İşçiler neden ölmek zorunda?

Taşeron sisteminin en son kurbanlarından Zafer Açıkgözoğlu'nun anısına...

"İşçiler ölmek zorunda mı" diye sormadım yazıya başlarken, doğrudan "neden" ölmek, sakat kalmak, hastalanmak zorunda diye sorarak başlamak istedim. Evet, ölmek, hastalanmak, sakat kalmak, yaralanmak zorunda! Çünkü bir üretim sistemi kara öncelik veriyorsa, insanı bir "hammadde", "araç", "makina" gibi görüyorsa, evet ölmek zorunda!
Şimdi "neden" sorusuna kısaca yanıt aramaya çalışalım ve "kazalar, meslek hastalıkları neden olur?" sorusuyla devam edelim.

"Yeterli işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri alınsa", "işçiler dikkatli olsa", "şu kişisel koruyucuları kullansa işçiler", "devlet adam gibi denetlese", "İSG kültürü yerleşse", "yasal mevzuat adam gibi uygulansa" vs. vs. Evet bunlar yapılırsa, ölümler, meslek hastalıkları azalır, daha az işçi sakatlanır, daha az işçi hasta olur. Ama "daha az"... Yine işçiler ölecek, sakat kalacak, hastalanacaktır...

Çünkü yukarıdaki yapılsa, edilse diye biten önerilerin hepsi, işyerine odaklanan, teknik bir bakış açısını yansıtmaktadır. Halbuki, iş cinayetlerinin (kaza ve meslek hastalıkları sonucu ölüm, yaralanma ve hastalıkların) nedenini aramak için, biraz dışarıya çıkmak, bakış açımızı işyerlerinin hem dışına, hem de üretim süreçlerinin en temel çarklarının en dip noktalarına sokmamız gerekiyor. Evet, aşama aşama sorumuza yanıt vermeye çalışalım "kazalar, meslek hastalıkları neden olur, neden olmak zorundadır?"

Üretim süreçlerinin içlerine sızalım ilk önce. Kapitalist üretimin temel belirleyeni sermaye birikimi ve bunun biricik yolu artı değer sömürüsüdür. Artı değer sömürüsünü artırmak için ise sermaye sınıfı iki şeyi yapar, kimi zaman zorla, kimi zaman rızayla; mutlak artı değeri artırma (çalışma süresini uzatma) ve göreli artı değeri artırma (üretim hızını artırma, emek sürecini yoğunlaştırma). Ve tüm bunları gerçekleştirirken kullandığı teknoloji de "taraflıdır". Teknolojik pratikler de, denetim ve yönetim mekanizmaları da "taraflıdır", işin özü teknoloji, üretim yöntemleri, yönetim ve denetim mekanizmaları sermaye sınıfı tarafından seçilir ve belirlenir. "Teknoloji, üretiminden tüketimine kadar olan tüm süreçlerde toplumsal ilişkiler tarafından biçimlenen bir mücadele alanıdır" (Noble, 1979'dan aktaran Yücesan-Özdemir, 2014). Kullanılan teknoloji, kullanılan malzemeler, üretim yöntemleri, yönetsel mekanizmalar tamamen KAR amacıyla belirlenir, sermayenin ekonomik, politik ve ideolojik çıkarları belirleyendir. Bu temel noktaların altını çizdikten sonra derdimizi anlatmamız daha kolaylaşacaktır.

1. "İş Kazası" sınıfsaldır! Ait olunan sınıf üretim sürecindeki yerimizi belirlediği için, iş cinayetine maruz kalma olasılığımız da artar. Bu olasılığı işçi sınıfının mücadelesiyle elde edilen haklar ve işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri azaltabilir, ama olasılık ortada durmaktadır. 

2. İşçi sağlığı ve iş güvenliği işyerinde üretilen ve yeniden üretilen toplumsal ilişkilerden soyutlayarak anlaşılmaz. Kapitalist sisteme içkin sermaye birikim süreçleri ile iki sınıf arasındaki güç dengeleri içinde anlam kazanır. Kapitalist üretimin amacı kullanım değeri yaratmak, işçinin ücretini karşılamak için gerekli emek miktarını azaltmak ve artı değer yaratan emek miktarını çoğaltmaktır (Yücesan-Özdemir). Dolayısıyla bir sonraki maddeye geçiyoruz.
 

3. Artı değer sömürüsünü artırmak için ilk adım "mutlak artı değeri artırma", çalışma süresini uzatmadır. 
Uzun çalışma saatlerinin insan sağlığı üzerindeki etkileri üzerine binlerce çalışma bulunabilir, keza yorgunluk ve kaza arasındaki ilişki de kuşku götürmeyecek kadar net bir şekilde ortaya konabilir. Emekçinin gün içinde biyolojik ritminin bozulması, düzensiz çalışma saatleri vb. hususlar da eklenince, meslek hastalığı sayılmayan veya yeni yeni sayılmaya başlayan pek çok hastalık gündelik yaşamın bir parçası olur. Dikkat bozukluğunun yarattığı ölüm ve yaralanmalar da işin bir diğer boyutudur.

