Ne bu şiddet, bu celâl?

Soru basit: Kendini solcu/sosyalist olarak tanımlayanların, aynı saflarda yer alan ama farklı düşüncede olan, farklı tutum geliştiren başkalarına akla gelebilecek en ağır ifadelerle, hakaret ve küfürlerle saldırması bu işin “raconu” gereği midir?

Polyannacılık önermiyoruz. Herkes birbirini sevsin, hiç olmazsa saysın gibisinden boş temennilerimiz de yok; ama bu kadarı da fazla değil mi? Solda yanlış bulunan herhangi bir konumun ya da tutumun mutlaka ajanlıkla, satılmışlıkla, uşaklıkla, dış güçlerin maşalığıyla, sermaye sınıfına hizmet yarışıyla vb. açıklanmasını dayatan özel bir zorunluluk mu var?

Sırasıyla gidelim: 

Seçimlerin boykot edilmesini doğru bulmuyoruz; başkanlık seçimlerinde geçersiz oy kullanılmasını da… Ama bunun gerekçelerini kırıp dökmeden anlatmak dururken neden tutup birilerine hakaret edelim ki?

Seçimlerde HDP’nin desteklenmesine “Kürt kuyrukçuluğu” yaftasını yapıştıranlar, eski köye yeni adet gibi görenler, Türkiye sosyalist hareketinin önemli öbeklerinin 24 Aralık 1995 seçimlerine HADEP’le birlikte (Emek, Barış, Özgürlük Bloku); üstelik bu partiden adaylar göstererek girdiğini bilmezler mi? 

Sonra, Kürt siyasetine elini verenin kolunu kurtaramayacağını iddia edenleri “Kürt düşmanı”, “milliyetçi-şoven” diye suçlamak yerine daha “nazik” yanıtlar verilemez mi? Örneğin şunun gibi: Bu ülkede zamanında elini Ufuk Uras’a ve çevresine verenler kolunu kaptırmamayı nasıl becerdiyse biz de beceririz…     

CHP’ye ve şimdilerde Muharrem İnce’ye yönelik eleştirilerde bunların AKP’ciliğinden Erdoğancılığına, “sermayenin en has tercihleri” olmalarından “FETÖ’cülüklerine” kadar ağza ne gelirse söylenmesi sıkı solculuğun gereği mi sayılmaktadır? 

Perinçek’in ve Vatan Partisi’nin eleştirisi ille de “ajanlık” temelinde mi yapılmalıdır? Bu çizginin sosyalizmle bir ilgisinin kalmadığını, 21. yüzyılın geleceğini 1930’lar Türkiye’si ile Baasçılık karışımı bir “milli kapitalizmde” gördüğünü söylersek çok mu “az” söylemiş oluruz? 

Sahi, ne bu şiddet, bu celâl?

***

Bugün Türkiye’de örgütlü sosyalistlerin hepsini 50 bin kişilik bir stadyumda toplamak mümkündür. 

Örgütlü sosyalistler olarak bu kadarızdır.

Ama bu “iç halkanın” çeperlerinde dolaşan, önemli konularda farklılaşabilen duyarlılıklara sahip ve kendilerini sosyalist olarak tanımlayan yüzbinlerce insan vardır.  Bu durumda, en başta şunu bileceğiz: Günümüz Türkiye’sinde, belki belirli misyonlarla belki salt “sivrilme” güdüleriyle bu geniş kesim üzerine oynayan, bu kesimin farklı duyarlılıklarını uç noktalara kadar kanırtmayı iş edinmiş tipler vardır.  Bunlar, küfür ve hakaret furyasının tetikleyicileridir. İki örneği için Mahmut Üstün’ün bir yazısına bakılabilir: https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2018/05/31/nihat-genc-ve-hayko-bagdat-derdiniz-ne-cok-iyi-biliyoruz/

Kendileri çok önemli olmayabilirler, ama örgütlü sosyalistler üzerinde nasıl bir basınç oluşturmak istedikleri açıktır: Sosyalistler kendi çevrelerindeki geniş kesimlere uzanmak istediklerine göre, bu kesimde “oraya bakarsam biterim”, “buraya el uzatırsam yanarım” ürkekliği ve titrekliği yaratmak… Örgütlü sosyalistler bu tür sivri ve küfürbaz eleştirilere bakıp bunların kendilerini çevreleyen geniş kesimlerin gerçek duyarlılıklarını yansıttığı sonucuna varacaklar ve aman ha diyecekler… 

Misyonsa, misyon budur. 

Başka?

***

Başka çok şey var, ama bu yazının da sınırları var… 

Belki ilerde açmak üzere bir noktaya daha değinip bitirelim. 

İlk kuruluş/genesis evresi itibarıyla hayli yaşlı olduğu söylenebilecek Türkiye sosyalist hareketi, bir toplumsal-siyasal güç ve iktidar alternatifi olarak henüz çok yetersiz kalmaktadır. Bu “sıkışma” durumunun semptomları zaman zaman hep birlikte bir sendrom yaratmaktadır. Şu anda öne çıkan ise, ne yazık ki, her tür küfür ve hakaret ve bunlara “alıcı olma” sendromudur. 

Yaşlılıkta ergenlik dönemi belirtileri sergilenmesinin ilgili bilim dalında belki bir adı vardır, ama biz bilmiyoruz.