Tepinmeye devam mı?

Türkiye solunun ciddi sorunlarıyla uğraşanların, daha doğrusu bunların büyük bölümünün bir başka açıdan hayli gururlu ve rahat olduklarını inkâr edebilir miyiz?

Gerçekten az buz değildir: Çeyrek yüzyılı bulan serbest atışların ve kafa ütülemelerin ardından bu koroya katılanların değil de kendilerinin haklı olduğu bugün ayan beyan ortadadır.

Sahi, az mı kafa ütülediler:

Marksist-Leninist gelenek doğruyu “tekleştirirdi”; oysa doğru çok parçalıydı… 

Dünyamız otoriter-totaliter rejimleri tarihe gömerek ileri (ya da radikal) demokrasi yörüngesine giriyordu…

Küreselleşme, ulusal sınırları ortadan kaldırarak yeni bir enternasyonalizmin temellerini atıyordu…

Avrupa Birliği bu süreçlerin öncü koluydu; öyle kriterleri vardı ki… Gerisini de bu topluluğu “emeğin Avrupa’sı” yaparak biz halledebilirdik…

Özelleştirmelerle, bir baskı aygıtı olduğunu hepimizin bildiği devlet de küçülecek, yani güçsüzleşecekti…

Türkiye’ye gelince…

Bambaşka bir mecraya girmişti; geçmişle hesaplaşılıyor, tarihimizle yüzleşiliyor, otoriter devlet geleneği sorgulanıp aşılıyor, çeteler temizleniyor, asker vesayeti bitiyor, yepyeni bir sol için ortalık temizleniyordu…

***

Şimdi, çeyrek yüzyıl süren bu çokbilmişliklere hep itiraz etmiş olanlar bugün haklıı çıkmanın gururunu ve rahatlığını yaşıyorlarsa anlayışla karşılamak gerekmez mi?

Bu soruya başka bir soruyla yanıt verelim: İyi de, bu söylenenlerin ve söyleyenlerin üzerinde ha bire tepinip durmak bizi fazla ileri götürür mü?

Meseleye en genel hatlarıyla bakalım: Dünyamız, 19. yüzyıl sonlarında emperyalizm olgusuyla birlikte nasıl yeni bir tarihsel evreye girmişse, 20. yüzyıl sonlarında sosyalist sistemin çöküşü ve dünya kapitalizminin daha ileri düzeyde entegrasyonuyla da bir başka tarihsel evreye adımını atmıştır.

İşte, kafa ütüleyiciler, bu dönem değişimini göremedikleri için değil, değişimin içeriğini, ana eğilimlerini ve yönelimlerini yanlış (hatta yer yer ahmakça) okudukları için düşünsel planda iflas etmişlerdir.

İsteyen, bu iflasın üzerinde tepinmeyi ilanihaye sürdürebilir…

İşin “doğrusuna” gelince:  

“Ne biçim çuvalladınız ama…”, “fincanı taştan oyarlar…” gibisinden nispet yapmaların dışında, birilerinin neyi neden ve nasıl yanlış okuduklarına ilişkin değerlendirmeler yapacaksak, tamam; bu sınırlar içinde kalma kaydıyla biz de tepinmeye devam edelim…

Ama daha önemlisi, önce dünyanın 20. yüzyıl sonlarından başlayarak yeni bir evreye girdiğini kabul etmek, sonra da bu evrenin özgül yanlarını, bunların sola verdiği mesajları ve ipuçlarını irdelemektir.

Örneğin?

Örneğin, solculuk, devrimcilik, devrimci demokrasi, devrim, “sapmalar”, ittifaklar, cephe, sosyalizm, komünizm, vb. terimleri bugün de kullanacaksak (ki elbette kullanacağız); her birinin içinin 20. yüzyıldakine göre belirli farklılıklarla doldurulması gerektiğini de göreceğiz…

Daha açık konuşalım: Geride bıraktığımız 20. yüzyılın büyük bölümüne kapitalist sistem-sosyalist sistem karşıtlığı damgasını vurmuştu… Az önce sıralanan terimlerin hepsinin içeriği, bu karşıtlığın doğrudan ya da dolaylı etkileriyle belirlenmişti…

Hiçbiri reddedilmeli, miadını doldurduğu düşünülmemeli; ama her birinin içeriği birikmiş (çökelmiş) ilkeler ve doğrular temelinde yenilenmelidir…   

Yoksa?

Yoksa en azından bir nokta açıktır: Dünyanın her yerinde, kapitalizmin yol açtığı eşitsizliklere ve adaletsizliklere yönelik tepkiler büyüyecektir… Ve biz yanlışlananlar üzerinde tepinip durmaya devam edersek bu tepkiler ırkçılığın, milliyetçiliğin, dinci fanatizmin, faşizmin, neo-faşizmin kanallarında yatak bulacaktır…  

Tepinmeye devam mı?