Neoliberalizm ve 'Komünizm Zamanı': Başka bir okuma mümkün mü?

Geçtiğimiz hafta Can Soyer, “neoliberal kuşatmayı” yazmıştı, hatırlanacaktır.1

Soyer, süreklileşmiş bir felaket dünyasından bahsediyordu; tekil bir varlık olarak insan savunmasızdı, yalnızlığın, parçalanmışlığın her türde telafi mekanizması da peşin peşin ortadan kaldırılmıştı; bırakın kolektif tutumu yalnızca seslenme araçları ve kürsüler de düzen tarafından işgal edilmişti; haklar ve hukuk en asgari düzey için bile lime lime edilmişti…

İnsan, neoliberalizmin ayazında çırılçıplak kalmıştı.

Soyer’in kurduğu bütünlükten bağımsız olarak eğer biz neoliberalizmi burada bırakırsak, bir tarafına fazla basan dolayısıyla aksayan bir kötürümdür karşımızdaki. Oysaki Marksist yöntemin ontolojik düzeyde en temel yasaları bile böylesi “fazla aksamalara” şüpheyle yaklaşmayı gerektirir. Daha açık ifade etmek gerekirse, bir sermaye birikim biçimi ve “egemenlik tarzı”, yarattığı yıkım ve tahribat kadar, neden olduğu karşı-dinamikleriyle, yeni yaratımları ve inşa ettikleriyle de değerlendirilmek durumundadır.

İşte tam da bu noktada bizim kimi zaman “dövüne dövüne” bahsettiğimiz neoliberalizmin ya da günümüz kapitalizminin ne tip karşı dinamiklere neden olduğunu gösteren Haluk Yurtseverin harikulade iki yazısı, “Komünizmin Zamanı” ve “Komünizmin Filizleri” oldu.2

Bu yazıda Soyer’in berrak anlatımındaki neoliberalizmle, Yurtsever’in karşı-dinamiklerini birleştirmeyi deneyeceğiz.  

Dört madde ile ana hatta ulaşmak mümkün görünmektedir:

1- Neoliberalizm sayısız kez ifade edildiği gibi refah/sosyal devletini lağvederek, yurttaşları koruyan eğitim, sağlık, yaşlı bakımı, kreş, konut yardımı gibi pek çok hakkı gasp etmiştir. Bu koşulların belirleyici olduğu bir ortam, neoliberalizmin sağ popülist düzen siyasetlerine kimi yatırım kanalları açsa da Yurtsever’in bahsettiği “gönüllü çalışma” dayanışma örnekleri daha önce hiç gündemde olmadığı kadar belirgin bir örüntü haline gelmiştir.  

Yurtsever’den aktarırsak; dünya çapında bir milyara yakın insan sağlık, eğitim, araştırma, sanat alanlarında; sel yangın gibi afetlerde; çocuk, yaşlı, engelli, akıl hastası bakımında; çevre kirliliğine, iklim krizine karşı etkinliklerde; hayvanlara, akıl hastalarına, evsizlere alkol ve uyuşturucu bağımlılarına yardımda  vb hiçbir kişisel maddi karşılık almadan gönüllü emek veriyorlar.

Yok olduğu düşünülen “kolektif tutumlar” tam da buralarda mayalanmaktadır.

Sosyal medyada ağlarla kurulan binlerce yardımlaşma, takas etme, meslek öğretme, iş bulma, evi, otomobili paylaşma vb pek çok karşılıklı yardımlaşma-dayanışma bağlantıları çok değil 10-15 yıldır gündemimizde olan sosyolojik/politik olgulardır. Bu ağlar kendiliğinden oluşmakta; koşullar insanları bu tip girişimlere zorlamaktadır.

2- Yine pek çok kez ifade edildiği gibi işçi sınıfının ve emek sürecinin, hatta yaşam alanlarının paramparça edilmesi neoliberal dönemin temel özelliklerinden biridir. Ama işte aynı neoliberalizm bir tarafta parçaladığını diğer tarafta aynı safa düşürerek, ücret makaslarını daraltarak, eksik tüketimi kurallaştırarak sıra dışı biçimde sınıfı bütünleştirmektedir.

