Troçkizm, aydınlar ve tarihsellik

Beş gün öncesi, 21 Ağustos, Troçki cinayetinin 77’inci yıldönümüydü.

Konumuz, 1917 Devrimi’ne uzanan süreçte ve sonrasında önemli yeri olan bu devrimcinin fikirleri değil. İzleyicilerinin, özellikle zamanında “Troçkist” olarak bilinen kimi aydınların daha sonraki çizgilerinden hareketle konuyu Troçkizmle sınırlı kalmayan bir düzleme getirip bağlamaya çalışacağız.

***

“Totalitarizmin Kökenleri” adlı kitabında (1951) faşizmle Sovyet sosyalizmini aynı totalitarizm kefesine koyan, bu maharetiyle bugün bile liberal çevrelerde baş tacı edilen Hannah Arendt’i bilirsiniz ya da duymuşsunuzdur.

Arendt Almanya’dan ayrıldıktan sonra bir süre Paris’te kalmış, ardından 1941 yılında ABD’ye gidip bu ülkeye yerleşmiştir.

ABD’ye geldiğinde hemen katıldığı çevre ilginçtir. “New York entelektüelleri” olarak bilinen bu çevrede Irving Kristol, Sydney Hook, Lionel Trilling, Clement Greenberg, Irving Howe, Alfred Kazin, Daniel Bell ve Nathan Glazer gibi isimler ön plandadır (Reuven Kaminer, “Totalitarizm” Kavramı ve Günümüz Siyasal Söylemindeki Yeri Üzerine, https://mronline.org/2007/08/15/on-the-concept-totalitarianism-and-its-role-in-current-political-discourse/).

“New York entelektüellerinin” hepsi olmasa bile önemli bir bölümü Troçkisttir. Kentin Manhattan, Brooklyn, Long Island (ve muhtemelen Greenwich Village) gibi yerlerinde bir araya gelip dünyayı değerlendirdiklerinde, sürükleyici fikirler artık yaşamayan Troçki’nin fikirleridir.

New York entelektüellerinin önemli bir kesimi yaklaşık 20 yıllık bir zaman dilimi içinde inanılması güç bir değişim geçirmiştir. Önce Marksizm ve Troçkizm, katı bir anti-Stalinizm, ardından anti-sovyetizm… 1946’yla birlikte anti-komünizm ve nihayet “hür dünyanın” temsilcisi ilan ettikleri ABD’nin ne yapıp edip Sovyet belasını defetmesi gerektiğini savunan bir kışkırtıcılık…

***

“Bakınız” (bu ifadeyi, okurda kendisine çok önemli bilgiler verileceği izlenimi uyandırmak üzere, deneme amaçlı kullanıyoruz).

(O zaman) bakınız: New York entelektüelleri ve Troçkizm örneği, “Kimi fikirler böyledir, sonunda varacakları yer bellidir” anlamında bir determinizm katılığıyla değil, tersine, dönemin ve ortamın belirleyiciliğine, bu anlamda tarihselliğe vurgu amacıyla verilmiştir.

1946 sonrası soğuk savaş koşulları, Marksizm-sosyalizm dünyasında yer alan her kesimi şu ya da bu ölçüde, ama mutlaka etkilemiştir. Bu etki, Arendt’in de içinde yer aldığı, çoğu Troçkist kökenli New York entelektüellerinin anti-Stalinizmini anti-sovyetizme, anti-komünizme ve oradan da ABD’deki güç odaklarının hizmetine sürükleyici biçimde tecelli etmiştir. Özel bir örnektir ve aynı etkinin dünyanın başka yerlerindeki Troçkistleri de ağına düşürdüğünü söylemek mümkün değildir.

Yani “zaman ve mekân” diyoruz…

Yoksa Troçkizmin “özü” New York entelektüellerinin gideceği yeri peşinen belirlemediği gibi, ne Marksizmin “özü” Bernstein-Kautsky hattını ne Maoizmin “özü” Pol Pot uygulamalarını ne de Leninizmin “özü” örneğin Jdanovculuğu ve benzerlerini dayatır.

Bir düşünceyi yanlış ve tutarsız bulabilirsiniz; ama mutlaka “korkunç” yerlere gitmeye mahkûm olduğu çıkarsamasını peşinen yapamazsınız.

***

Gene de, balığın kokmaya başladığı bir yer olması gerekir.

“Baş” değildir, ama balığın kokmaya başladığı yer her zaman ve her yerde aydınlar olmuştur. Daha doğrusu, neyi savunduğundan, hangi düşünceyi benimsediğinden önce, aydının bizatihi kendisi…

Evet, çok önemlidirler, mücadelede vazgeçilmez yerleri vardır; ama geleneksel bir zaafları da vardır. “Bağımsızlık”, “düzen karşıtlığı”, “çağının tanıklığı” gibi taltif edici nitelemelere, ayrıca özgürlüklerine düşkün görünmelerine rağmen aydınlarda her zaman başka bir eğilim daha olmuştur: Güçlü olana yaslanma, daha ötesi kendi düşüncelerinin güçlü olanın yaptıklarına yansımakta olduğu inancıyla avunma eğilimi…

Bu nedenle dün “ABD Sovyet belasının hakkından gelsin” diye yırtınan eski solcu batılı aydınla bugün kimi uğraklarda “Dışardan birileri Türkiye’ye fiilen müdahale etsin” diyebilen Türkiyeli “liberal” aydın aynı soydan gelmektedir.

“Yetmez ama evet” diyeni de, dün Kemalizmle hesaplaşacağı umuduyla desteklediği bir rejim için bugün “O da Kemalist” oldu” diye hayıflananı da…

Mekânsa, evet New York’umuz yok, ama kapı gibi İstanbul’umuz ne güne duruyor?