Türkiye'nin "reel kapitalizmi" ve dinci ideoloji

Haklı olarak, üzerinde duran durana…

Ama Erdoğan’ın son Din Şurası’nda söyledikleri gerçekten yabana atılmayacak cinstendir. Neydi öyle o: “Batıda ‘yurttaşlık’ diye bir din icat ettiler; bizde de benzer girişimlerde bulunuldu, ama…” 

Adamın gerçek düşüncesini ve niyetini yansıtmaktadır. Yani, “Aslında yapmayacak da, karşısındakileri kendi yarattığı gündemlere boğmak, böyle oyalamak ve etkisizleştirmek istiyor” gibisinden yorumlara hiç itibar etmemek gerekir. 

O zaman?

O zaman, laiklik, “yurttaşlık” gibi kavramlar ve karşılıkları batı dünyasının bugün bile reddedemeyeceği şeyler olduğuna göre AKP Türkiye’si batıdan büsbütün kopmayı göze mi aldı? 

Yoksa Türkiye “Avrasya Bloğuna” mı yöneliyor?

İkincisi kesinlikle değildir; ama ilki konusunda bir inceltmeye gitmek gerekiyor: AKP “Batı Blokundan” (yerleşik emperyalist-kapitalist sistem diye anlayınız) büsbütün kopmayı göze alamaz. Ancak bu sistemde ciddi boşluklar, açıklar ve güncel kimi “acz durumları” olduğunu kendince tespit etmiştir. “Ben bunlara oynarım, kendi dünya görüşümü buralara sokar ve kabul ettiririm; kimsenin de gıkı çıkmaz” anlayışındadır.  

Başka bir deyişle, AKP’nin bölge politikalarına ilişkin olup sistem karşısında zaman zaman kontrpiyeye düşmesine yol açan özel iddialılık durumu, daha genel anlamda kendi dünya görüşü ve ideolojisi açısından da geçerlidir. 

Özetle iş, kesinlikle, “şimdi ağababalar yukarıdan böyle yap dediler, o da yapıyor” basitliğinde değildir. 

***

Sonra, bir “tezdir” ve tartışılmasında yarar olabilir:

“Din kozu” (uzatmamak için böyle diyelim) 1940’lardan başlamak üzere iki amaca yönelik olarak kullanılmıştır. İlki, emperyalist-kapitalist sistemin dünya ölçeğinde sosyalizmi bloke etme ve yalıtma çabaları çerçevesindedir. Türkiye, soğuk savaşın başlamasıyla birlikte bu çabalara kendi cephesinden özel katkılarda bulunmuştur (Türkiye’nin özellikle “üçüncü dünyaya” ve “bağlantısız ülkelere” yönelik girişimlerine somut örnekler için bkz. Enver Altaylı, “Ruzi Nazar: CIA’nin Türk Casusu”, Doğan Kitap 2013, ss. 307-324).    

İkincisi, gene soğuk savaşla başlamak üzere “din kozu”, Türkiye’deki sol-sosyalist düşünce ve hareketin uzanım alanlarının önüne bir set daha çekmek için kullanılmıştır. Bugün de kullanılmaktadır ve ayrıntılarına girmek, örneklerini vermek gerekmemektedir. 

“Tez”, din kozunun günümüzde yeni bir işlev daha kazandığına ilişkindir. Şöyle: Pratik karşılıklarıyla solun önüne set çekmenin ötesinde din, bugün Türkiye’de egemen olan “reel kapitalizmin” ve onunla bağlantılı birikim süreçlerinin “olmazsa olmaz” denebilecek ideolojik/üst yapısal karşılığı ya da tamamlayıcısı haline gelmiştir… 

Bununla, Türkiye’de verili toplumsal formasyonun kendini yeniden üretmesinin koşullarından biri olarak dinin bugün eskisine göre çok daha ön plana çıktığını, bir bakıma “başat öğe” haline geldiğini söylemiş oluyoruz (Toplumsal yaşamın dinci temellere oturtulması, gündeme gelen her meselede dinsel referanslara başvurulması, insanların din eğitimiyle şekillendirilmeleri vb.) 

***

Yukarıda söylenen, mantıksal olarak bir soruyu davet etmektedir: Yani yarın bir gün AKP gittiğinde; yerine laikliğe duyarlı, bunu sahiplenen başka siyasal iktidar(lar) geldiğinde Türkiye kapitalizmi kendini sürdürmekte zorlanacak mı? 

Zorlanıp zorlanmayacağını, zorlanırsa hangi ölçülerde zorlanacağını tartışmaya hiç gerek yok. Çünkü Türkiye’de laikliğe gerçekten duyarlı, bunu gerçekten sahiplenip karşılığını verecek bir sermaye iktidarı bir daha hiç olmayacaktır. 

İşler “sırasıyla” ve “kümülatif” olarak gitmiştir ve düzen açısından böyle devam edecektir. Demokrat Parti iktidarından sonra, 27 Mayıs’la bile DP’nin koyduğu “çıtanın” altına inilememiştir; 1970’lerin MC iktidarları ve ardından 12 Eylül rejimi çıtayı daha da yükseltmiştir. Bugünkü AKP iktidarı ise aynı çıtayı çok daha yukarılara çekmiştir ve artık bir “müktesebat” ortaya çıkmıştır. 

Bu müktesebattan neyi eksiltip çıkarırlarsa çıkarsınlar, “laiklik” anlamında çıta hiçbir zaman Cumhuriyet’in ilk dönemlerdeki yerine inmeyecektir.