Yalan ishali

Bambaşka bir yazı yazmak için oturmuştum bilgisayar başına.

1 Nisan sonrası için sosyalist hareketin önüne çıkacak olanaklara, görev ve sorumluluklara dair yavaş yavaş belirginleşen başlıklar hakkında bir tartışmaya başlamanın zamanının geldiğini düşünüyordum. 31 Mart nihayetinde geçicidir ve seçim salt bir aritmetik işi değildir, diye başlayıp kimi görüş ve önerilerimi yazmayı, en azından bir tartışmaya kapı açmayı istiyordum. Artık başka bir yazıya…

Sabah haberlere bakarken, bu kadar da olmaz dedirten alçakça hazırlanmış bir haberle karşılaşınca memleketin geldiği yer için önce üzüldüm. Ancak açık söylemem gerekir ki, içinde bulundukları sıkışıklık nedeniyle bu kadar alçakça yalanlar üretmelerinden keyfim yerine de geldi. Sözünü ettiğim haber, anladığım kadarıyla ilk kez dün akşam AHaber denilen çukurda yayınlanmış, bu sabah itibariyle ise pek çok siteye “Millet düşmanlarının karargahı deşifre edildi!” gibi “peh peh” dedirten bir başlıkla girmiş (İleri’de konuyla ilgili bilgilendirici bir haber girilmiş ).

Tümüyle yalan üzerine kurulu, belli bir amaç için kurgulanıp servis edilmiş bu habere “yalan rüzgarı” estirilmiş demek dışında söyleyecek bir şey yok. Gerek Birleşik Haziran Hareketi, gerekse sözde haberde isimleri geçen insanlar ile ilgili isteyen herkes her türlü bilgiye kolayca ulaşabilir.

Yaptıklarımızı, düşündüklerimizi, hedeflerimizi, hatta hayallerimizi bile gizlemeye tenezzül etmedik. Tüm siyasi faaliyetlerimiz isteyen herkes tarafından kolayca izlenebileceği gibi, sadece bugün değil tüm hayatımız boyunca yaptığımız her eylemin, söylediğimiz her sözün sonuna kadar arkasında durmaktan tereddüt etmeyeceğimizi dostumuz da düşmanımız da iyi bilir.

Neden?
Kapitalizmin insanlığı ahlaki olarak da çürüttüğü çok sık söylenir. Ancak bu iktidarın yarattığı Türkiye’de inanıyorum ki yalan bir insanda vücut bulsaydı onun bile utançtan yüzü kızarırdı.

Saray’ı kızdıracak en küçük bir yorum ya da haberin yazılmaması dönemini de geride bıraktık, artık Saray soytarılığı yapılmaması bile suç kategorisinde görülüyor.
İktidarın başka türlü kendini ayakta tutma ihtimali kalmadığı için yalan, hile, baskı, şiddet, zor gibi her türlü aygıtı devreye soktuğu bir evreden geçtiğimizi ise bir kez daha tekrar etmemiz gerekiyor. Can Soyer’in dün bu sayfalarda yayınlanan yazısındaki şu vurgu önemlidir: “Saray iktidarının icraatı olarak gördüğümüz küfürler, yalanlar, iftiralar, hakaretler, saldırılar, yasaklar, gözaltılar, tutuklamalar, kapatmalar geçici uygulamalar değil, tam da Saray Rejimi dediğimiz rejimin kendisidir.”

Burada uzun uzun yalan üzerine bir tartışma yapmayacağım. Hatırlatmak istediğim tek şey şu: Belli bir amaçla söylenen yalan en ahlaksız yalan biçimidir, ama tarih gösteriyor ki maalesef en çok da o işe yarıyor.

Elbette geçici bir süre için…

Örneğin bir vesile ile tartışma olanağı bulduğum bir AHaber izleyicisinin (dolayısıya AKP seçmeninin) dünyanın en önemli lideri olarak gördüğü Erdoğan’ın bu üstün yeteceğine rağmen rakiplerinden hiç biri ile canlı yayında bir TV tartışmasına cesaret edememesi üzerine hiç düşünmemesi bana çok şaşırtıcı gelmişti. Öyle değil mi, bu kadar üstün olan bir insan rakiplerinden birisini alır TV’de karşısına madara eder ve bir daha sokağa çıkamayacak hale getirirdi.

Neredeyse 24 saat muhalefete ve temsilcilerine saldıran televizyon kanallarının bu insanlara en küçük bir söz hakkı vermemesi, üzerine düşünülmesi gereken bir şey bile olmuyor.

İktidar medyasının artık yalan üretme makinesi olarak çalıştığını ortalama zeka sahibi her insanın gördüğünü sanıyorum. Çamur medyasının yazılı, görsel tüm kanallarından iktidarın yaptıklarının mükemmelliği, muhalefetin tüm unsurlarının tek derdinin ise Türkiye’yi zora sokmak olduğu dışında bir şey anlatılmıyor. Sanki haberlerin konusu olan ülke Türkiye değil, adeta bir harikalar diyarı!

Bu ne kadar sürebilir ki?

Biz bu filmi görmüştük
Bu alçaklığın yakın Türkiye tarihi açısından bilinen, hatta deyim yerindeyse “klasik” bir yöntem olduğunu söyleyebiliriz. Bugün bu haberleri yapanların 3-5 sene öncesine kadar yanında yöresinde olup, bugün cezaevinde veya firarda olanların (onlara şimdi FETÖcü deniyor) tümü aynı şeyleri yapıyorlardı. Bunlar da muhtemelen aynı okulun farklı sınıflarındaki öğrenciler.

Önce yalan haberler, yalaka ’’yazarlara’’ yazdırtılan iftiralarla zemin hazırlanıyor ve sonra ortam uygun hale getirilebilirse devlet içindeki güçlerin kullanılmasıyla operasyonlar başlıyor.

Yöntem çok bildik ama filmin sonunu da biliyoruz.

Dünyanın bütün yalanları birleşsin
Yetmez diyoruz.

Tüm yalanları, alçaklıkları, elinizde avucunuzda ne varsa toplayın öyle saldırın.

Tüm gücünüzü kullanın, fesat ve fitnelerinizi üretin…

Tarikatlarınız, cemaatleriniz, paranız, ne varsa sürün cepheye…

Kaybedeceksiniz.

Niye biliyor musunuz?

Alın size bir görev daha verelim.

Görüntülerini kırptığınız toplantı, 4 Haziran 2017 günü İstanbul Bostancı Gösteri Merkezi’nde yapılmıştı. Binlerce insan vardı.

Yüreğiniz yetiyorsa bunu araştırın.

İçlerinde bir tane hırsız yoktu.

Cemaat, tarikat, çete, mafya gibi şer odaklarıyla ilgili tek bir kişi bulamazsınız.

İçlerinde bir tane kendi çıkarını ülkesinin, halkının çıkarlarından üstün gören yoktu.

İçlerinde tek bir kişi, ağzından bir söz çıkmadan önce rüzgar nereden esiyor diye düşünmez.

İşte bizim gücümüz de bu.

İşte bu yüzden kaybedecekler.