Kadınların görünmeyen acıları (2): Kimisi gözümüzün önünde kimisi saklı

Macera filmlerinde özellikle kalabalık yerlerde bir aksiyona girişecek kişilerin en çok tercih ettiği kılık değiştirme temizlik görevlisi kılığına girmektir. Çünkü her zaman önümüzde olan, gözümün önünde çalışan temizlik işçilerini hiç fark etmeyiz. Yaşam Merkezi isimli senaryosunu Murat Akgöz'ün yazdığı, Ömer Günüvar’ın yönettiği 21 dakikalık o kısa filmde de Ömer görünmeyen adamlardan birisidir. Fark edilmez, dikkat çekmez, kapitalizmin kıyısında yaşam mücadelesi verir. Kadınların görünmeyen acıları veya emeği derken, her ne kadar başrol oyuncusu erkek olsa da, bu film aklıma geldi. Evet, görünmüyorlar, bu görünmezlik kavramını Kayıp İşçi Kadınlar kitabında da, Kadının Görünmeyen Emeği (Haz.Savran ve Demiryontan, 2008) kitabında da ana tema olarak görebilirsiniz. 2004 yapımı Görünmeyen Emek (Görünmeyen Emek Kadın Kolektifi'nin deneyimlerini anlatır) ve 2005 yapımı Avcılar, Aracılar ve Kadınlar (Avcılar Ev Eksenli Çalışan Kadınlar Kooperatifi) ev eksenli çalışan, çevresi tarafından yaptıkları iş olarak görülmeyen, emeklerinin karşılığına taşeronlar (aracılar) tarafından el konan kadınların öykülerini anlatır. Hepsinde de ortak nokta "görünmezliktir". Peki gözden uzak olan, teoriden de siyasetten de uzak olur mu?

Görmeye başlayalım önce

Kadının görünmeyen emeği dediğimizde gerçekten emek süreçlerinde kaale bile alınmayan ev işleri, ev emeği ve ciddiye alınmayan "kadın işi" olarak görülen sektörler aklımıza gelmeli. Birisi görünmüyor, sayılmıyor, diğeri ise görünse de "görünmüyor". Kadın emekçilerin çalışma yaşamındaki sağlık ve güvenlik sorunlarına dair bir tartışmada onların erkeklerle birlikte çalıştıkları alanlar nasıl önemliyse, kadınların yoğun olarak çalıştığı geleneksel sektörler tekstil, gıda ne kadar önemliyse, gözümüzün önüne hiç gelmeyen onlarca sektör de o kadar önemli demek zorundayız. Hizmet sektörünün büyük bir kısmını oluşturan bu alanlara bakmadan kadınların yaşam mücadelesini anlayamaz ve onları ortak kurtuluş mücadelesinin öznesi haline getiremeyiz. Bu söylenenlere bir de tamamen görünmeyen emek kategorisindeki ev işçilerini de kattığınızda kadın işçilerin büyük bir kısmını kapsayabiliriz.

Şimdi konuyu işçi sağlığı ve iş güvenliğine odaklayalım ve yol alalım. Kadın emekçilerin sağlık ve güvenliklerine ilişkin yapılacak çalışmalarda iki engelden söz edebiliriz; bu sorunların farkına varmak (varamamak) ve bu sorunları örgütlemek için örgütlenmek (veya örgütlenememek) (Messing ve Grosbois, 2001).

Şimdi şöyle bir bakalım ve soralım işçi sağlığı ve iş güvenliğine ilişken çalışmalar nelere odaklanmıştır? Tarihsel olarak bu çalışmalar daha görünür sorunlara odaklanmıştır işyerinde gerçekleşen kazalar; düşmeler, elektrik çarpmaları, kimi zaman zehirlenmeler ve benzeri. Sağlık söz konusu olduğunda da yine daha görünür alanlara, sonrasında ise sınıf mücadeleleri ve sınıftan yana bilim insanlarının çabalarıyla, uzun vadede kendisini gösteren mesleki kanser, toksik etkiler, ağır kaldırmanın gelecekteki zararları, aşırı zor fiziksel şartlar; soğuk, sıcak, gürültü ve toz gibi alanlar üzerine çalışmalar yapılmıştır. Ancak tüm bu çalışmaların ortak noktası erkeklerin yoğun olarak çalıştıkları alanlar olmalarıdır. Bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde kadın emekçilerin büyük bir kısmı işçi sağlığı ve iş güvenliği çalışmalarının ve mücadelelerinin dışında kalıvermektedir. Kadınların çalıştığının görmezden gelinmesi, yaptıkları işlerin hafif ve zararsız olduğuna inanılması ya da yakınmalarının "asabi" olduğu önyargısı bu ihmallerde büyük rol oynamıştır (User ve diğ., 2012).

