'Karanlık Yarı'

Bugün ortada sol adına olumlu karşılanacak, sevinilecek bir durum olmadığı açık.

Ama bu da bir yere kadardır ve ondan sonra bir başka gerçeğe odaklanmak gerekecektir: Tarihte silme olumsuzluklarla dolu, en küçük bir umut işaretinin bile görülmediği dönemler nadiren ortaya çıkar; buna karşılık ibrenin sola kaydığı, bir sol kabarmanın yaşandığı dönemler de kendi olumsuzluklarını içinde taşır.

Başka bir deyişle, sol siyaset ve gelecek açısından “kar beyaz” dönem zaten olmaz. Kapkara dönemler ise çok seyrek görüldüğünden (belki de geri gelmemecesine kapandığından) karşılaşılacak renkler grinin çeşitli tonları olacaktır.

Aman, lütfen, “iradenin iyimserliği” gibi şeyler akla gelmesin. Burada iradeden ve onun getireceği iyimserlikten değil düpedüz bir nesnellikten, diyalektik bütünlükten söz ediyoruz. Yani olumsuz olanın olumluyu, olumlu olanın ise olumsuzu içinde barındırdığı nesnellik, iradeden önce ve ondan bağımsız olarak vardır diyoruz.

***

Türkiye’ye ve sola gelirsek…

1923’ten günümüze bu ülkede sol açısından içinde “en küçük bir olumluluk” bile barındırmayan, her şeyin kapkara göründüğü bir dönem varsa, 12 Eylül 1980’i izleyen üç dört yıldır. Aynı zamanda, solun tüm mesaisini kendi içine dönerek, kendini sorgulayarak, kopuşu sürekliliğin önüne koyarak, “kadrolaşarak” ve “biriktirerek” harcamasına anlayışla bakılabilecek tek dönemdir. 

O da 35 yıl öncesinde kalmıştır.

Bugün Türkiye’nin üzerine oturtulan “yeni rejim” hakkında olumsuz ne söylense yeridir. Ancak bu rejimin temsil ettiği karanlığın ülkeyi de tümden karartabileceğini, orada burada parıldayan umut ışıklarını tek tek söndürebileceğini düşünmek olacak iş değildir. Burada ne “iradenin iyimserliği” adına konuşuyor ne de “moral olsun” diye şişiriyoruz:  Durum böyledir ve gerçekliğin yarısı karanlıksa diğer yarısı da aydınlıktır.

“Karanlık yarı”* ve aydınlık yarı…

O zaman, Türkiye’nin girdiği yeni dönem, solun içine kapanacağı, seralarda kadro yetiştireceği, yıldızın parladığı anları bekleyeceği ve artık “biriktirecek” ne varsa bunları biriktireceği bir dönem olamaz.  

Peki, “örgütlenme” dönemi olabilir mi?

Elbette, ama bir açıklıkla birlikte: Bugün Türkiye’de onlarca sosyalist yapı vardır ve örgütlenme bunların her birinin her dönem için geçerli asli görevlerinin başında gelir. Dolayısıyla her yapının kendi adına zaten yapması gereken bir işi “tek çözüm” gibi göstermenin fazla anlamı yoktur.

Peki, başka?

***

“Örgütlenme” başlığı altında iki nokta üzerinde durulmasını öneriyoruz:

Birincisi: Türkiye’deki sosyalist yapıların kendi özel perspektifleri, yol haritaları ne olursa olsun, bu yapıların olabildiğince geniş kesimlerini bir araya getiren, adına öyle dense de denmese de “cephe” tarzı oluşumlar yeni dönemde gerçek bir ihtiyaçtır. Yakın dönemdeki girişimlerde, örneğin BHH’de yaşanan tıkanmalar umut kırmamalı, yeni yollar aranmalı ve denenmelidir.

İkincisi: Solun gündeminde bir de “yerel ölçeklerde”, “tabanda”, “aşağıdan yukarı” halk örgütlenmeleri olmalıdır.  Evet, Türkiye’deki sosyalist yapılanmaların istek, irade ve iyi niyetleri bu alanda yukarıda sözü edilen alandaki kadar belirleyici olamaz; ama dönem, öne çıkan konuların/sorunların çeşitliliğiyle, ayrıca halkın bunların çoğunu sahiplenme eğilimi taşımasıyla bu tür örgütlenmelere elverişli bir dönem olacaktır.    

Üçü (sosyalist yapıların güçlenmesi, ortak hareket etmesi ve halk örgütlenmeleri) bir arada olursa?

Üçü bir arada olursa ortaya bir hareket çıkar. Ortaya hareket çıkarsa “yüzde 60-70/yüzde 40-30” gibi takıntılardan kurtuluruz. Hep karşı tarafa endeksli “yeni bir dil”, “kimi değerleri sahiplenme”, “sıradan vatandaşın duyarlılıklarına hitap etme” gibi arayışları da bu işin meraklısı başkalarına bırakıp kendi yolumuzda yürürüz.

“Dengenin”, söylem değişiklikleriyle değil o dengenin oturduğu düzlemin dışında başka bir düzlem yaratılmasıyla bozulabileceğini unutmayalım. 

--------------------------------------------------------------------------------------------------

* Stephen King’in George A. Romero tarafından filme de çekilen (1993) korku romanı Türkiye’de “Hayatı Emen Karanlık” adıyla yayınlanmıştır; ama özgün adı “Karanlık Yarı”dır (The Dark Half). Meraklılarına önerilir.