Oy anam oy

Seçim sath-ı mail’ine girilmişken, başka yazı yazmak yahut mail atmak kolay değil. (“Sath-ı mail”, bildiğiniz eğik düzlem. Seçim “sath-ı mahalli” diye bir şey yok yani. O, bir tür “galat-ı meşhur”. “Galat-ı meşru” diye bir şey var mı, o da ayrı konu!) 

HDP’nin barajla ve birtakım başka şeylerle son dakikaya kadar devam etmesi beklenen imtihanı, CHP’nin kredi kartı borçlularıyla ve birtakım başka kişilerle yakalayacağı sinerjiye dayanan neo açılımları ve BHH’nin imtihanlardan, birtakım başka kişilerden ve sinerjiden uzak, “ne o, ne bu” tadında kendi halinde takılması, söz konusu eğik düzlemi epey bir eğip büktü. 

“Bırak böyle ironik takılmayı, sözcükleri eğip bükmeyi de, sen tam olarak ne diyon hacı” diye soranlara, “Oy anam oy” diye yanıt verip, maddeler halinde ve karışık bir düzende yazmaya çalışalım en iyisi. 

1.Bu ilk birkaç maddede anlatacaklarımız referans vermekten ibaret olsun. Gezi’nin tüm muhalif renklerini kapsayacak ve AKP’ye karşı dikilecek geniş bir güçbirliği/ittifak diyor(d)um esas olarak. Sadece ben değil, birçok kişi diyor(du) bunu.  

2.Örneğin Metin Cihan bunu gayet net bir şekilde anlatıvermişti. Şuradan okuyabilirsiniz. 

3.Aynı netlikte olmasa da Toplumsol dergisinin sorduğu 5 soruya yanıt verme çabası içerisinde, ben de anlatmayı  denemiştim. O bakımdan da tekrara gerek yok herhalde.  

4.Bu güçbirliğinin ne gibi bir programatik çerçevesi, ne gibi ilkeleri olabilir sorunsalı çerçevesinde de iki ayrı metnin katkıcısı oldum. Birincisi, ikincisi. 

5.Özeti işte bu. Ve geldiğimiz noktada bunlar bir ölçüde “boşa çıkmış” gibi bir durum söz konusu. Şimdilik geçmiş ola! 

6.Güçbirliği içerisinde bir şey yapılamadığına göre, sıra bireysel olarak yapılabileceklerde herhalde. O da belli. Boykotun toplumsal bir karşılığı olmadığına göre, gidip oy vermek gerek her şeyden önce. Hakiki bir heyula olarak yükselen yüzde 10’luk baraj da belli. HDP’nin o barajı ha aştı, ha aşacak hali de belli. Kimsenin seçilebilecek şekilde sosyalist bağımsız aday çıkarmaya çalışmadığı da belli. E, o zaman oy da belli. 

7.Söz konusu oy, böyle tekil tekil değil de, bir güçbirliği/ittifak süreci içerisinde, destekle, eylemle vb. akıp gidebilseydi etkisi daha güçlü olacak idi, arada bizim cenahtan daha çok adayın Meclis’e girme, belli birtakım mevzileri tutma fırsatı olabilecek idi. O şans gitti. 

8.Bireysel/tekil oya döndüğümüzde, mesele büyük ölçüde önemsizleşiyor haliyle. “Smart voting” (“akıllıca oy kullanmaca”) sözünü yeni duydum bu bahiste. Yok, “smart phone” (“akıllı telefon”) gibi bir şey değil! O kadar akıl zaten bünyeye zarar. Bu biraz daha aptal. Altı üstü tekil bir vatandaş/birey olarak sandığa gidecek, oy vereceksiniz, çok akıllı olmasına gerek yok yani.

9.Elbette oy verirken “smart” davranacak, mevcutlar içerisinde somut olarak kimin gerilemesini istiyor, kimin öne çıkmasını arzuluyorsanız, somut koşulları tartıp değerlendirip ona göre 1 kişilik oyunuzu atıvereceksiniz. Protesto oyu atınca, tam olarak “smart”tan sayılmıyor galiba. 

10.Görüldüğü üzere, öyle kişi/birey ölçeğinde bakıldığında – “temsili” de denen yalandan demokrasilerde – oy vermek çok basit, hatta “dandik” bir şey aslında. Son derece pratik ve hatta pragmatik. Abartılacak 1 şey değil. Lakin “bas geç” denilecek bir şey de değil. O vakit insanın asabı bozuluyor, basacağı varsa da basmıyor. Protestoya kayıyor. Neyse.

11.Programatik olan başka, pragmatik olan başka. Güçbirliği içerisinde, belli ilkeler çerçevesinde, ikisini – olabildiğince – yaklaştırmak mümkün idi. Olmadı. Bir kez daha geçmişler ola. (Bu izlek arada bir böyle devam edecek galiba!)

