Siyasette ve ideolojide yeni dönem

“Sosyalist hareket yeni bir dönemin açılmakta olduğunu, artık yeni bir zeminde konumlanması gerektiğini ve yeniden kuruşla birlikte bu yeni zemine yerleşmiş olacağını bilince çıkarıp, eski zeminden ve onun kalıcılaştırdığı her tür alışkanlıktan kopmalıdır.”

En son yazımızı bu sözlerle bitirmiştik. Şimdi kaldığımız yerden devam edelim.

***

Önce iki saptama gerekiyor.

Birincisi, Türkiye’de resmi ideolojinin toplumu bir arada tutma ve rejime bağlama kapasitesi hızla daralmaktadır. Bu durumda, en büyük pay, İkinci Cumhuriyet adını verdiğimiz yeni rejimin inşasına soyunan AKP’nin, rejim kurucusu olmaya yetecek kapsayıcılıkta bir resmi ideoloji üretimini başaramamış olmasındadır. AKP’nin resmi ideoloji olarak topluma dayatabildiği dizge, baştan sonra gerici, piyasacı ve savaş kışkırtıcısı bir cehalete denk düşmektedir. Oysa Türkiye toplumu, AKP’nin sandığından ötede bir gelişmişlik düzeyine sahip olduğunu, dolayısıyla bu ölçüde sığ bir ideolojik hegemonyaya teslim olmayacağını göstermiştir.

İkincisi, bu durumun bir sonucu olarak, toplumun neredeyse yarısına denk düşen çok geniş bir kesim, AKP rejimi tarafından kapsanamamakta, aynı anlama gelmek üzere, AKP rejiminin saldırılarına maruz kalmaktadır. AKP, kapsayamadığı ve kendi ideolojik hegemonyasına boyun eğdiremediği kesimlere rejimle asgari de olsa barışık kalabilecekleri hiçbir alan ya da tutamak noktası bırakmamaktadır. Siyaset alanının da bu daralmadan nasibini alması ölçüsünde, rejimin saldırılarıyla karşı karşıya kalan geniş halk kesimleri, kendisini siyaset sahnesinde de ifade edememekte, giderek politik temsilcisini bulamamaktadır. Rejimle barışık kalamayan, aynı zamanda talep ve beklentilerini yükleyebileceği bir politik temsilci de bulamayan halk, bu koşullarda siyasete doğrudan müdahale etmeyi denemekte, Haziran Direnişi gibi devasa ya da Validebağ gibi sınırlı örneklerde görüldüğü gibi, talep ve beklentilerini dolaysız ve aracısız bir biçimde dile getirmektedir.

***

Kuşkusuz, AKP rejiminin özelliklerine dair başka saptamalar da yapılabilir. Ancak tartışmamıza bir temel olması açısından, şimdilik, bu ikisiyle yetinelim. Ve bu saptamaların ardından gelen sonuçları da kısaca belirtelim.

AKP’nin yaşadığı ve kendisini tüm toplumu belirli bir ölçüde ve oranda kapsayan bir resmi ideolojinin oluşturulamaması olarak gösteren sorun, daha şimdiden bir meşruiyet krizinin belirtilerini sergilemektedir. Çünkü AKP rejimi, bu sorunu çözecek kıvraklıktan ve esneklikten gün geçtikçe daha da uzaklaşmaktadır. Şimdi bir sorun biçiminde saptayabildiğimiz durum, giderek kalıcılaşma ve derinleşme eğilimi göstermektedir.

İdeoloji alanındaki bu daralmaya, siyasetteki daralma eşlik etmektedir. Türkiye’de düzen siyaseti, artık halkın talep ve beklentilerini karşılayamayacak ölçüde dar bir alana sıkıştırılmış, nihayetinde düzen siyasetinin tüm farklı ve “muhalif” yolları AKP rejiminin temellerine güç verir bir döngüye mahkum kalmıştır. Halk unsurunun siyaset alanına doğrudan girmesi, böylesi bir somut gereksinimin ifadesidir. Türkiye’de burjuva siyasetinin halkı genel olarak edilgen bir konuma ittiği tarihsel dönem sona ermeye başlamıştır ve yeni dönemde siyasetin en etkin unsurlarından biri de halkın bizzat kendisi olmaya doğru gitmektedir.

İdeoloji ve siyaset alanlarındaki daralmanın doğrudan sonuçlarından biri de her iki düzlemdeki mücadele başlıklarının örtüşmesidir. Kimi tarihsel dönemlerde anlamlı olabilmişse de ideolojik ve siyasal mücadeleyi ayrı kanallardan ya da ayrı frekanslardan yürütme yönündeki tüm denemeler başarısız olmaya mahkumdur. Açılmakta olan yeni dönemin temel mücadele başlıkları, ister ideolojik isterse siyasal olarak formüle edilsin, AKP rejimi ile halk arasındaki uzlaşmaz çelişkinin somut görünümlerine dönüşmektedir. Daha açık bir ifadeyle, bugün Validebağ’daki direnişten ayrı bir kamuculuk mücadelesi ya da Yeşilbahar’daki karşı koyuştan bağımsız bir aydınlanmacılık mücadelesi tarif etmenin yolu yoktur. İdeolojik ve siyasal mücadelenin gündemleri üst üste binmiştir.

Sosyalist hareket, son 30 yılın koşulları içerisinde edindiği “halksız” siyaset yapma alışkanlığını bir kenara bırakmak için en uygun dönemden geçmektedir. Uzunca bir süre kitle bağları tamamen kopmuş, zaman zaman öncü kadro gruplarına değin küçülmüş, en genişlediği ölçeklerde bile Türkiye’deki geleneksel sosyalist nüfusun ötesine taşamamış bir mücadele pratiği, yeni dönemin gereksinimlerini karşılamaktan hayli uzaktır. Türkiye’de sosyalist hareket, geniş halk yığınlarına seslenmenin, geniş halk yığınlarıyla devinmenin, geniş halk yığınlarını harekete geçirmenin yolları, tarzı ve dili üzerinde kafa yormalı, dahası acilen bu başlıklarda somut başarı örnekleri yaratmalıdır.

Son olarak, sosyalist hareket, AKP rejiminin ideolojik krizini de dikkatle izlemelidir. Çünkü yaşanan kriz ortamında halk içinde kendiliğinden biçimde açığa çıkan dinamikler, büyük oranda sosyalizm düşüncesinin evrensel değerleriyle uyumlu nitelikler göstermektedir. Dolayısıyla, rejimin ideolojik krizi karşısında sosyalist hareketin büyük ve sarsıcı ideolojik mevziler kazanması mümkündür. Ancak burada da, eski dönemin alışkanlıklarından biri olan, yalıtık bir ideolojik mücadele pratiğinden kopulması, siyasetin ve siyasal kazanımların ideolojik mücadelede ön açıcı olduğunun görülmesi gerekmektedir. Sosyalist hareket, toplumdaki gerçek ve somut bir mücadelenin tarafı, temsilcisi ve kazananı olmadan, yani siyaset yapmadan ideolojik hegemonyasını adım adım genişletebileceği yanılgısından kurtulmalıdır.

Özetle, bir yeniden kuruluş ihtiyacı ile yüz yüze olan sosyalist hareket, yeni dönemde siyasal ve ideolojik mücadelenin tarzı üzerinde düşünerek işe başlamalıdır. Çünkü sosyalist hareketin elini kolunu bağlayan sorunların önemli bir kısmı, bu başlıklardaki alışkanlıklardır.