Solda tartışma kültürü

Solda “tartışma adabı ve kültürü” üzerine daha önce bir portal yazısı yazmıştık (bkz. “Tartışma Adabı ve Kültürü, soL portal, 30 Ocak 2010).

Açık konuşmak gerekirse “tartışma adabı ve kültürü”, solun gelişme ve olgunlaşma açısından zayıf kaldığı alanlardan biridir. Türkiye solunun son yarım yüzyıl içinde, hadi başka meseleleri geçtik, tartışma adabı ve kültürü açısından ciddi bir ilerleme kaydedemediğini, hatta gerilediğini söylemek mümkündür.

Örneğin, eskiden pek olmazdı, ama bugün soldaki herhangi bir kişinin aynı yazıdan hareketle ve aynı anda hem devrimci demokrat hem liberal, hem “Kürt kuyrukçusu” hem “Kemalist-ulusalcı”, hem Stalinist hem Troçkist, hem legalist-pasifist hem de anarşist ilan edilmesi mümkün olabilmektedir!

***

Burada önce gelen, belirleyici olan kültürdür, adap değil…

Genel olarak sol kültürün ve onun bir parçası olarak tartışma kültürünün gelişmemiş olması adabı da etkilemektedir.

Peki, olumlu-olumsuz bunca deneyim söz konusuyken, üstelik solda ciddi biçimde okuyup yazan insan da varken hepsinin üzerinde neden belirli bir birikim oluşmuyor da böyle bir durum ortaya çıkıyor?

Bize göre ortada “paradoksal” denebilecek bir durum vardır.

Solda, az önce değinilen olumsuzluğun, hatta gerilemenin yanında bir başka ve bu kez “olumlu” bir gerçek daha durmaktadır: Solda analiz, saptama ve kategorileştirme yetenekleri, bu anlamdaki donanım eskisine göre hayli gelişkin sayılabilir. Gerçekten de Türkiye solu dünyayı ve Türkiye’yi eli yüzü düzgün şekilde analiz edebilmekte, başat eğilim ve yönelimlere ilişkin yerinde saptamalarda bulunabilmekte, mevcut güçleri doğru konumlarına yerleştirebilmektedir.  

O zaman sorun nerede? Bunlar neden asgari de olsa bir adap ve kültür düzleminde tartışılamıyor?

Bizce sorunun iki nedeni vardır.

İlki, soldaki “inatlaşma kültürüyle” ilgilidir. Örneğin (A) siyasetinden olan biri, eğer (B) siyasetini bir tür rakip olarak görüyorsa, (B) siyasetinin kendisine en yakın çözümlemelerinde bile mutlaka bir “defo” bulacak, bulduğuna inandığı bu defodan hareketle (B) siyasetini yerin dibine batırmaya çalışacaktır.

“Aferin” demesi, beğenisini açıkça belirtmesi şart değildir elbette, ama hiçbir şey demeyip bu “yakınlığı” aklında bir yere not etse olmaz mı?

Olmaaaaz! 

Çünkü (A) siyaseti başka herkesi mat edip kendi siyasal aklının ne kadar üstün, gelişkin ve rakip tanımaz olduğunu cümle âleme gösterme arzusundadır.

Birinci neden budur.

***

İkinci neden ise birincisinden biraz daha karmaşık ve çok yönlüdür.

Türkiye solu, analiz, saptama ve konumlandırma konusundaki donanım ve yetkinlikle pratik siyaset, açılım ve hamle gibi alanlardaki donanım arasında mutlaka bir açı olacağını gözden kaçırmaktadır.

Şunu kastediyoruz: Bir olguyu, bir durumu, bir bütünselliği çözümlemede, var olan eğilimleri saptamada daha “konvansiyonel” yöntemleri ve araçları kullanabilirsiniz; ama müdahale, pratik siyaset ve eylem söz konusu ise bu kez “konvansiyonel” araçların ötesine geçip yaratıcı, yenilikçi, deneyici ve cesur davranmak gerekir. Yeni öneriler ve “tezler” dâhil olmak üzere…

İşte, “kopma noktası” budur, buradadır. Çünkü Türkiye solu, birinci neden saydığımız “inatlaşma” kültürünün bir uzantısı olarak siyasal pratiğe ilişkin her öneriyi ya da açılımı doğru bildiği (ki doğru da olabilir) genel çözümlemeye aykırı, hatta bunu kökten reddedici sayma eğilimindedir…

Başka bir deyişle, genel çözümleme ve saptama ile pratik öneri, somut siyasal hamle arasındaki kaçınılmaz açı, ikincisinin ilkini reddiymiş gibi görülmesine yol açmaktadır.

Oysa durum hiç de böyle olmayabilir…

İsteyen, aynı meseleyi Lenin’in 1917 “Nisan Tezleri” bağlamında da düşünülebilir. Dönemin pek çok Bolşevik’ine göre bu tezler “Rus devriminin izleyeceği yol” konusundaki yerleşik doğrulara ters düşmüyor muydu?  

***

Uzatmayalım; eğer çözümlemeleriyle, saptamalarıyla ve yerleştirmeleriyle en de değil tek doğru yerde durduklarına inananlar varsa, bunun bire bir karşılığı ya da uzantısı olan siyasal pratiği sergilesinler de görelim.

Yok, olmuyorsa, başkalarının girişimlerini ve açılım çabalarını hemen “mahkûm etmeden” en azından anlamaya ve medenice tartışmaya çalışsınlar.