Liberalizm, neo ve post-faşizm

“Kavram” mı?

İstemediğiniz kadar: yeni sağ, sağ popülizm, radikal sağ, geleneksel sağ, aşırı sağ, alternatif sağ diye gidiyor… 

Yukarıdaki kavramlar günümüz dünyasında ağırlıklı olarak merkezdeki ve liberal yorumcular, siyaset bilimciler, medya ve akademi tarafından kullanılıyor.

ABD’li Marksist, Monthly Review dergisi editörü John Bellamy Foster ise bu tür kavramların yaygın kullanımının adıyla sanıyla faşizmi, onun neo ya da post-faşist güncel türevlerini perdeleyici bir işlev gördüğüne işaret ediyor (Monthly Review, Haziran 2017, https://monthlyreview.org/2017/06/01/this-is-not-populism/)

Buradan devam edelim.

***

Kimilerinin “geleneksel sağın” başkalaşmış biçimleri olarak gördüğü, bizimse “faşizm” kavramıyla ilişkilendirme durumunda olduğumuz güncel bir siyasal-ideolojik akım, bir hareket söz konusu. Üstelik bu hareketin ABD’ye, Avrupa’ya, Rusya’ya ve Türkiye dâhil dünyanın farklı coğrafyalarına yayılmış olduğunu görüyoruz. 

“Neo-faşizm” olarak tanımlanması gerektiği kanısındayız. 

Klasik faşizmle ortak yanları gözden kaçmayacak kadar belirgindir: Sermaye sınıfının çıkarlarını kayıtsız şartsız savunma, büyük tekellerin kollanması, piyasacılık, milliyetçilik, ksenofobi,  halkçılık adına “elitlere” düşmanlık, mit/efsane üretimi, gizemcilik… Aydınlanmanın, aklın ve bilimin karşısına “irrasyonel” tutkuların, öfkenin, istenç ve iradenin çıkarılması… 

Kuşkusuz, klasik faşizmden farklılaşan yanları da vardır. Örneğin bu hareketlerden önemli bir bölümü “günümüzün gerçeklerini” dikkate alarak işin anti-semitizm yanını askıya alma gereğini duymuştur. Bu da “post-faşizm” tanımına denk düşmektedir.  İtalyan tarihçi Enzo Traverso geçtiğimiz aylarda L’humanité’ye verdiği bir mülakatta post-faşizmi, “henüz devam etmekte olan bir mutasyon sürecini anlamaya yönelik bir kavram” olarak tanımlamaktadır (https://www.versobooks.com/blogs/3130-post-fascism-a-mutation-still-underway)

Şunu anlıyoruz: Neo-faşizm, klasik faşizmle göbek bağını (Traverso) koparmadan kendini yeni koşullara, çeşitli olasılıklara adapte etme sürecindedir. 

Buradan, daha önemli bir noktaya atlayabiliriz. 

***

Bu durumda, günümüzde burjuva/düzen siyasetinin bir yandaki merkez/liberal çizgi ile diğer yandaki neo-faşist hareketler arasındaki gerilim ve çekişmelerle seyrettiği sonucuna mı varmamız gerekiyor.  

Hayır!

Türkiye’deki liberalizm detektörü solcuların en büyük hatalarından birincisi, liberalizme, neo-faşizmden kesin çizgilerle ayrılan, onu kendisine hiç bulaştırmayan, geniş kesimlerin onayı adına neo-faşist temalara başvurma gereğini hiç duymadan toplumları yönetebilen bir güç, başatlık ve arılık atfetmeleridir. 

Bir yerde, keskin liberalizm karşıtlığı adına liberalizm yüceltimi demektir. 

Oysa kazın ayağı hiç de öyle değildir. 

Neo-faşizm klasik faşizmle göbek bağını koparmadan nasıl kendini güncel durum ve koşullara adapte ediyorsa (mutasyon süreci); liberalizm de “saf” halinden belirli ölçülerde uzaklaşmakta, kendini neo-faşizme, en azından onun kimi temel vurgularına uyarlamaktadır.

Liberalizm detektörlerinin ikinci büyük hatası ise gelecek öngörüleriyle ilgilidir. İlk hatanın bir uzantısı olarak burada da liberal düzen (serbest piyasacılık ötesinde üstyapısal kurum ve oluşumlarıyla birlikte) aykırılıkların, ayrılmaların, sapmaların vb. eninde sonunda teslim olacağı bir varış noktası, nihai denge olarak görülmektedir. 

“Olmayabilir de” demiyoruz, “olmaz” diyoruz…

Kapitalizmin uzun süren ve aşılamayan krizi, onu “insani yüz” edinme zorunluluğundan kurtaran bir faktör olarak sosyalist sistemin yıkılışı ve en önemlisi geleneksel temsili demokrasinin erozyonuyla ortaya çıkan “kitleleri bir şekilde kontrol altında tutma” güçlüğü, bildiğimiz liberalizmi melezleştirmiş, başkalaştırmış, onu “daha da sağda olanı” içselleştirmeye yöneltmiştir. 

Birbirini izleyen “yeni normaller” de diyebiliriz; her “yeni normal” karşımıza neo-faşizmle eklemlenmiş bir liberalizm çıkaracaktır.

***

Haklarını teslim edelim: Liberalizm detektörlerinin her şeye rağmen haklı oldukları bir nokta vardır.

Anlatmaya çalıştığımız durum birtakım aklı evvel solcuları, hatta Marksistleri “Madem gerçek liberalizm ortada kaldı, bari biz sahiplenelim” noktasına kadar sürükleyebilir. 

Yapılırsa, bu liberal virüsü “kapma” değil kendine “enjekte etme” anlamına gelir.

Önemli bir sorundur elbette. Ama ülkemiz solunda liberalizme karşı verilen mücadelenin yarattığı birikim ve derinlik sağ olsun; evelallah bunun da hakkından geliriz.