Kapıdan kovulan bacadan girerse…

“Komünizm” ve “komünistlik” tanımlarını kullanırken titiz miyiz yoksa biraz savruk mu davranıyoruz?

Komünizm…

Tarihsel olarak, tanımın az çok şekillenip görece yaygınlaştığı dönem ve mekân Aydınlanma sonrası Avrupa’dır.

18. yüzyıl Aydınlanma düşüncesi, çeşitli renkleriyle ortaya bir tayf çıkarmış ve “orada bırakmıştır”. Renklerin aralarında ilişkilenip bir bütüne oturacakları yeni bir üst sistem aramamıştır. Dahası, açıklamaya koyulduğu dünyanın bundan böyle topyekûn köklü bir dönüşüm geçirebileceğine de pek ihtimal vermemiştir:

Dünya iyiye gidebilir, gidecektir; ama düzeltmelerle, tedrici iyileşmelerle, yeni dengelerle… Yoksa altüst oluşlarla değil…

“Komünizm” işte bu noktada Aydınlanma düşüncesine itiraz etmiştir: Hayır, henüz sonuna gelinmemiştir… Çok daha iyisini ve ilerisini temsil eden, gerçek eşitliğin ve özgürlüğün hüküm sürdüğü, her tür yabancılaşmanın aşıldığı başka bir dünyanın köklü bir dönüşümle kurulması mümkündür…

Marksizm de bu noktada ortaya çıkmıştır.

İnsanlık tarihinin belirli bir döneminde gerçekleşen, ağırlıklı olarak felsefi bir ayrılmadır ve bu yanıyla “bir kere” olabilecek özelliktedir.

***

Marx ve Engels’in de içinde yer aldıkları bu tarihsel-felsefi ayrılmanın ardından “komünizm” Marksizm’le birlikte siyasallaşmış, siyasallaştığı ölçüde de ütopyaların dışında daha “reel” bir zemine oturmuştur. Artık komünizm, Aydınlanma düşüncesine itirazın ötesinde birtakım somut siyasal ayrımlara işaret etmektedir.

Hangileri?

Bir: Evet komünizm, ama bunun için verilecek mücadelede ve daha sonra “kuruluşta” işçi sınıfının ağırlığı, öncülüğü ve taşıyıcılığı olmadan sonuç alınamaz. İki: Siyasal iktidarın fethi, toplumsal dönüşümün ön koşuludur. Üç: Siyasal iktidarın fethini, proletarya diktatörlüğü dönemi izler. Dört: Proletarya diktatörlüğünün, kapitalizmin bıraktığı “doğum lekeleriyle” uğraşıp bunları silmeye çalışacağı uzunca bir dönemde soyut ve idealist modellerin, “hemen yapalım” aceleciliğinin yeri yoktur…

Aşağı yukarı bu kadardır. Komünizmin ya da komünist olmanın asıl ayırt edici yanları bunlardır.

***

Yukarıda söylenenler, “komünistlik” ve “komünizm” tanımlarının kullanımına sınır getirmez mi? Yani insanlar bu tanımları sadece ve sadece az önce sıralanan dört madde gündeme geldiğinde mi kullanmalıdır?

Elbette böyle değildir; ama bir sınırlamanın da olması gerekir. Anlatmaya çalışalım:

“Komünistlik”, tanımlanabilir bir öznenin (bir parti, grup, oluşum vb.) belirli bir mekândaki (ülke) gündemlere ve sorunlara yaklaşımını açıklarken serbestçe ve sınırsızca kullanılabilir. Örneğin A ülkesindeki komünistler, o ülkede gündemde hangi konu varsa hepsine ilişkin olarak kendi görüşlerini bu kimlikleriyle ortaya koyabilirler ve koymalıdırlar. Ama “anonimleştirmeye” gitmemek kaydıyla… Başka bir deyişle, tarihselliğe ve mekânsallığa aşkın bir “komünistlik” icat etmeden…

Örneklemeye çalışalım:

Doğru: “Bizler (mekân ve aidiyet belirteci) komünistler olarak ulusal soruna şöyle bakarız…”

Yanlış: “Komünistler ulusal soruna şöyle bakarlar…”

Doğru: “Biz (mekân ve aidiyet belirteci) komünistler önümüzdeki seçimlere şöyle yaklaşıyoruz…”

Yanlış: “Komünistlerin seçimlere nasıl yaklaşacağı bellidir…”

Doğru: “A partisi (komünist) toplumsal cinsiyet sorununda şu görüştedir…”

Yanlış: “Komünizmin toplumsal cinsiyet sorununa bakışı şudur…”

Yanlış olanda ısrar, yani bir tanımın aşırı anonimleştirilmesi, yukarıda verilen “siyasal” örnekleri de aşıp zamanla iyice saçma biçimler alabilir. Öyle ki “komünistlerin” ne tür müzik dinleyeceklerine, edebiyatın hangi türüne yöneleceklerine, hangi takımı tutacaklarına, hangi filmleri ya da dizileri izleyeceklerine ilişkin saçma sapan “standartlara” kadar varabilir.

Sakıncası?

Sakıncası, komünistlik ve komünizm adeta “marka” derekesine düşürülürken sosyalist mücadelenin de giderek bir tür “kimlik politikasına” dönüştürülmesidir.

Kimlik politikasını kapıdan kovduklarını düşünenler bacalarına dikkat etmelidir…