Kadınların büyük bir kısmı hizmet sektöründe beyaz yaka veya gözümüzün önünde olmalarına karşın bir o kadar da görünmez "pembe yaka" alanlarda çalışmaktalar. Mavi yakalı kadın emekçilerin ise en fazla çalıştıkları alanlar gıda sektörü ve tekstil olup, buralarda da belli işlerde yoğunlaşırlar. Bu alanlardaki çalışma yaşamına ilişkin riskler büyük oranda görünmezdir, özellikle de bir asma iskelede pencere temizleyen veya ateşli bir bacanın dumanına maruz kalan rafineri işçisi erkekler ile kıyaslandığında bu çok net olarak açığa çıkacaktır (Messing ve Grosbois, 2001).

İş cinayetlerinde ve meslek hastalıklarında ölen emekçilerin büyük bir kısmının da erkek olması, kadınların sorunlarını görünmez kılan veya ikincil hale getiren faktörlerden bir diğeridir. Öte yandan yukarıda sayılan risklerin bulunduğu sektörler örgütlü sendikaların bulunduğu sektörler olup, işçilerin güvenlik ve sağlıkları için yürütülecek mücadelelerde avantajlı oldukları söylenebilir.

Özetle; işçi sağlığına ilişkin epidemiyolojik araştırmalar çoğunlukla erkeklerin çalıştığı sanayi kollarındaki asbest ve kömür tozu gibi zehirli etkenlere odaklanmıştır. Oysa ki çoğu işçi birden fazla etkenin faal olduğu işyerlerinde çalışır ve bu etkenlerin rolleri bilinmediği için işyerleri de temiz olarak kabul edilir. Mevcut epidemiyoloji bilgisi sınırlı olduğu için işçilerin çeşitli hastalıklarını işyeri özellikleriyle bağlantılandırmak da güçtür. Bu nedenle kadınların sağlık riskleri sıklıkla görmezden gelinir (Klitzman ve diğ. 1997'den aktaran Kümbetoğlu ve diğ., 2012).

"Pembe Yakalılar" mı, İşçi Sınıfının Gözden Uzak Kesimleri mi?

"Pembe Yaka" tabirini 1970'li yıllarda yazar Louise Kappe Howe, bakıcılar, sekreterler, ilk okul öğretmenleri için kullanmış ve bir dönem popüler olmuş. Yanlış anlaşılmasın, yeni bir sınıfsal analiz peşinde değilim. Mavi yaka, beyaz yaka ve benzeri tartışmalara "ama bakın bir de pembe yaka var" diye dalmak kesinlikle istemiyorum. Bu kavramı bazı yazılarında ve kitabında kullanan Messing'ten ödünç alıyorum ve yalnızca derdimi anlatmak için kullanıyorum. Gözden uzak, görünmeyen, pek çok kişi tarafından hafif, risksiz, hatta iş olarak dahi görünmeyen alanları tarif etmek için kullanıyor Messing bu kavramı. Sekreterler, bakıcılar, kuaförler, tezgahtarlar, manikürcü-pedikürcüler, garsonlar, satış görevlileri, kat hizmetçileri, gündelikçiler, kasiyerler ve bu işlere benzer pek çok iş için "geçerken" kullanılabilecek bir kavram sadece. Öte yanda bir ayrımcılığa da işaret ediyor; bu işleri küçümsüyor, basit, hafif "light" işler kategorisine sokuyor.

