Propaganda mı ajitasyon mu?

Bu ülkede yaşları 40’ın üzerinde, farklı örgütlere dağılmış, sosyalist mücadelede en az yirmi yıllık deneyime sahip insanlar ve temsil ettikleri bir birikim vardır. Bunun dışında, sayıca bu kesimi kat kat aşan, Gezi’yi yaşamış, büyük bölümü herhangi bir sol örgüte mensup olmayan, ama kendini solcu, sosyalist olarak tanımlayan genç kuşaktan söz edebiliriz. 

Genç kuşak, sözünü ettiğimiz “birikime” şu ya da bu şekilde bakmakta, “deneyimli” varsaydıkları abileri ve ablalarından bir şeyler kapmaya çalışmaktadır. 

Peki, genç kuşak bu abi ve ablalardan gerçekten bir şeyler alabiliyor mu? 

Abiler ve ablalar bu genç kuşağa gerçekten bir şeyler verebiliyor mu? Bu anlamdaki tarihsel sorumluluğunu gereğince yerine getirebiliyor mu? 

Yoksa tersine, bilerek ya da bilmeyerek kafa karıştırıcı, moral bozucu, şevk kırıcı işler yapmayı marifet mi sayıyor?   

Bu konuda kesin bir yargıya varmak için henüz erkendir. 

Ancak, “deneyimli” ve “birikimli” kesimden kimi öbeklerin şu referandum meselesinde yaptıkları anlaşılır gibi değildir.  

Örneğin, Ne Yapmalı’yı başucu kitabı sayanlar nasıl olur da propaganda ile ajitasyon arasındaki farklılıkları bilmezler? 

Bu farklılıklara solun tarihinde ilk kez Plehanov tarafından işaret edilmiş, sonra Lenin Ne Yapmalı’da bunları biraz daha geliştirmiştir. Özetlersek, propagandada çeşitli konuların ve görüşlerin kapsamlı biçimde ve görece dar bir kesime anlatılması söz konusudur; ajitasyon ise tek bir olayın, özellikle öne çıkarılan bir çelişkinin en geniş kesimleri harekete geçirecek şekilde işlenmesidir. 

Aradaki geçişkenlikler ya da çağımızın “iletişim çağı” olması meselenin özünü değiştirmez; ağırlıklı olarak propaganda konusu olabilecek konular vardır, bir de ağırlıklı olarak ajitasyon konusu olması gereken gündemler...  

Örneğin, 2003 yılındaki 1 Mart tezkeresi hangisine ağırlık verilmesini gerektirmişti? 

Meclis’te tezkereye hayır diyenlerin niyetlerine ve şecerelerine bakılmış mıydı?

Günümüze gelirsek, önümüzdeki referandum hangisini gerektirmektedir?

Propagandayı mı ajitasyonu mu? 

“Hayır” diyeceklerin böyle deme gerekçeleri dert edilmeli midir? 

***

“Elbette hayır diyeceğiz, ama hayır çıkarsa bizi bekleyen sağlı sollu tuzaklar…” 

Böyleyse, bu sağlı sollu tuzakları propaganda kapsamında belirli çevrelere anlatırsın, kendi çevreni tahkim edersin, bu tuzaklara karşı hazırlarsın… Ama referandum ve “hayır” temelde bir ajitasyon konusuysa işin bu yanına gölge düşürüp kafa ütülememen gerekir… 

***

“Hayır var, hayır var… Bizim hayır’ımız başka, sizinkiler ise…” 

Bir referandum söz konusudur ve verilecek hayır oylarının bir kısmının makbul öbür kısmının mekruh sayıyorsan gider bunun propagandasını belirli çevrelerde yaparsın; ama hayır ajitasyonunu bunlarla sakatlayamazsın. 

Ajitasyon, bir münazara süreci değildir. 

***

“Ya referandumdan çıkacak bir ‘hayır’ üç dört yıldır pusuda bekleyen liberal restorasyon için vesile teşkil ederse?” 

Bunu da propaganda çalışmalarında anlatırsın…

1930’larda Avrupa’da faşizm yükselirken klasik burjuva demokrasisi faşizmin yükseldiği ülkelerde ne kadar pusuda idiyse bugün liberal restorasyon Türkiye’de o kadar pusudadır.  

Ne kadar pusuda ise sen de propagandanda o kadarını anlatırsın. 

Yok eğer pusuda bekleyen liberal restorasyonu da “ajitasyon konusu” yapabiliyorsan, buna biz de bravo deriz… 

***

Tekrar ediyoruz: Referandum, ajitasyon nosyonunun ve bu kapsamda yapılacakların propagandaya mutlaka baskın çıkması gereken bir süreçtir. Yapılması gereken, “hayır” ajitasyonudur. 

Referandumda hayır diyebilecek ortalama bir yurttaşa propaganda kapsamında yaklaşıldığında;  tutup bunun “nasıl bir hayır olması gerektiği”, sonrasında ülkeyi bekleyen tuzaklar ve tehlikeler uzun uzadıya anlatıldığında yurttaşın kafasının karışması kaçınılmaz, “evet çıksa daha iyi olacak galiba” diye düşünmeye başlaması ise ciddi bir olasılıktır. 

O zaman, gölge etmesinler daha iyi…