12.Beri yandan, temsili demokrasi alanında değil de doğrudan katılımcı demokrasi kulvarında ilerleyebilmek önemli tabii. BHH içindeki Meclisler bunun doğal bir mecrası olabilir dilerim ki. 

13.Niye böyle madde madde yazıyorsak, bu uğursuz 13 rakamını böyle boş beleş geçelim, ara verelim dilerseniz. Zaten günlerden de Cuma! Dağıtmak pahasına şunu da hatırlatmama izin verirseniz; piyanist Thelonious Monk’un “Friday the 13th” adlı hoş bestesi, saksofoncu Sonny Rollins’le yaptığı kısa bir albüm kaydının sonunda çok büyük bir boşluk kalınca, o boşluğu doldurmak için hemen o an stüdyoda bestelenip doğaçlanıvermiştir. Şuradan dinlenebilir. Oy anam oy, ne güzel bir beste, ne harika bir icra, yaşasın doğaçlama...

14.Ana konuya dönecek olursak, benim, BHH’nin aldığı karar çerçevesinde en büyük eleştirim, eğer bir şeylerin (faşizmin, islamo faşizmin, iç savaşın, felaketin, başkanlık sistemiyle birlikte tavan yapacak o büyük baskının vb. vb.) öngününde/eşiğinde isek, onun gereğinin yapılmaması. Ya da o ilk tespiti yapmayın, faşizm geliyor demeyin kardeşim! Bir ikinci husus, halkın siyasete en çok gözünü diktiği dönemde, somut bir adres/seçenek gösterememek. Evet, BHH içindeki bileşenlenin hassasiyetleri gözetilerek, ortaklaşılabilen ilkeler çerçevesinde en “doğru” karar alınıyor olabilir, böylece “bağımsız bir siyasi özne” olunduğu da gösteriliyor olabilir ama bu durum önümüzdeki seçimlerde “etkisiz özne” olunduğu gerçeğini değiştirmez ne yazık ki. Zaten bu dönemde mesele “olmak” değil, “yapmak” galiba. BHH seçim özelinde bir şey yapmayacağını deklare etti. “Neyim, ne değilim, ne oldum, ne olmadım” dertlerini bırakıp, yapacaklarına odaklanmalı naçizane.

15.Adını açık koymak gerekirse, BHH’nin içinde ya da çevresinde “güçbirliği” için bir basınç oluşturanların, burada HDP’yi işaret ettikleri malum. Yalnız BHH’nin içinde HDP’ye dönük çok büyük kayıtları, endişeleri, mesafeleri, reddiyeleri vb. olan bir kesim olduğu da malum. Karar döneminde, görebildiğim kadarıyla ikinci grubun daha ulusalcı eğilime sahip olanları, ilk gruba dönük “Gidin o zaman HDP’ye, orada çalışın” türünden çıkışlar gerçekleştirmeye başladı. Neyse ki, diğer taraf berikilere dönüp gidin o zaman siz de Vatan Partisi’nde çalışın demedi! Birlik önemli. 

16.Bir de BHH’nin karar alma sürecini sorgulayacak değilim ama günümüz teknolojisinde doğrudan demokrasiye daha ya(t)kın “oy verme” deneyimleri tartışılırken pratik/teknik olarak “elektronik ortam”da, internette, bir tür intranette vb. tüm katılımcıların/üyelerin oy verebildikleri sistemler geliştirilemez miydi? Podemosgiller öyle şeyler yapıyor galiba. Emin de değilim, araştırmak lazım, ben bu bilgisayar, internet işlerinden çok anlamam :))) 

17.Podemos demişken, yine BHH için bir şeyleri “model” almak anlamında değil ama geçtiğimiz günlerde Hayri Kozanoğlu’nun onlar hakkında kaleme aldığı yazıdaki şu ifadenin mühim olduğunu düşünüyorum: “Podemos, Portekizli düşünür Boevantura de Santos’un kavramlaştırmasıyla ‘hareket parti’ formunda sandığa yöneliyor. Katılımcı demokrasi ile temsili demokrasinin yaratıcı bir sentezine soyunuyor.”  “Örgüt + hareket”i biliyorduk da “parti hareket” yeni duyduk ve enteresan bulduk. 

