Referandum, 'hayır' ve AKP’nin geleceği

Ülkedeki genel havaya bakıldığında, referandum öncesinde en azından “moral üstünlüğün” hayır diyecek kesimde olduğu görülmektedir.

İyi bir şeydir ve “öyle bir halk var ki…” diye başlayıp “gerçekçilik” adına karamsarlık yayan tespitlerle kafa bulandırmanın âlemi yoktur.

Bir ek yaparak devam edelim:

“Hayır” olasılığını gören rejimin, 16 Nisan’a kadar “tercih değiştirici” etki yaratacağını düşündüğü birtakım işlere yeltenmesi kuşkusuz olasıdır. Ancak, işi gücü bırakıp “acaba bu kez ne yapacaklar?” sorusuna gömülme de son tahlilde “hayır” çalışmalarını sakatlayıcı bir tutumdur ve uzak durulması gerekir.

***

Referandumda “hayır” diyeceklerin, “evet” diyeceklere göre çok farklı unsurları barındıran, türdeşlikten uzak bir bileşimi temsil ettiği açıktır. Böyleyse, “hayır” çıkması durumunda ülkenin önüne konulması gereken gündemi şimdiden düşünmekte ve bunun hazırlıklarını yapmakta yarar vardır.

Gene de, bunu önceleyen bir başka gerçek unutulmamalıdır: Başta emekçiler olmak üzere geniş kesimlere yönelik etkili bir “hayır” çalışmasının, siyasal-ideolojik planda ve örgütlenme anlamında mutlaka daha uzun soluklu etkileri olacaktır. “Örgütlenme” dediğimiz şey,ilk ağızda ille de formel bir yapıda buluşulması anlamına gelmez; bir kitle çalışmasında kurulan ilişkilerin süreklilik kazanması da bir bakıma “örgütlenme”, daha doğrusu onun ilk ve zorunlu adımıdır. 

Bu ülke, “solla ilk kez (…) kampanyası sırasında tanıştım” diyen insanlarla doludur.

“Hayır” çıkması durumunda ne yapmak gerekir diye soruluyor ya, işte bunu belirleyecek en önemli öğelerden biri, hayır çalışması sırasında kurulan ilişkilere kazandırılacak sürekliliktir. Bakın, “hayır” diyeceklerin kafasının netleştirilmesinden, onların da tam tamına bizim gibi “hayır” demesini sağlamaktan çok ilişkilerin süreklilik kazanmasından söz ediyoruz.  

***

“Hayır” çıkarsa?

Akla ilk gelen olasılıklar rejimin gözünü karartıp masayı devirmesi ya da Türkiye’yi bir “normalleşme, yeni bir “denge” ve “istikrar” ortamına taşıyacağı düşünülen süreçlere start verilmesidir.

Birinci olasılığı şimdilik bir kanara bırakıp ikincisi üzerinde duralım. 

Günümüz dünyasının ve bu arada elbette Türkiye’nin temel özelliği olarak görülmelidir:  Sorsanız, sermaye sınıfının, onun organik aydınlarının, önde gelen ideologlarının ve siyasetçilerinin, giderek az çok düşünüp çözümleme yapabilen insanların aklının “işte, budur, böyle olması gerekir” dediği ne varsa, maddi süreçler oradan uzaklaştırıcı, en azından oraya varılmasını daha da güçleştirici şekilde gelişmektedir.

Bizce bu “denge noktasından uzaklaştırıcı” ya da denge noktasının bulunmasını güçleştirici dinamiklerin temelindeki gerçek, bir yanda sermaye sınıfı ve onun egemenliği ile diğer yanda devlet ve siyasal iktidar(lar) arasındaki mesafelerin toplamda daha fazla açılmış olmasıdır.

Aslında, sermaye birikim süreçleriaçısından bakıldığında, yukarıdaki iki bölme arasındaki mesafe kısalmış ve doğrudanlaşmıştır. Ne var ki sermaye sınıfının belirli bir toplumsal formasyondaki egemenliği ve bu egemenliğin yeniden üretilmesi açısından bakıldığında, tersine, mesafe açılmış ve dolaylılaşmıştır. Bu söyleneni, özellikle Türkiye için bir ekle takviye etmek gerekecektir: Açılan ve dolaylılaşan mesafede bir de bölmelerden birini oluşturan devlet-siyasal iktidar ikilisi daha fazla iç içe geçmiştir…

Bu “teorik” tespitin pratikteki karşılığı ise şudur: Sermaye sınıfı, birikim süreçlerinin temel ihtiyaçlarını karşıladığı sürece, siyasal iktidarlara ve devlete, geniş bir hareket alanı içinde yerleşik olanın ötesini deneme, üstyapı alanında kurulu olanı altüst etme, “inisiyatif alma”, hatta içte ve dışta “macera arama” icazeti verdiği gibi kendini bunlara adapte etme taahhüdünde bulunmuştur…

***

Peki, bundan ne sonuç çıkar?

“İstikrar” ya da “dengenin” güçleşmesinin ötesinde bir de şu sonuç çıkar:

“Hayır”, kimilerinin iddia ettiği gibi AKP modelinin ya da zihniyetinin sonunu getirmeyecektir. AKP adını taşıyan parti iktidardan düşse bile, temsil ettiği anlayış başka adlar ve kılıklarla da olsa bu ülkede varlığını sürdürecektir.

Bir benzetme yapmak gerekirse AKP, Türkiye’nin siyasal yaşamında bir “ANAP olayından” çok (artık)  bir DP-AP-DYP sürekliliğini temsil etmektedir.