Tabii bizim "akıllı" sermayedarlarımız da bu kavramın üzerine atlamışlar ama farklı bir açıdan: "Türkiye Genç İşadamları Konfederasyonu (TÜGİK) iş dünyasında statüyü gösteren 'yaka'lara yeni bir renk ekledi. TÜGİK, pozitif ayrımcılık adına 'Pembe Yaka' kavramını ortaya atarak bunu ekonomide kadın hareketinin simgesi haline getirdi. Nisanın ortalarında lansmanı yapılacak projenin hedefi, iş hayatının dışında kalmış ancak katma değer yaratacak potansiyele sahip genç kızları ekonomiye kazandırmak. Ayrıca büyüme potansiyeli olan kadın girişimcilere de bu projeyle destek verilerek kadın patronların sayısının artması da planlar arasında. "

Neyse konumuz bu değil kuşkusuz biz devam edelim. Yukarıda sayılan işlerin ortak özelliklerine şöyle bir bakalım:

1. Bu işlerin ortak özelliği kadın emeğinin yoğun bir şekilde kullanımı ve toplam bu alanlarda çalışanlar içinde erkeklerin oranının çok düşük olmasıdır. Çocuk bakıcılarının, evlere temizliğe gelen emekçilerin neredeyse tamamı, tezgahtarların ve kasiyerlerin büyük kısmı, manikür-pedikür çalışanlarının ezici çoğunluğu, taşeron temizlik işçilerinin yarıya yakını kadınlardan oluşmaktadır ve özetle bu sektörlerde kadın istihdamı genel ortalamanın çok üzerindedir.

2. İkinci önemli özelliği hemen hemen sendikanın ve örgütlülüğün hiç bulunmaması, bazı alanlar dışında (kasiyerler, büyük marketlerdeki tezgahtarların örgütlülük deneyimleri gibi) örgütlülük ve kolektif davranma deneyiminin bulunmamasıdır (nesnel koşulların da etkisi gözardı edilmemelidir).

3. Bu işler uzun saatler boyunca ayakta kalmayı gerektiren fiziksel açıdan güç de isteyen işlerdir.

"Yani benim çalıştığım iş ayakta çalışılan bir işti. ayakta çalıştığım için bazı dönemlerde çok hasta olurdum ve ayakta duramıyorum yani. Kıvransan dahi göndermiyor. Ağrı kesici al, yani her hastayım diyen eve gidemez. Öyle bir lüksü yok, izin verse bile kırk minnet, bağıra çağıra verir zaten o bağırtıyı dinlememek için, o acıya katlanırsın. Yani..." (30, Evli, Tekstil-Hizmet, Sekreter, İstanbul) (Kümbetoğlu ve diğ., 2012)

4. Bu işler psikolojik açıdan yorucu, mobbinge açık, "duygusal emek" kullanımını gerektiren (sürekli gülümsemek zorunda olmanız gibi!) yıpratıcı işlerdir. Örneğin aşağıdaki şikayet Adalet ve Sosyalizm sitesinden alınmıştır ve aslında anlatılmaya çalışılanı özetlemektedir:

"Bir mağazada satış danışmanı olarak çalışıyorum. 2,5 aylık hamileyim. Aynı mağazada dokuz kişiyiz. Çalışmaya başladığımdan beri aynı şekilde çalışmaya devam ediyorum, yani patronun ve müdürün benden şikayetçi olabileceği hiçbir şey yok. Buna rağmen son iki aydır müdürümüz özellikle bana karşı müşterilerin ve diğer çalışanların içinde işimi iyi yapmadığımı söyleyerek beni aşağılıyor. Yetişmesi mümkün olmayacak kadar çok iş yüklüyor, geç saatlerde mail atıp hemen cevabını bekliyor. Benimle aynı işi aynı şekilde yaptıkları halde diğer çalışanları övüp beni küçümsüyor, mesai bittiğinde herkesin çıkmasına izin verip, benim çıkmama izin vermeyerek gereksiz işler yaratıyor. Hamile olduğum için işimi iyi yapamadığımı söylüyor. İşimden memnunum ama bu davranışlar sebebi ile çalışma isteğimi kaybettim. Ne yapabilirim?" (http://adaletvesosyalizm.com/psikolojik-tacize-mobbing-ugrayan-hamile-isci-ne-yapabilir/)

5. Tüm bu işlerde bir başka önemli ortak nokta, belli bir standardın olmaması (ücret, çalışma koşulları, çalışma ortamı) keza yeterli düzeyde mevzuata yansıyan bir düzenlemeye da sahip olmamasıdır. Örneğin ev işleri (temizliğe giden kadın emekçilerin yaptıkları işler) son derece riskli olabilmektedir, çünkü adı üzerinde "ev"dir ve "işyeri" olarak planlanmamış ve organize edilmemiş, üretim/hizmet için gerekli ergonomi ve çalışma koşullarından yoksun bir ortamdır. Burada risk yok diyenlere Rukiye Şimşek ve sürmekte olan davası anımsatılmalıdır:

