yi kazanan yeni filmi Ben, Daniel Blake (I, Daniel Blake) dün ülkemizde ‘Başka Sinema’ zinciri üzerinden üç büyük şehirde toplam 12 salon gibi sınırlı ölçekte de olsa vizyona girdi. Yalnızca haftanın değil aynı zamanda yılın en iyi filmi olarak saydığım Ben, Daniel Blake’i Adana Film Festivali’ndeki gösteriminin ardından bu köşede daha önce ayrıntılı biçimde zaten ele almış (1) olduğum için bu haftaki yazımda Türkiye’de sinemanın 2016 yılına (2) dair sayısal verilerini  ele alacağım.

Bu konuda ilk göze çarpan veri, yerli filmlerin izleyici sayısının 2015’teki 34.3 milyon rakamından bu yıl 31.1 milyona düşmüş, yani yerli film izleyici sayısının neredeyse yüzde 10’a yakın bir oranda (yüzde 9.3) azalmış, klişe bir tabirle ifade edecek olursak, yerli sineman her 10 seyircisinden birini ‘kaybetmiş’ olması. Önceki yılki muadil rakamın 35.8 milyon olduğu da dikkate alınırsa yerli filmlerin izleyici sayısının iki yıl üstüste azaldığı, üstelik azalma oranın da yükseldiği görülüyor. Azalma üstüste iki yıl tekrarlandığına, üstelik ivmelendiğine göre yerli sinemada seyirci sayısında azalma eğiliminin başgösterdiği tespiti artık rahatlıkla yapılabilir, kuşkusuz bu eğilimin kalıcı olup olmayacağını ileriki yıllarda göreceğiz.

Karşımızdaki olgunun yerli sinemaya özgü oluşu ise ayrıca ve daha da dikkat çekici: yerli filmlerin izleyici sayısının 3.2 milyon azaldığı geçen yıl yabancı filmlerin izleyici sayısında ise 1.3 milyon artış gerçekleşmiş durumda. Yani yerli film izleyici sayısındaki azalma, sinemaya genel olarak rağbetin azalması gibi bir olası açıklamayla bağlantılı değil çünkü yabancı filmlerin izleyici sayısı azalmamış tersine artmış; seyirci sayısındaki azalma yalnızca yerli sinemaya özgü (toplamdaki azalmanın sebebi yerli filmlerin seyircisinin azalması).

Yerli sinemanın izleyici sayısındaki azalmanın sebebi ise büyük ölçüde, en çok iş yapan filmin çektiği seyirci sayısının geçmiş yıllara göre daha düşük olmasına bağlı. Bu yılın gişe birincisi olan Dağ II 3 milyona yakın izleyici topladı, oysa önceki dört yılın gişe şampiyonlarının her biri 6-7 milyona dolaylarında izleyici çekmişlerdi, son 10 yılın hiçbirinin gişe şampiyonunun izleyici sayısı 4 milyonun altında değildi. Gerek benim, gerekse başka meslektaşlarımın daha önceki pek çok yıl sonu sayısal değerlendirme yazılarımızda işaret ettiğimiz üzere, Türkiye sinemasında son dönemde gözlemlenen yükseliş aslında her yıl çok az sayıda filmin gişe başarısına çok fazla bağımlı (her yıl satılan biletlerin yaklaşık yarısını yalnızca 7-8 filmin biletleri teşkil ediyor, oysa örneğin ABD’de ilk 5 filmin gişedeki payı toplam içinde yüzde 15-20 dolaylarında).

