Yapabilir miyiz?

Ülkede siyaset, 7 Haziran seçimlerine odaklanmış durumda…

Önümüzdeki bir buçuk ayın bu odaklanmanın kendi özel hay huyuyla geçeceği belli. Seçimlere kadar başka provokasyonlar olur mu olmaz mı; geriliyor mu gerilemiyor mu; aşabilir mi aşamaz mı; şu parti öbürüyle koalisyona girer mi girmez mi?

Böyle gidecek.

Ama az kaldı…

Az kaldı ve 7 Haziran’dan sonra bu ülkede sosyalistleri yoğun, alt başlıkları hayli fazla, karmaşık, ancak son derece kritik bir gündem bekliyor. Gündem, sosyalizmin, onun bunun gölgesini üzerine düşürmeden kendi ayrı varlığıyla ülkedeki siyasal süreçlere damgasını vurmasını sağlamaktır.

“Onun bunun gölgesi” dendi, “kendi ayrı varlığı” dendi…

O zaman sosyalizm bu ülkede fiilen var olan, üstelik hiç de küçümsenemeyecek başka muhalefet odaklarına doğru hiç mi açılmayacak? Kendi alanına çekilip oradan başkalarına “hadi gelin” demekle mi yetinecek?

Kastedilen, kuşkusuz bu değildir. Ancak, ortada ayırdına varılması gereken “ince” bir nokta vardır. Şöyle: Sosyalizm, kendi dışındaki ideolojik-siyasal oluşumlara açılmaya çalışırken, bu oluşumların kimi temelsiz duyarlılıklarını birer sorun olarak kendi içine taşıma dönemini artık kapatmalı, kendisi bu oluşumlara “ayrıştırıcı” duyarlılıklar taşımalıdır…

Kimisi daha elverişli kimisi daha az elverişli olmak üzere seçim sonuçları ne olursa olsun, 7 Haziran sonrası dönem sosyalistlere bu açıdan mutlaka yeni imkânlar sunacaktır.

***

Daha “somut” konuşalım.

Türkiye’de sosyalizmin aydınlanmacı, laik, cumhuriyetçi kesimlere uzanması gerekiyor mu?

Evet, gerekiyor…

O zaman diyoruz ki bundan böyle bu kesimler sosyalizmin içine soru ve sorun taşımasın; tersine, sosyalistler düşündürücü, kendi içlerinde tartıştırıcı ve gerektiğinde ayrıştırıcı soruları bu kesimlere taşısın ve “safralarından” kurtulmalarına yardımcı olsun.

Aydınlanmacı, laik ve cumhuriyetçi kesimlerdeki “safralar” mı?

Evet, vardır…

Yok mudur? Düşünün: “Kürt” sözcüğünü nerede duysa aklına ilk gelen “CIA projesi” yaftasıdır. Bugüne dek oylarını her seçimde “aslında ne mal olduğunu bildiğini” söylemekten özel haz aldığı bir partiye vermiştir. Son dönemdeki en büyük duyarlılık konusu, Cumhuriyet gazetesine kimin gelip kimin gittiğidir. Ha bir de, diyelim “Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” ile ilgili bir belgesel çekildi; bu kez “Burada Atatürk niye yok?” diye kıyameti koparacaktır. Sonra, öyle sanıldığı ya da iddia edildiği kadar “Gezi’ci” ya da “Hazirancı” falan da değildir.

Bir kez daha diyoruz ki bu kesim artık sosyalizme soru ve sorun taşımasın; öyle işler yapılsın ki (yani bizler, sosyalistler olarak yapalım ki) aydınlanmacı, laik ve cumhuriyetçi kesimin kendisi bu “tipolojiyi” sorgulasın, gerekiyorsa kendini ayrıştırsın…

***

“Somut konuşmaya” devam edelim.

Türkiye’de sosyalizmin Kürt emekçilerine uzanması, sonra, muhalif konumunu koruduğu sürece Kürt siyasal hareketi ile “dayanışma” dâhil belirli bir ilişki düzeyi tutturması gerekmiyor mu?

Evet, gerekiyor…

Gerekiyorsa, bundan böyle Kürt hareketi sosyalizmin içine soru ve sorun taşımasın; tersine, sosyalistler düşündürücü, kendi içlerinde tartıştırıcı ve yeni dinamikler yaratıcı soruları bu kesime taşısın ve onun da belirli bir “tipolojiyi” en azından marjinal bırakmasına yardımcı olsun.

Hangi “tipoloji”?

Aralarında Kürt olmayanlar da vardır. Sanki “içindeyim” dediği bir harekete nasıl ederim de daha fazla antipati duyulmasını sağlarım diye çabalamaktadır. Onun için sınıflar, sınıf mücadeleleri yoktur, sadece “TC” vardır. Cumhuriyet tarihini sadece ve sadece Kürtlerin asimilasyonu ekseninden okur; hatta Cumhuriyet’in raison D’être’ini (varlık nedenini) burada bulur. Onun için Kemalizm, adıyla sanıyla faşizmdir. Kimilerinde ulus-devlet karşıtlığı, kapitalizmi önceleyen feodal-kabilesel topluluk ilişkilerine üstü kapalı özlem şeklinde dile gelir…

Şimdi diyoruz ki bu kesim artık sosyalizme soru ve sorun taşımasın; öyle işler yapılsın ki (yani bizler, sosyalistler olarak yapalım ki) Kürt özgürlük hareketinin ileri kesimleri bu “tipolojiyi” sorgulasın, gerekiyorsa…

Her ikisi için de, ne dersiniz: Yapabilir miyiz?