"Rukiye Şimşek de alın teriyle hayatını kazanan bir emekçiydi, ev işçisi olarak çalışan bir arkadaşımızdı. 42 yaşındaydı. Emre ve Hatice’nin annesiydi. Banka kredisi ile aldıkları evin borcunu ödeyebilmek için çalışıyordu. 13 Kasım 2013 tarihinde Kadıköy Ali Nihat Tarlan Caddesindeki 7 numaralı apartman üçüncü katında çalıştığı dairenin camını silerken düşerek hayatını kaybetti. Rukiye iş cinayetinde hayatını kaybeden ilk ev işçisi değildi. Gültekiye Özmen, Fatma Aldal, Pakize Akçam da cam silerken düşerek hayatını kaybeden ev işçileriydi." (http://imeceeviscilerisendikasi.org/category/duyurular/)

6. Bir önceki maddeyle bağlantılı olarak bu işlerin büyük bir kısmının her anlamda kapsam dışı (mevzuat, bilimsel çalışmalar ve hatta siyaset söz konusu olunca) olduğunu söylemek gerekmektedir. Tüm dünyada yaygınlık kazanan evde üretim yapan kadınlara değinmek gerekir. Evde fason üretim yapan işçi kadınların maruz kaldığı riskler bir fabrikadakinden daha fazla olabilir. Zira bir önceki maddede de belirttiğimiz üzere hızlı bir şekilde parça başı üretim yapan kadınlar, bir yandan yemeğini yapmakta, bir yanda çocuğuna bakmakta, çay demlemekte ve salonunun ortasında tüm bu işlerle birlikte parça başı üretim yapmaktadır. Söz konusu mekan bir "ev"dir ve ev yaşamak içindir, sermaye sınıfı için üretmek, artı değer sömürüsünün bir departmanı olmak için değil!

Ev mi daha yorucu işyeri mi?

Kadınların çifte mesaisine değinmeden yol almak mümkün olamaz. Pek çok kadının işyerine geldiğinde "valla burada dinleniyorum" demesi en azından Türkiye'de rastlanan bir olgudur ve aslında işçi sağlığı ve iş güvenliğinin işyeri ölçeğinde değil toplumsal ölçekte "emeğin korunması" bağlamında ele alınması zorunluluğunu da göstermektedir. Kadınların kapitalist toplumda toplumsal olarak üstlendikleri veya dayatılan roller, onların rutin çalışma yaşamlarına ek olarak görünmeyen ev işçileri olarak da çalışmaları sonucunu doğurur. Tek düze ve yorucu bir iş gününün ardından, karmaşık ve yorucu (yemek yapılması, çocuklara bakılması, yemeğin hazırlanması, çamaşır, bulaşık vs.) bir ikinci vardiya ile birlikte emekçi kadınların çalışma saatleri 16-17 saati bulabilmektedir.

Geçen hafta da belirttiğim üzere, yapılan çeşitli araştırmalarla, işyeri ortamındaki kas iskelet sistemi rahatsızlıklarına yakalanma riskinin kadınlarda erkeklerden daha fazla olduğu belirlenmiştir. Bu riski artıran sebeplerden en önemlileri kadın ve erkeğin farklı fiziksel yapıya sahip olmaları ve işyeri ortamındaki farklılıklardır. Ama bunlara kadınların evde harcadıkları emek miktarı da büyük katkıda bulunmaktadır. Bazı kaynaklarda belirtildiği üzere kadınlar uzun süre çalışınca erkeklerden daha çabuk yorgunluk hissetmeye başlarlar. Uzun süre ayakta kalarak çalışmak kadınlar için sağlıklı bir çalışma şekli değildir. Bu durum çeşitli olumsuzluklara neden olabilmektedir. Özellikle varis olmak üzere fıtık, taban çökmesi, ayaklarda şekil bozukluğu, gebelikte düşük, erken doğum, ölü doğum ve bunun gibi tehlikelere maruz kalınabilir. Oturarak çalışan kadınlarda menstürasyon düzensizliklerinin ayakta çalışan kadınlara oranla daha az görülmektedir. Çalışma şekli doğacak çocuğun erken doğmasına neden olabilir. Bu nedenle ayakta kalarak çalışmalarda erken doğum daha sıktır. Toksik maddelere karşı duyarlılık kadınlarda daha çoktur. Bu özellik gebelik durumunda daha da artar. Üstelik bazı zehirli maddeler gebelik döneminde doğacak çocuk için de zararlı olur. Özellikle tütün işlemesinde çalışan kadınlarda solunum yolu rahatsızlıkları, düşük, guatr gibi hastalıklara sıkça rastlanmaktadır (Ülkü İleri, 2014).

