Sol siyaset ve kutsanmış bakirelik

Daha önceleri birkaç kez değinmiştik: Haklar söz konusu olduğunda insanların çeşitli alanlardaki haklarına “negatif” ve “pozitif” haklar tanımıyla yaklaşan değerlendirmeler vardır. Negatif haklar, nelerin yapılamayacağına, insanların nelere zorlanamayacağına ilişkin ifadelerden oluşur. Örneğin “hiç kimseye işkence yapılamaz” ya da “hiç kimse (…) nedeniyle ayrımcılığa maruz bırakılamaz” gibi.

Pozitif haklar ise insanların nelere, hangi imkânlara sahip olması gerektiğini dile getiren pozitif cümlelerle ifade edilir. Örneğin “herkes insana yakışır bir işte çalışma hakkına sahiptir” ya da kent hakkı (Henri Lefebvre) bağlamında “herkes yaşadığı kenti değiştirerek kendini değiştirme hakkına sahiptir” (David Harvey) gibi.

Bu ayrımı sol siyasete uygulamak mümkündür.

Haklar alanında “negatif hakları” hiç umursamamak nasıl mümkün değilse, sol siyasette de “negatif hükümlerin” hiç kuşkusuz belirli bir değeri vardır: “Düzen partilerine yancılık yapılmaz”, “burjuvaziyle işbirliği olmaz”, “neoliberalizme taviz verilmez” gibi. Gelgelelim, sol siyasetin salt negatif hükümler üzerinden inşa edilmesi mümkün değildir.

Negatif hükümler, siyasal öznenin inşasında bir çıkış noktası olabilir; ama bu çıkış noktası kendi başına siyaseti, siyasallaşmayı ve dışarıya uzanmayı garanti etmez. Bunun için negatif hükümlerin ötesine, neyin yapılması gerektiğine ve yapılabileceğine ilişkin pozitif hükümlere geçilmesi gerekir.

Bizce sol siyasetin çözülmesi gereken düğümü de buradadır.

***

Hiçbir özne, içinde bulunduğu güncel uğraktan devrim uğrağına uzanan süreci önceden kestiremez ve tanımlayamaz.

Kritik bir güç eşiğine gelinceye kadar hiçbir siyasal özne salt kendi girişimleriyle sınıf/kitle/halk hareketi yaratamaz.

Bunlar da bizim “negatif hükümlerimiz” olsun.

Ancak sol siyaset, bugün içinde bulunduğumuz güncel uğraktan geleceğe uzanan o “gri” süreçlerde inisiyatif kullanarak istisnasız tüm sorun alanlarına değecek işler yapabilir (yapmalıdır); yaşanmakta olanların içine korkusuzca dalabilir (dalmalıdır); önceden sarraf terazisine vurmadan ve deney kazanımına önem vererek her olguya müdahil olabilir (olmalıdır) ve örneğin yerelliklerden başlayarak görece geniş muhalefet odakları oluşturulmasında rol oynayabilir (oynamalıdır).

Bunlar da “pozitif hükümlerimiz”…

Kısacası, bütün bunlar, Can Soyer’in son yazısında değindiği “siyasetin sistematik biçimde önemsizleştirilmesi” hendeğinin aşılması açısından mutlak zorunluluktur.

Gene kısacası, sol siyasetin, “negatif hükümler” tutkunu kesimlerin sataşmalarını ciddiye almadan yenilikçi, yaratıcı, cesur ve deney biriktirici olması gerektiğini söylüyoruz…

Yok, bir tarafta uçurum varmış düşermişiz, yok beri tarafta tuzak kurulmuş bizi bekliyormuş, yok öbür tarafta kızgın soba varmış yanarmışız…

Yanarsak yanarız, sana ne?

***

Katoliklikte “kutsanmış bakireler” vardır (consecrated virgin). Bu kadınlar “İsa’nın özel zevceleri” olarak yaşamları boyunca bakire kalıp yıllarını hayır, kefaret ve havarilik gibi işlerle geçirirler.  

“Negatif hüküm” meraklıları “Biz böyle değiliz, biz günümüzün gelmesini bekliyoruz, o zaman öyle bir açılacağız ki…” diyebilirler. Ne var ki kapitalizmin bugünkü şekillenişi, istisnasız her alana kendi siyasal tasallutuyla birlikte yürüyen bir “siyasetsizleştirme” operasyonu olarak tanımlanabilir. Üstelik “istisnasız her alan” denildiğinde devreye geleneksel sol siyasetin pek aşina olmadığı “yeni” gündemler de girmektedir.

Bu durumda sol siyaset ya bütün bunların gün gelip emek-sermaye çelişkisine (kendiliğinden) baliğ olmasını bekleyecek ya da bu çelişkiyi söz konusu alanların tek tek her birine taşıyacaktır. Ama dışardan, uzaktan seslenerek değil, ne varsa onun içine girerek, müdahil olarak ve dönüştürmeye çalışarak.

Öznenin gerçek anlamda inşası da negatif hükümler manzumesinden pozitif hükümlere uzanan böyle bir süreçte mümkün olabilecektir.