Bu arada uzunca bir parantez açarak Türkiye sinemasında son dönemde, takriben son 20 yılda yaşanan canlanmanın sayısal ölçeğini Türkiye sinema tarihi içindeki bağlamına tarihsel bir kıyaslama ile oturtmak isterim. Böylesi bir kıyaslamaya ihtiyaç var çünkü Türkiye sineması, Yeşilçam’ın çöküşünün ardından son 20 yılda tabii ki gerçekten yeniden canlandı ama bu canlanmanın ölçeği hakkında son derece yanıltıcı söylemler dolaşıma sokuluyor ve bu yanıltıcı söylemler, 1990’lar öncesine dair sayısal verilerin “mevcut olmadığı” iddiası ile destekleniyor. Oysa tek tek filmlerin gişe verileri 1990’lar öncesine ilişkin olarak gerçekten de yok ama yıllık toplam seyirci sayıları 1990’lardan çok ama çok öncesine, arada kesintiler olmakla birlikte, uzanarak mevcut; bu verileri Yeni Film dergisinin halen kitapçılarda bulunan yeni sayısındaki yazımda paylaşmıştım (3); o yazımdan aktaracak olursam “2014 yılında yerli filmler için 36 milyon izleyiciyle yaşanan son yılların “rekoru”, 1981 yılındaki yerli film izleyici sayısının bile çok gerisinde, 1983 yılı rakamı dolayında. [...] Kaldı ki nüfus artışı hesaba katılarak nüfuse göre oransal hesaplama yapıldığında bugünkü düzey 1980’lerin başlarındaki düzeyin dahi çok daha gerisinde olarak şekillenecektir. Kısacası, Türkiye sineması son yıllarda yaşanan canlanma ile Yeşilçam’ın altın çağının düzeyini değil, Yeşilçam’ın en son demlerinin yaşandığı 1980’lerin düzeyini anca yakalayabilmiş durumda.” Örneğin Türkiye’de sinemanın ve genel olarak ülke ekonomisinin krizde olduğu 1979 yılında dahi yerli sinema seyirci sayısı 53 milyondu. Öte yandan Türkiye’de sinemanın altın çağında yıllık toplam (yerli + yabancı filmler için) seyirci sayısı 250 milyon dolaylarındaydı, bu rakam son yıllarda 60 milyon dolaylarında.

Bu uzunca parantezi kapatıp 2016 verilerine geri dönelim. 2016’da vizyona giren 139 yerli film içinde 29 filmin 250’den fazla, 35 filmin ise 25’den az sinema salonunda gösterime girmiş olduğu görülüyor. 133 filmin viyona girdiği 2015’te ise 28 film 250’den fazla, 25 film 25’den az sinema salonunda gösterime girmişti. Toplam seyirci sayısının iç dağılımına baktığımızda da bir yanda 1 milyondan fazla izleyici çeken 11 film dururken diğer tarafta 50 binden az izleyiciye ulaşan 89 film var; bu rakamlar 2015’te sekiz ve 72 idi. Yani az sayıda salonda vizyona giren ve az sayıda izleyici çeken film sayıları artmış. Türkiye sinemasının “sanat sineması” olarak nitelenen kulvarındaki, eleştirmenlerin genelde beğendiği, festivallerde ödüllendirilen filmleri de gerek salon gerekse izleyici sayısı açılarından sıralamanın en alt sıraları arasındalar.

Üstelik bu yılın “sanat sineması” filmlerimiz geçen yılki muadillerine oranla gişede daha bile hazin sonuçlar aldılar. Geçen yıl Rüzgarın Hatıraları, Sarmaşık, Bulantı ve Abluka 15 binin üzerinde seyirci çekerken bu yıl yalnızca Kalandar Soğuğu ve Babamın Kanatları bu eşiği aşabildiler, Zeki Demirkubuz’un Kor’u ve Yeşim Ustaoğlu’nun Tereddüt’ü ise 10-15 bin dolaylarında kaldılar. Kanımca yılın, hatta son yılların en iyi yerli filmi olan Ana Yurdu’nun seyirci sayısı ise 5887.

 

(1) bkz: http://ilerihaber.org/yazar/ken-loachun-altin-palmiyeli-yeni-filmi-ben-daniel-blake-60231.html

(2) 2016 (ve 2015’e) ait veriler http://boxofficeturkiye.com’dan derlenmiştir.

(3) ‘Türkiye Sinemasının Geçmişine Dair Seyirci Sayıları’, Yeni Film no. 41-42 (Kasım 2016-Ocak 2017); sf. 33-36