Tek adam anayasasına hayır!

Daha önce, bu anayasa taslağına usulden, esastan ve toptan hayır demek gerektiğini yazmıştım. Aradan geçen zaman, taslak metin üzerine hukuk tartışmaları yapmanın, meclisteki “gizli” oylamadan medet ummanın boş olduğunu çok açık biçimde gösterdi.

Nisan referandumunda oy kullanacakların çoğunluğu için ölçütün, taslağın hangi maddesinde ne yazıldığı olmayacağı şimdiden belli. 

Bu taslak, 12 Eylül anayasasında bile yer alan,  ”egemenliğin kullanılması hiçbir suretle hiçbir kişiye bırakılamaz” burjuva hukuk kuralının ilga edilerek, tüm devlet erklerinin tek adama devredilmesini düzenliyor. Durumun, “zaten” ve “fiilen” böyle olması, referandumu önemsizleştirmiyor. Tersine, “evet” sonucu fiili durumu meşrulaştıracağı,  “hayır” sonucu,  fiili tek adam diktatörlüğünü sona erdirme yolunda çok değerli bir toplumsal olanak sunacağı için kritik bir önem taşıyor. Sorunun bir boyutu daha var: Erdoğan ve AKP iktidarının en önemli meşruluk kaynağı, yüzde 50’ler civarındaki oy desteğidir. AKPMHP blokuna karşı “hayır”ı kazanmak, yalnızca çeşitli açılardan zayıflamakta ve yalnızlaşmakta olan Erdoğan’ı göndereceği için değil, Türkiye’ye yeni bir yön ve heyecan kazandıracağı için de çok büyük bir önem taşıyor. 

***

“Hayır” blokunun göründüğünden, daha doğrusu anaakım medya tarafından gösterilmek istendiğinden çok daha güçlü olduğuna işaret eden birçok belirti var. 

En başta, Erdoğan’ın başvurduğu tehdit, şantaj, terör , baskı ve sindirme yöntemleri, sonuçtan emin bir serinkanlılığı değil, büyük bir korku ve telaşı yansıtıyor. OHAL uygulamaları; dokunulmazlıkların kaldırılmasından sonra HDP vekillerinin ve onbinlerce aktivistinin, yüzlerce gazetecinin, bilim insanının tutuklanması, FETÖ operasyonlarının asker eşlerine uzanması, FETÖ’yle ilişki ve “iltisak”ları kanıtlarıyla dosyalanmış AKP vekillerine meclisteki oylamalar sırasında açık markaj ve şantajlar… Korkunun ecele yararı yoktur ve bunu kanıtlamak “hayır” diyenlere düşüyor. 

İkincisi, referandumda “evet”i cebine koyduktan sonra Erdoğan’ın yumuşayacağı, ülkenin “huzur” a kavuşacağı boş bir hayaldir ve geniş kesimler bunu kendi deneyleriyle öğrenmiş bulunuyorlar. 

Üçüncüsü, iktidarın 15 Temmuz sonrasında iyice pervasızlaşan, hiçbir hukuk, kural tanımayan uygulamaları, devlette, toplumda, her siyasal kesimden yurttaşta, bizzat iktidar bloku ve müteffikleri içinde hoşnutsuzların, küskünlerin sayısını artırmıştır.

Dördüncüsü,  AKP iktidarındaki 14 yıldan farklı olarak ekonomik kriz,  ete kemiğe değmeye başlamış, inşaat sektörünün sürüklediği nisbi ekonomik canlılığın sonuna gelinmiştir. Fiili devalüasyon, tasarruf, yatırım ve bunların sonucu olarak büyüme oranlarında düşme, dış yatırımlarda azalış, dış ve iç borçlardaki tırmanış, en başta emekçilerin ama aynı zamanda orta sınıfların sofralarındaki lokmaların daha da küçülmesine yol açıyor. Önümüzdeki aylarda bu süreç ivmelenecektir. 

Beşincisi, özel olarak Suriye, genel olarak Ortadoğu’daki gelişmeler, Erdoğan’ın ve AKP’nin dış siyasetleri üzerindeki kuşku ve güvensizlik bulutlarını yoğunlaştırmıştır. Yeni Osmanlıcılık, “komşularla sıfır sorun”, “stratejik derinlik” hayalleri tuzla buz olmuş, Suriye ve Irak siyasetlerindeki  öngörüsüzlük ve zig zagların, Kürt siyasetindeki dayatmaların, Erdoğan Türkiyesini emperyalist müdahalelere, IŞİD ve El Nusra Cephesi gibi örgütlerin terör ve şantajlarına açık hale getirdiği açığa çıkmış, toplum bilincine işlemeye başlamıştır.

***

Bu koşullarda Nisan oylaması sıradan bir referandumun ötesinde bir anlam taşıyor.

Daha şimdiden, kendiliğinden bir “hayır” cephesi oluşmuştur. Toplumsal muhalefetin tüm birikimi bu kez, “yetmez ama evet”, “boykot” türünden farklı seslerin de yokluğunda, bir bileşke sloganda, “hayır” da cisimleşmiştir. 

Anaakım medya merkezlerinden pompalanan, yarın ”anket”lerle daha da bunaltıcı biçimde topluma kakılacak olan  “yüzde 60-70 oyla evet önde” manipülasyonlarına prim vermeyen bir kararlılık, özgüven ve sandık hilelerine karşı örgütlülük bu mücadeleyi kazanmanın kritik öncelikleridir.      

Anket merakı ya da sonuç üzerine papatya falı zararlıdır. Sonucu, anket ve fal değil, “hayır” toplumsallığını enerjiye ve sinerjiye dönüştürecek birleşik mücadele belirleyecektir.

“Hayır” cephesinin, tüm öğeleriyle sürecin gereklerini yapmaya odaklanması, mücadeleyi tüm gizil ve yedek güçlerin harekete geçirildiği bir seferberlik havasında yürütmesi gerekiyor.