Kadınlar iş yaşamından dışlanırken, fiziksel koşulların onların kaldıramayacağı kadar ağır olduğu gerekçesine sığınılmaktadır. ancak kadın işi olarak kabul edilen ve erkeklerin tercih etmediği bir takım işler, özellikle de geceli gündüzlü hasta bakımı ve temizlik işleri çok yorucu olduğu halde, kadınların bunlara dayanamayacağı ifade edilmemektedir (Kümbetoğlu ve diğ., 2012).

Yukarıda saymış olduğum sektörlerde de bu risklerin hepsi bulunmaktadır. Evde ayakta duran, yemek hazırlayan, bebeğinin mamasıyla uğraşan, temizlik yapan kadın emekçi, işyerinde de ayakta saatlerce durmakta, bir AVM'de sürekli kimyasallara maruz kalmakta, kendisinden sürekli yüksek efor talep edilmekte, fiziksel yorgunluk psikolojik baskı ile birleştiğinde de psikosomatik etkiler kendisini göstermektedir. Gerçekten de kadınları sağlık sorunları birbiriyle bağlantılı bir çok etkenin sonucudur ve karşı karşıya oldukları riskleri çoğu bilinmemektedir. Bu yüzden kadın işlerinin güvenli işler olduğuna dair bir önyargı bile mevcuttur. Oysa ki kadınların yoğunlaştığı sağlık, konfeksiyon ve mikroelektronik gibi sanayilerde kaza oranı yüksektir ve bu kazalar sıklıkla kayda geçmemekte ve telafi edilmemektedir (Klitzman vd.1997'den aktaran Kümbetoğlu ve diğ., 2012).

Öte yandan Türkiye'de de benzer bir eğilimini gördüğümüz bir hususa dair, 1990'ların ABD'sindeki bir eğilimin altını çizen England (1993) kentlerin periferinde veya varoşlarında yaşayan kadınların çekici bir emek arzı sunduğunu, bunun nedeninin de bu kadım emekçilerin ev işlerini birincil işlerini olarak görme eğiliminde dolayısıyla yüksek ücretli, iyi koşullu işlerden feragat ederek daha düşük ücretli işleri tercih ettikleri, böylelikle ev işlerine zaman ayırabileceklerini düşündüklerini söylemektedir. Hollanda'da istihdamın neredeyse yarısının yarı-zamanlı işler olması ve bu işlerde kadınları ağırlığı, istihdam politikalarında toplumsal cinsiyetin istihdam politikalarında temel ayrımcılık nedenlerinden biri olduğunu net olarak bize gösterir. Yine England'ın altını çizdiği husus önemlidir: Varoşlarda yaşayan kadınlar ev işlerine birincil, para kazanmaya ikincil önem vermekte ve eve ekmek getirenin kocaları olduğunu düşünmektedirler. Rutin büro işlerinin büyük bir kısmının kentlerin varoşlarına, periferilerine taşınmasının kadınlar açısından mekansal bir tuzak olduğunu "Varoşlardaki Pembe Yakalı Gettolar: Kadının Mekansal Olarak Tuzağa Düşürülmesi" başlığıyla açıklayan yazarın ve alıntı yaptığı yazarların açtığı tartışma ilerletilmesi gereken bir tartışmadır. Türkiye'deki gerici iktidarın politikalarının yanısıra tüm dünyada da kadınların tam anlamıyla ikinci sınıf işlere itilmesi, bununla birlikte yaptıkları işlerin tekdüzeleşmesi ve uzun saatlere yayılması, sosyal hakların tamamen ortadan kalkması (kreşler, sağlık yardımları vb.); eşlerinin daha da uzayan çalışma süreleri gibi etkenler düşünüldüğünde sonuç şudur: Kadınlar evde de daha çok çalışmakta ve toplumsal alandan giderek daha fazla silinmektedir!

Zaten sorunlu tipler bunlar ya!

