Kardeşim hepsi hikaye…

Dağda yalnız kalanların hikayesi bu. Dağla şehir arasında sıkışanların. Örgütle siyaset arasında. Örgütün tepesindekiler ile ara kadrolar ve de sıra neferleri arasında. Çözülenler ile direnenler arasında. Ana Gerilla Birliği ile şefler arasında. Yurtdışındaki kaçkınlar ile dağlarda/şehirlerde çatışanlar ve ölenler arasında...  İleri sıçramalar ve geri dönüşlerle, onlarca hikaye, yüzlerce anekdot ile. 

Film gibi sahneler var bu kitapta! Dağda birbirlerine hırs ve öfke besleyerek top oynanan gerillalar var mesela. Olağanüstü bir sahne. Kardeşçe, dayanışmayla başlıyor her şey; yenilgilerin, tepedeki teslimiyetlerin ve bilinçaltına atılanların açığa çıkmasıyla birlikte, çok başka türlü ve sert bir biçimde devam ediyor sonra. Gevşeyip rahatlamak için başlıyor, birbirini kırıp dökerek bitiyor. Karlar arasında top oynayan silah arkadaşları, rahatlayıp eğlenmek için başlattıkları bir oyunda, içlerindeki bilinmeyenleri açığa çıkarıyor adeta! Sinematografik bir sahne bu, “tam filmi çekilir” diyorsunuz. Hem psikolojik ağırlığı ve yoğunluğuyla hissediyorsunuz hem de imgeleriyle gözünüzde canlandırabiliyorsunuz.

Zaten hep canlı bir anlatım var bu kitapta. Yaşanmış, sahici, sarsıcı, esaslı. 

Mahmut Memduh Uyan yazmış. “Kardeşim Hepsi Hikaye” diye. Dipnot’un Anı dizisinden çıkmış. (*) Hepsi hikaye ama gerçek... güçlü, sorgulatıcı, yer yer acıtıcı hikayeler!
 
Devrimci Yol geleneğinden gelen farklı kadrolara, militanlara dair anlatımlar var bu kitapta. Farklı gelişim çizgilerine dair. Her yöne doğru bakıyor, insana dair ne varsa içermeye çalışıyor. Neticede ortaya, özverili/mücadeleci militanın da, itirafçı/dönek çıkanın da, yetişme/oluşma koşullarını birlikte anlatması açısından önemli bir yapıt çıkıyor.

Sadece kendisi anlatmıyor ayrıca Uyan. Başka anlatıcılar, tanıklar da; özel kesitleri, olayları, kişileri anlatmak, portre çizmek için anlatıcılar arasına karışıyor. Memduh Uyan ana anlatıcı olsa da, ilgili olayı daha iyi bilen, ilgili portreyi daha iyi çizen biri varsa, o giriyor devreye. Veli Eskili’yi anlatırken biri, Filistin kamplarındaki koşulları anlatırken başka biri. Bir tür kolektif anı kitabı bu yani.  

Solumuzda kolektif hafızayı oluşturabilmek önemli. Paylaşılması gereken esaslı ve ayrıksı deneyimler yaşandı. Ayrılıklar yüzünden aykırılıklar unutulmaya terk ediliyor genelde. Bu tür kitaplar hatırlatıyor, kayıtlara geçiriyor bir şekilde. 

Anlatılan hikayelere/deneyimlere dalıp çıkarken, birçok ders de çıkarabiliyoruz. 

İtirafçılıktan iftiracılığa giden yolun kısalığını anlamak için, Dev Yol itirafçısı ve özel olarak Mahmut Memduh Uyan’ı da “yakan” isim olarak İsmail Ayar’ın hayatından/gelişim çizgisinden çıkarılabilecek önemli dersler var mesela. 