18.Neyse, önümüzdeki maçlara bakalım (Tabii öyle bir maç olursa). Seçim, solumuzda, “yumurta kapıya dayanınca” yapılan bir çalışmanın/kampanyanın konusu oluyor genelde. Yıllara/aylara yayılan, kendi aşamaları/dereceleri olan, yerelliklerden başlayarak meclis sandalyelerine uzanarak somut mevzilere/kazanımlara odaklanan, konuyu sosyal dayanışmayla ve o alandaki somut adımlarla bütünleştiren, bunların nasıl adım adım geliştirilebileceğini planlayan vb. siyasal/örgütsel bir perspektifin değil! Bu konuda “yumurta kapıya dayanınca” atılan adımların dışında, planlı/somut/uzun soluklu perspektifi esas alanlar pek yok neredeyse. (Benim bildiğim bir Erkin Özalp var, “Teorisyeniniz Devrimciydi, 21. Yüzyılda Marksizm ve Sosyalizm” – Yordam) E konuyla bu boyutta ilgilenen olmayınca, ulaştığımız netice de “böyle sola, böyle seçim kararı” oluyor bir şekilde!

19.“Smart voting”e geri dönersek, siz oyunuzu kendi halinizde “smart”, “smart” verirken, karşınızdaki yapı sizin “asıl görüş ve ilkeleriniz”in başka olduğunu, dolayısıyla sizden ancak ve ancak kendi görüşünü/ilkesini/programını onaylıyorsanız oyunuzu vermenizi, aksi takdirde boş geçmenizi isteyecek değil herhalde! Yok artık daha neler. Siyasi yapılar tutup konuşmaya başlasalar bile “Madem öyle veriyorsun, hiç verme” falan demezler. (İçindeki birtakım militanlar diyebilir tabii, sosyal mecralarımızın gözde deyişiyle “Sen verme ulan ayı” da diyebilir, o ayrı.) Olsa olsa, “İstemem, yan cebime koy” diyebilir.  “Smart voting” sanırım biraz da yan ceplere oy koyma pratiğidir. 

20.Bitirmeye doğru, oy vermeye etki eden “şeyler toplamı”na baktığımızda, en etkisizlerden birinin “imzacı aydınlar” kesimi olduğunu da belirtelim dilerseniz. Dilemezseniz, belirtmeyiz. Seçim zamanlarında adettendir, hangi aydınımızın kime/nereye oy vereceğini deklare etmesi beklenir. Bunun en kralı, toplu imza ile yapılanıdır. İyidir, hoştur, lakin oy kazanmada, yönlendirmede, birilerini etkilemede aslında gayet etkisiz bir elemandır kanaatimce. Önümüzdeki günlerde de bilhassa HDP, CHP ve Vatan Partisi için çeşitli imzalar görebiliriz. “Ha o varsa ben de varım”, “ha o varsa ben yokum” vb. diye aklınızdan geçse de, bu pek “smart” bir şey değildir. (Ataol Behramoğlu’na özel uyarı: Aman dikkat, aynı anda iki partiye oy vermeye kalkmayınız. Sadece bir, iki gün arayla, hem şu metni, hem de bu metni, imzalayabildiğiniz için endişeliyiz.) 

21.Aksi istikamette, oy dünyasında bünyeyi en rahatlatan “aydın” kararlarından biri de seçim/sandık olayını hepten dışarıda tutabilmek galiba. Kanaatimce, parlamentoyu, seçimi, oyu, sandığı vb. tümüyle reddetmenin, başka zeminlere dikkat çekmenin “rahatlatıcılığı” hiçbir yerde yok. Romantik de. O güzel işte. Yalnız onun da, çatapatalı başka mücadele türlerine dikkat çekmekten, “Seçimler/sandık artık önemsizleşti, Türkiye’de seçim tümüyle gereksizleşti, oyların zerre kadar önemi yok” vb. siyasi tespitler yapmaya uzanan farklı çeşitleri var. İlk türden olanlar belli bir anlayış, saygınlık, hayranlık uyandırabiliyor. Seçim başarısızlıklarını/plansızlıklarını örtmek için bahane şeklinde üretilen ikinci türden gerekçeler ise gülümseme. Her neyse “aydınların aydını” Jean Paul Sartre da, aynı dertlerden mustarip biriymiş zamanında. 70’li yılların ilk yarısında bir yandan Maocu militanlara destek verir, “Onlar beni istekleriyle gençleştiriyor” derken, beri yandan temsili demokrasinin ve seçimlerin gereksizliğini ilan ediyor usta. 

“Ocak ayında bir makale yayınladı: ‘Seçimler, aptallar tuzağı’. Bunda bizi bile bile güçsüzlüğe uğratan dolaylı demokrasi sistemini reddediyordu.” (*) 

22.Uzun oldu. Netice şu: “Everyday I’m chapuling. Mecburen katılıyoruz ama... kahrolsun smart voting!..”

23.Bir de hazır madde madde yazmışken... 

24...25’e kadar ulaşabilseydik...

25...iyiydi!


(*) Simone de Beauvoir, “Veda Töreni ve Jean Paul Sartre’la Söyleşiler”, s. 53, çev. Nesrin Altınova ve Beyhan Kayıhan, Varlık, 1983