Yurtsever’in belirttiği gibi yüksek, yetkin bilimsel- yaratıcı emeğin ön aldığı bir dönemdeyiz. Onu veri toplayan, bu verileri işleyen, veri madenciliği yapan, en yeni iletişim araçlarını kullanma yetisi olan, kodlama ve algoritma yazmayı bilen emekçiler kuşağı sarmalıyor. Bu emekçi kuşağı için proleterleşme gerçeği oldukça çarpıcıdır.

Daha ötesi vardır…

Geçmişte “beyaz yakalı” olarak kodlanan, sınıfın görece ayrıcalıklı kesimleri bugün buram buram sınıf gündemlerinin içindedir. 2200 lira ile işe başlayan avukat,  asgari ücret civarında maaş alan dershane öğretmeni, inşaat işçiliği yapan fizikçi, işsiz kimyager, yarı zamanlıya razı gelen mimar, haftada 60 saat çalışan mühendis vb.

3- Can Soyer’in bahsettiği gibi adeta süreklileşmiş bir felaket dünyası olarak neoliberalizm,  kültürel yozlaşmanın, yabancılaşmanın dünyasıdır. Yalnızlık, görünmezlik, bireycilik ve narsizm kural olmuştur. Ama aynı dünya tam da böyle olduğu için karşıtını üretmeye mecbur kalmıştır. 

Neoliberalizm bir yanda “sosyal gelişmesizlikle” diğer yanda teknolojiye- bilgiye erişimin hiç olmadığı kadar kolay ve ücretsiz olmasıyla birlikte (Wikipedia ya da ücretsiz aplikasyonlar gibi) düşünülmelidir. 

Yalnızlık ve görünmezlik mi? Dünyanın öbür ucunda bile kuytuda kalmışı ortaya çıkaran me too dalgası hatırlanmalıdır.

Ana akım yozlaşma kültürüne inat karşı-kültürler etkileyici biçimde gündemdedir. Karşı-kültürlerin ortaya çıkmasında önemli bir maddi veri işçi sınıfının eğitim düzeyinin geçmişle kıyaslanamayacak kadar artmış olmasıdır. Üstelik dünyada yaygın bir örüntü olarak “eğitimli işsizin” sayısal artışı karşı-kültürün, kültürleşmenin zemini olarak yükselmektedir.

4- Neoliberalizmin artık “bir egemenlik tarzına” dönüşmesi en çok da parlamenter demokrasinin, formel siyaset kanallarının ciddi ölçüde yıpranmasıyla bağlantılıdır. Ama tam da seslenme kanalları ve kürsüler yok edildikçe beri tarafta bambaşka örgütlenme biçimleri, doğrudan demokrasi deneyimleri, sanal ve önüne geçilemez kürsüler oluşmaktadır.

En yakın örnek Fransa’daki Sarı Yeleklilerdir. Bir siyasi parti, sendika yahut dernek gibi formel alanın dışından bir Facebook grubu olarak yola başlamış ve kendiliğinden biçimde yaygınlaşmış bir harekettir.  Mısır’da dünya tarihinin bilinen en büyük (23 milyon) eylemi olarak geçen 2013’teki Tahrir meydanı mitinglerinde sosyal medya üzerinden etkileşim ilk konuşulan konu olmuştur. Aynı şekilde Gezi direnişi haftalarca yüz binlerce insanı ortak ağlarda buluşturmuş, sokaklara çekmiştir.

Tüm bunlara bakıldığında Komünist Parti Manifestosu’nun burjuvazisi size de tanıdık gelecektir: “büyüler yaparak çağırdığı cehennem kuvvetlerine artık söz geçiremeyen büyücü”.

Notlar:
1- https://ilerihaber.org/yazar/patetik-odysseus-neoliberal-kusatma-93018.html
2- https://ilerihaber.org/yazar/komunizmin-filizleri-92969.html ve https://ilerihaber.org/yazar/komunizmin-zamani-92661.html