Uzun uzadıya yazmadan özet olarak yazdım cinsiyetçi bir algıyı kusura bakmayın. Çoğu durumda kadınların sorunlarının evdeki yaşamlarından, çoluk çocuk derdinden, histeriden veya psikolojik olduğu, sürekli her şeyi dert ettikleri ve bunun da sağlıklarına yansıdığı algısı, kimi zaman ustabaşlarında, kimi zaman bir şirket CEO'sunda, kimi zaman ise bir sermaye sahibinde, hatta kimi zaman çalışma arkadaşı bir erkekte rastlanan bir algıdır. "Ya kadın işte evde bir şeye sinirlenmiştir, gelip burada yansıtıyor" şeklindeki ifadelerle pek çok işyerinde karşılaşılmaktadır. Evet kadınların ciddi sorunları vardır ve bu sorunlar yalnızca psikolojik değil aynı zamanda fiziksel hale de gelmektedir! Önümüzdeki haftaki yazımda altını çizeceğim üzere, kadın emekçilerin en büyük sorunlarından birisi sürekli hale gelen "ağrı"lardır. Baş, boyun, her türlü kas ağrılarının tek nedeni sarfettikleri efor değildir. Stres altında çalışma, aşırı talepler, "duygusal emek" beklentisi (sürekli gülümsemek zorunda kalmak, size küfreden birisine hanımefendi, beyefendi diye hitap etmek zorunda kalmak gibi) kadınlarda ciddi anlamda gerginlik yaratmakta ve gün boyunca gerilmiş kaslarla çalışmak yorgunlukla birleştiğinde acı haline gelmektedir. Gerginliği atmak için olanakların erkeklere oranla çok daha az olması da (örneğin iki bira içip eve dönmek, arkadaşlarla maça gidip saatlerce tezahürat yapmak gibi) bu gerginliği artırır. Sürekli ağrılarından şikayet eden, gergin, yorgun, uykusuz kadınların "sağlık" tanımını bile yapamamaları hiç de şaşırtıcı değildir (Kümbetoğlu ve diğ., 2012).

Kadınların hem evde hem de işte çifte sorumlulukları, kadınların sorunlarının evde gerçekleşmiş herhangi bir şeyden kaynaklandığı kabulünü kolaylaştırmaktadır (Lippel ve Demers, 1996). Kadınların kendi sorunları konusunda patronu ikna ederken inandırıcılığı olmamakta, kendi uğradıkları zararların, işçi sağlığı kapsamında değerlendirilmesi konusunda güçleri bulunmamaktadır. Kanada ve Avustralya mahkemelerindeki tazminat davalarını inceleyen iki makale, kadınların stres ve tekrarlanan zorlanma yaralanmaları kaynaklı sağlık sorunlarının mahkemelerce tazminat için kabul edilme şansının erkeklere oranla çok daha düşük olduğunu belirtmektedir (Reid ve diğ., 1991; Lippel ve Demers, 1996).

Tüm bunlara bir de pek çok kadının (özellikle büro çalışanlarının) kendilerinin büro ile bağlantılı mesleki sağlık sorunlarının ayırdına varamaması da eklenmelidir.Stres, kas-iskelet sistemi sorunları, hava kalitesi sorunları, hamileliğe uygun olmayan çalışma koşulları ve benzeri pek çok husus işçi sağlığı sorunları kapsamında değerlendirilmez. Bu söylenenlere kadınların ve feministlerin bazı bakış açılarını da eleştirel bir şekilde ekleyen Messing ve Grosbois kadınların işçi sağlığı ve iş güvenliği sorunlarının neden görünemez olduğuna dair tartışmalı da olsa bazı hususları belirtirler. Messing ve Grosbois'e göre feminist hareket paradoksal olarak kadının güçlü olduğu inancıyla hareket ederken ve kadınların tam eşitliği ilkesine aykırı davranmamak amacıyla, kadınların çalışma koşullarının onlar için uygunsuz olduğunu söyle(ye)mez, biyolojik determinizme güçlü bir şekilde karşı çıktıkları için kadınlara özgü mesleki sağlık sorunlarının olduğunu ifade etme konusunda isteksiz davranır (Messing ve Grosbois 2001).

