Newroz’un ardından…

Newroz tüm Türkiye’de coşkuyla kutlandı.

Elbette karikatür haline geldiği için kabak tadı veren, sadece valilerin ateşten atlarken yanma tehlikesi geçirdiği süre zarfında heyecan yaratan, kalanında ruhsuz, gereksiz resmi kutlamalardan söz etmiyorum.  

Kürt halkının, emekçisiyle, kadınıyla, genciyle, işçisiyle meydanları doldurduğu, eşitlik için verilen kavgayla, özgürlük için ödenen bedellerle, örgütlü bir halk olarak kazanılan bayramdan söz ediyorum. Geceyle gündüzün eşitlendiği günde, eşitliğin erdemine varmış bir halkın ev sahipliğinde, tüm dünyanın ezilen halklarıyla duygudaşlık kurulan Newroz’dan söz ediyorum.     

Coşkunun kaynağı kalabalıklar değil sadece…

Evet, bu sene Newroz son yılların en kalabalık kutlamalarına sahne oldu. Ama Newroz kutlamaları zaten, devletin şiddetinin, yasaklarının olmadığı her durumda büyük kalabalıkları topladı. Yasakların ve şiddetin olduğu her dönemde ise mücadeleci kalabalıkları…

Coşkunun kaynağı, Kürt halkının, Kürt sorununun çözümü konusunda elini daha kuvvetli hissetmesi, siyasi örgütlerinin etkinliğinin hem ülkede hem de bölgede gözle görülür şekilde artmış olması, HDP’nin genel seçimlerde barajı aşmaya dönük iddiası ve Öcalan’ın mesajının sadece Kürtler açısından değil, Türkiye’nin bütününde yaygın bir kamuoyu beklentisi yaratmış olması ile ilgili.  

Peki, hala Türkiye’de bu coşkuyu Kürt halkına çok gören var mıdır?

Ya da soruyu biraz daha genişleterek sorarsak, Kürt halkının kendi önderleri, kendi örgütleri, kendi kimlik ve kültürleriyle, ülkenin toplumsal siyasal yaşantısının aktif bir parçası ve ülkenin kaderini belirleyecek süreçlerin etkin bir paydaşı olmasını çok gören var mıdır?

Vardır elbette…

Aynı gün toplanan MHP’nin olağan kongresinde Bahçeli’nin yaptığı konuşma buna örnek olarak verilebilir.

Mecliste, piyasacılık ve gericilik bahsinde, AKP’ye her ihtiyaç duyduğunda koltuk değnekliği yapan Bahçeli’nin kongrede yaptığı AKP eleştirisini kazıdığınızda, bunun altından çıkacak tek şey siyaseten gerici, ırkçı bir kabullenememe halidir.

Bunun uç örneği, bir dönem televizyon kanallarında tahta önünde Kürtlere karşı yapacağı askeri operasyon planlarıyla kökten çözümün yolunu anlatan asker emeklisi siyasetçidir. Uzun süredir sesinin çıkmaması Türkiye’nin şansıdır.  

Yukarıda bahsedilen pozisyon alışın toplumsal siyasal karşılığı olduğu vakıadır.

Unutulmaması gereken Kürt halkının da Türkiye’nin toplumsal siyasal yaşantısında bir gerçekliği ve ağırlığı olduğudur.

Meseleyi kimliklere indirgeyerek ve reddiye üzerinden üretilecek projeler kaçınılmaz olarak Türkiye’de halkları kanlı bir hesaplaşmanın içine doğru iter. Buradan kazanan çıkmaz.

Diğer taraftan bu tür hesapların ve projelerin tutmaması, Haziran’da ayağa kalkan milyonların tavrı ile doğrudan ilgili

Burada da objektif olarak değerlendirilmesi gereken kaygılar var.

2. Cumhuriyet’in AKP’ye ve Kürt siyasetine farklı düzlemlerde alan açması ve buradaki ortak çıkar görüntüsü, AKP karşıtı, laik cumhuriyetçi kesimlerle Kürt siyasetinin mesafesini açtı ve bu kesimlerde, AKP karşıtlığı üzerinden Kürt statüsüne karşı direncin taban ve siyasi karşılık bulmasına vesile oldu

Daha açık söylemek gerekirse, bu kesimler, Kürtlerin haklarını ve demokratik kazanımlarını korumalarının yolunun, cumhuriyetin kazanımlarından eksilterek gerçekleştiğine dair bir öngörüyle tavır belirlemeye başladı. Örneğin, Kürtlerin ve Türklerin İslam bayrağı altında özgürce yaşadığını söyleyerek müzakere sürecinin yeni bir boyuta taşınmasına vesile olan Öcalan’ın tarif ettiği zeminde, inanç özgürlüğü adıyla her türlü cemaat, tarikat gibi dinci gerici siyasi örgütlenmelerin yasallık kazanmasının da mümkün olacağı endişesini taşımaları gibi…

Bu nedenle bu kesimlerin, Tayyip’i başkan yaptırmayacağız dendiğinde kendilerinden bir şey görmeleriyle, demokratik siyasetle demokratik ortaklaşmanın zemini olarak Eşme ruhu işaret edildiğinde, Haziran ruhunu tercih etmeleri arasında bir çelişki aranmamalı…  

Yapılması gereken ne bu endişelere ortak olmak ne de genel solculuğun Kürt halkı ile kurduğu sağlıklı ilişkiden yola çıkarak bu kaygıların yersiz ve mevcut gerçeklikten kopuk olduğunu düşünmek

Yapılması gereken, yitip gideceğinden kaygı duyulan değerlerin, laikliğin, bağımsızlığın, eşitliğin, özgürlüğün, adaletin kavgasını vermek, buradan güç almak, bu değerlerin yaşatılacağı, emekçilerin laik, adil ve özgür Cumhuriyeti’nin kurucu adayları olarak, gerçek bir kardeşçe yaşama projesinin temsilcisi haline gelmek.   

Böyle yapıldığında halkların birbirine el uzatması da, siyasetçilerin birbirlerinin sözüne güvenmesi de mümkün olabilir.