Türkiye solunun 68’den sonraki “ikinci Ortadoğu çıkartması” ya da 1982-84 döneminde başlayan Suriye, Lübnan, Filistin kamplarını yakından tanımak için de önemli bir başvuru kaynağı Uyan’ın anıları. Sadece Dev-Yol cephesiyle değil, PKK’nin çıkışındaki rolüyle de bakılabilir 80 sonrasında Ortadoğu coğrafyasındaki bu kamplara. Kamp ortamları, eğitimler, tartışmalar, yurda gerilla olarak dönme ile Avrupa’ya kaçma arasındaki gerilimler vb. dışında, dikkat çekici buluşmalar da var orada. Dev Yol’un o dönem “dışarıda” kalabilmiş tek tepe yöneticisi Taner Akçam ile PKK önderi Abdullah Öcalan’ın görüşmeleri, birbirlerine tavsiyeleri vb. tarihsel açıdan önemli.
 
Önderlik “sorun alanı”na dair dersler de var. “Liderlik zaafları” ya da liderlerin kendi zaaflarını örtmek için ara kadroları öne çıkarması/ateşe atması kitabın önemli bir izleği. 80 sonrası yakalanma ve hapiste direnme/diren(e)meme meselesi ile iç tartışmalar, aynı zamanda bir tür çözülüş sürecine de işaret ediyor gibi. Mihri Belli’nin bir Ankara yolculuğumuz sırasında söyledikleri geliyor aklımıza yer yer: “Çözülmeyenler çözülenleri affeder ama çözülenler çözülmeyenleri asla affetmez. O yüzden temeli bozuk olur bazı yapıların.” 

Uyan’ın, diğer çözülen merkez yönetici kadroların yanında aykırı durmasının, bir bakıma “karakoyun” olmasının, mahkemede (geri çekilen, örgüt olmayı kabul etmeyen) ana savunmanın içinde yer alsa da, kendi adına farklı/devrimci bir savunma da yapmasının (son sanık olarak devrimci bir savunma veriyor ve hakkında idam kararı çıkan 7 Dev-Yol’cudan biri oluyor) vb. bu temelle de bir ilgisi var. 

İçinden çıktığı örgütsel geleneğe dönük diğer eleştirel notlarına bakıldığında; 80 öncesinde direniş çizgisinin sağlamlığına rağmen politik strateji üretilememesi, partileşme konusunda gerekli adımların bir türlü atılamaması bir yanda, sonrasında askeri kanadın yalıtık konumu, yine önderliğin bıraktığı boşluklar, hapishane sınavlarının verilememesi vb. diğer yanda, kitap aynı zamanda belli boyutlarıyla bir hesaplaşma haline dönüşüyor.  

Tarihimizdeki önemli deneyimleri, bilinmedik kahramanları; mahalleliyle, işçiyle, köylüyle hemhal olan militanları birçok boyutuyla okuyup anlamaya/değerlendirmeye de fırsat sunuyor ayrıca. 

“Bombada ilk hata, son hatadır” gibi özlü sözler var orada, burada!

İbn-i Haldun’un “Coğrafya kaderindir” sözü ise bir başka anlamda çıkıyor sanki karşımıza. Aynı yıllarda Filistin kamplarında yer alıp farklı coğrafyalarda dağa çıkanların mücadele koşullarını getiriyor bir şekilde akla.  Aynı dönemde kıra/dağa çekilen Güneydoğu’daki militanların bölgenin arazi koşullarından yararlanması ile Malatya, Hekimhan, Divriği bölgesindeki ya da Karadeniz bölgesindeki militanların çektiği güçlükler mesela. Malatya taraflarında Yama dağlarının çalılıklarının sunduğu kısıtlı imkanlar başka, Karadeniz ormanlarının zorlu koşulları başka, Güneydoğu’nun belli olanaklar sunan dağları ve mağaraları başka. Bölge halkından gelen destek bir yana bırakıldığında, coğrafya, gerillaların ve gerilla hareketinin de kaderi oluyor bir bakıma. 