Çok uzatmayalım, kadınların çalışma yaşamından çok şikayetçi olduğuna ilişkin bir propaganda vardır, bu propaganda kadınların sağlık risklerini abartma eğiliminde olduğunu söyler. Çoğu kadın da, yaftalanma korkusuyla çalışma koşullarından şikayet etme konusunda isteksiz davranmaktadır (Messing ve Grosbois 2001) (Türkiyede buna bir de işten atılma korkusunu ekleyin!). Yazarların bu ifadelerinin tartışılmasının, kadınların "kendilerine özgü" sorunlarını daha fazla tartışacağı, gündeme getireceği bir mücadele açısından gerekli görüyorum. Kadınların işçi sağlığı ve iş güvenliği mücadelesini savunanlar ile sendikalar arasında ittifak yaratmak zordur, bu sendikaların erkek egemen olmasından ve kadınların buralara girmesinin zorluğundan kaynaklandığı gibi, daha önce de belirttiğim üzere, gözümüzü diktiğimiz "riskli ve ölümün çok olduğu" sektörlerin erkek egemen olmasından da kaynaklanmaktadır. Haziran Direnişinin mücadele eden kadınlarının yürüteceği mücadelenin pek çok sorunun çözümünde anahtar olacağı unutulmamalıdır.

Mücadele için notlar

Kuralsız çalışma yaşamının giderek temel çalışma rejimi haline gelmesi ve kuralsız çalışan sektörlerde de kadınların istihdam oranının görece fazla olması, güvenlik ve sağlıkla ilgili sorunlarını gündeme getirme ve bunun için mücadele etme fırsatlarını da azaltmaktadır.

Keza bilim insanlarının özellikle "en riskli" alanlara yoğunlaşması (ki madenlere sözgelimi odaklanmak Türkiye için acil bir sorundur, ama tek başına yeterli değildir) kadınları yine görünmez kılmaktadır. Özellikle meslek hastalıkları konusunda bakış açımızı değiştirip, tüm sektörlere dönük de çalışmalar yapmak zorunluluktur.

Kadınların işçi sağlığı ve iş güvenliği sorunlarına dair siyasal ve ideolojik mücadele; bankada çalışan kadınla, evde temizliğe gelen kadını, saatlerce tezgahta ayakta duran genç kadın ile, sevimsiz küçük burjuvalara gülümsemek zorunda kalan üniversite öğrencisi yarı-zamanlı emekçiyi, lokantanın sıcak ve buharlı yemekhanesinde 10 saat yemek yaptıktan sonra evde de mutfağa giren kadın ile sürekli gülümsemek zorunda olan uçuş görevlisini, merdiven altı atölyede çalışan tekstil işçisi genç kız ile manikürcüde, kuaförde çalışan, bir otelde 16 saat çalışan temizlik yapan kadın emekçiyi birleştirecek ortak mücadelenin anahtarlarından birisidir.

"Gizli, saklı" kalmış veya "işten sayılmamış" alanlardaki kadın emeği üzerine saha araştırmaları yapmak kuşkusuz gerekli ve elzemdir, ama bu alanlarda örgütlenmeyi ve bu örgütlenmede işçi sağlığı ve iş güvenliği mücadelesini temel başlıklardan birisi haline getirmek eşitlik ve özgürlük mücadelesinin olmazsa olmazıdır!

Not: Önümüzdeki hafta Türkiye'de kadın emekçilerin sorunlarına yoğunlaşmaya çalışacağım, taşeron işçilikten söz edeceğim ve kadınların çalışma alanlarına dair mevzuata da kısmen değineceğim...

Kaynaklar:

England, K. V. (1993). Suburban pink collar ghettos: the spatial entrapment of women?. Annals of the Association of American Geographers, 83(2); 225-242.

Reid, J., Ewan, C., & Lowy, E. (1991). Pilgrimage of pain: the illness experiences of women with repetition strain injury and the search for credibility. Social science & medicine, 32(5); 601-612.

Lippel, K., & Demers, D. L. (1996). Invisibilite, Facteur d'Exclusion: Les Femmes Victimes de Lesions Professionnelles, La. Can. JL & Soc., 11, 87.

Messing, K., & de Grosbois, S. (2001). Women workers confront one-eyed science: building alliances to improve women's occupational health. Women & health, 33(1-2); 125-141.

İleri Ü.(2014). İş Sağlığı ve Güvenliği Önlemleri ile Sosyo-Ekonomik Sonuçları, Efil Yayınevi, Aralık 2014,

Messing, K. (1998). One-eyed science: occupational health and women workers. Temple University Press.

Kümbetoğlu B., User İ., Akpınar A., (2012). Kayıp İşçi Kadınlar (Kayıtdışı Çalışmaya Dair Bir Alan Araştırması); Bağlam Yayınları