“Azalarak yaşayanlardan değil, çoğalarak ölenlerden olmak” dizeleri de geliyor sık sık akla. Can Yücel’in bu sözleri var orada burada. İşkencede, çatışmada, pusuda vb. katledilen canlarımız için yazılanlar var. 

Kaybettiğimiz değerlerimizi birbiriyle karşılaştırmak mümkün değil tabii ki ama dört kaybın –  Behçet Dinlerer, Soner İlhan, Balet Aydın (Aydın Erol) ve Veli Eskili’nin – Dev Yol tarihinde, kadro psikolojisini etkileyecek şekilde, ayrı/özel bir yeri olmuş sanki. Hemen tüm Devrimci Yol kitaplarında olduğu gibi Uyan’ın kitabında da onlar ve diğer kayıplar hakkında değerli anekdotlar var.

Tek bir Dev Yol tarihi yok neticede, tabiri caiz ise“Dev Yollar tarihi” var. Anılara yaslanarak, dolayısıyla belleğe güvenerek ve yer yer “yakıştırarak” tarih yazmanın getirdiği zorluklar ve farklı bakış açıları bir arada. Birbirinden ayrılan öznel bakışlar ve farklı pencereler var. “Tarihle Söyleşiler 1” kitabında lider kadrodan Ali Alfatlı, Ali Başpınar, M. Ali Yılmaz ve Melih Pekdemir’in anlatımları bir yanda, Oğuzhan Müftüoğlu’nun nehir söyleşi kitabı “Bitmeyen Yolculuk”ta anlatılanlar başka bir yanda, Ana Gerilla Birliği komutanı Mahmut Memduh Uyan’ın bu kitapta anlattıkları bir diğer yanda. Bunların üzerine “Direniş Komiteleri” gibi bilgi/belge kitaplarını da koyarak birlikte okunduğunda, daha bütüncül bir tablo ortaya çıkabilir sanki. Tüm okurlara Uyan’ın kitabını önerirken, tek bir kitapla da yetinmemelerini tavsiye edelim öyleyse.

Son olarak, solumuzda her zaman çalışan ve hatta fazla mesai yapan “fısıltı gazetesi” aracılığıyla, bu kitabın bir anlamda “gayri-resmi Dev Yol tarihi” olarak tanıtımının engellendiğini duyduk, onu da belirtelim. 

Eleştirel bir tarih anlatımı olması, lider efsanelerinin üzerine gitmesi, hata ve boşlukların altını kalınca çizmesi vb. bunun sebebi olmuştur belki. Ne olursa olsun, geçenlerde Bülent Şık’ın çok şık ve açık bir biçimde ifade ettiği gibi  (**) , “eleştiri insana en çok kendi evinin içinde lazım”, öyle değil mi?  

“Dükkanı korumak” değil de, gerçekten Yol alınmak isteniyorsa tabii... 


(*)  “Dipnot için dipnot” diye espri yapmak için fırsat geçmiş elimize, hiç kaçırır mıyız? Devamında, “ yarışmaya Ankara’dan katılan sıkı bir yayıneviyle karşı karşıyayız” vb. de diyebiliriz. Espri denemelerimiz bir yana, yayınevinin kuramsal yayınları da bir kenara, Dipnot/Anı dizisi, solumuzun “resmi tarih” anlatısının dışına çıkan yapıtlara yer vermesiyle özellikle değerli. Anılarda öznel kırılmalar yaşanabildiğini biliyoruz. Ancak bu tanıklıklar/anılar da paylaşılmalı, aynı döneme/gerçeğe farklı pencerelerden bakma olanağı yaratılmalı diye düşünüyoruz. Her neyse, bu henüz okuduğum üçüncü kitap oldu galiba Dipnot/Anı dizisinden. Uyan’ın kitabı, dizinin 8. kitabı olduğuna göre, düz hesap, 5 kitap daha okumam lazım. Artık siz de kendi hesabınızı kendiniz yapın! 

(**) http://birgun.net/news/view/birgune-veda-elestiri-insana-en-cok-evinin-icinde-lazim-/16694