4. Göreli artı değeri artırmanın (üretim hızını artırma, hızlı teknoloji kullanma, emek sürecini yoğunlaştırma) doğurduğu sonuçlar işçi sınıfı için yıkıl olmuştur. 
Daha yoğun çalışma, dikkat bozukluğu, uykusuzluk, sürmenaj, psikolojik ve psikosomatik rahatsızlıklar için kapıyı aralar. Bu konuda yapılan çalışmalar sayısızdır ve en bilineni Japonya'dan örneklerdir. "Esnek üretim kendi başına özgün bir hastalığa da neden olur. Karoshi olarak bilinen bu sorun bir tür ani tükenme sendromudur. Karoshi hastalığının hükümetlerce bir meslek hastalığı olarak tanınması süreci ilginçtir. Japonya gibi yüksek gelirli bir ülkede bile hükümetlerin işçi sağlığıyla ilgili olarak nasıl engelleyici olabileceğini gösterir. 
(...)
İlk Karoshi vakası, 1969 yılında, Japonya’nın en büyük gazete şirketlerinden birisinin yükleme bölümünde çalışan 29 yaşındaki evli bir erkeğin, felç nedeniyle ölümü olarak rapor edilmiştir. Karoshi, kelimenin tam anlamıyla “aşırı çalışmadan ölüm” şeklinde çevrilebilir (Belek, 2010).
Öte yandan hızlandırılmış, üretim süreçlerinin, işin öğrenilmesini zorlaştırdığı, işçiyi daha hızlı çalışmaya ittiği, kaza riskini artırdığı tartışılmazdır. Üretimin denetimi, yönetim teknikleri ve benzeri başlıklar bu kapsamda incelenebilir.

5. Teknoloji seçimi! Seçilen teknolojide temel belirleyen hız, sağlamlık, ucuz yakıt tüketimi vb. faktörlerdir. İşçinin güvenliği ve sağlığı için bir makinayı tasarlamak ise çok yeni bir kavramdır. 
Kapitalist üretimin kullandığı teknoloji (alet, edevattan makinalara kadar bizzat işçinin günlük üretim sürecinde sürekli temas halinde olduğu) insana uygun mudur değil midir? Veya şöyle soralım: İşçinin sağlığına ve işin güvenliğine, dolayısıyla işçinin güvenliğine uygun bir şekilde mi tasarlanmıştır? Ergonomi biliminin kapitalizmin gelişimine paralel değil, belli bir süre sonra başladığını hatırlayalım ve esas çıkış saikinin kapitalist bakış açısıyla üretkenliği, marksist bakış açısıyla söylersek artı değer sömürüsünü artırma hedefi güttüğünü belirtelim. Bir adım daha ilerleyelim ve şöyle bir tez atalım ortaya: Milyonlarca işçi, onlara dayatılan alet, edevat, makina, üretim yöntemi ve bunların ardından çalışma saati, çalışma koşulları, bir adım ilerisi yaşam koşullarında yaklaşık 200 yıldır kapitalist teknolojinin bir denek hayvanı olmuşlardır (Gürcanlı, 2014)
Dolayısıyla teknoloji taraflıdır!

6. Denetimsizlik ve eşgüdüm eksikliği. Kamusal denetimini yanı sıra, işçi sınıfı örgütlerinin üretimin her aşamasında (SSCB'de olduğu gibi)  denetim fonksiyonu olmadan, işçi sağlığı ve iş güvenliği ilkelerine uygun süreçlerin hayata geçirilmesi sermayenin insafına kalmaktadır. İş Müfettişi sayısının azlığı, denetim süreçlerinin yetersizliği, uygulamada eksikler getirmektedir. Öte yandan "eşgüdüm" eksikliği ile kasıt, bir sonraki başlıkta belirtilen taşeron sisteminin en büyük olumsuzluklarından birisidir. Bir fabrika ölçeğinde dahi, üretimin merkezi olarak planlanması, işçiler, iş ekipleri arasında koordinasyonun sağlanması, kısacası planlı ve organize üretim, iş cinayetlerini büyük oranda azaltan bir faktördür. Bölünüp parçalanmış, taşeronlar arasında bu eşgüdümün sağlanması oldukça zordur. Örnek olsun (gerçek bir olaydır) malzeme kaplamasında çalışan bir taşeron işçisi, o sırada tam da tepesinde vinç ile malzeme taşındığından habersizdir (o sırada malzeme taşınmaması veya vincin altında çalışılmaması gerekmektedir) ve yere düşen çelik kirişlerin altında kalarak yaşamını yitirmiştir. Taşeronlar arasında eşgüdümü sağlamak ana işverenin sorumluluğundadır. Ama özellikle inşaat, enerji nakil hattı inşa ve tamir faaliyetleri, keza demiryolu bakım onarımı, madencilik gibi, işçi ekipleri arasında eşgüdümün hayati öneme sahip olduğu alanlarda taşeron sistemi, bu eşgüdümü yok etmekte, plansızlığı işyeri ölçeğine taşımaktadır... 

7. Kuralsız, güvencesiz, baskıcı ve denetimsiz bir emek rejimi ölüm getirir! Tüm bu üretim sürecini üretmek için "kuralsız, güvencesiz, baskıcı bir emek rejimi" toplumsal anlamda yıkım getirmekte, aile yaşantısını, işçilerin yaşam kalitesini, ruhsal durumunu bozmakta, gerek fizyolojik, gerekse de psikolojik rahatsızlıklar yaratmaktadır. Taşeron sistemi olarak özetlenebilecek bu emek rejimi, işçi cinayetlerinin sorumlusu olarak karşımızda durmaktadır.  Taşeron sisteminin en son kurbanlarından Zafer Açıkgözoğlu'nun katledilmesi incelendiğinde yukarıda söylenenlerin tek tek gerçekleştiği görülecektir! Taşeron işçisi, iş tanımının, çalışma saatlerinin dışında, fazla çalıştırılmış, kendisine işçi sağlığı ve iş güvenliği için herhangi bir eğitim verilmediği gibi, herhangi bir önlem de alınmamıştır. 
Zafer, işe girdikten yaklaşık bir ay sonra tıbbi atıkları torbalarını çöp kutularına boşaltırken elime enfekte enjektör iğnesi batmış, 14.06.2013 günü çalışmaya devam ederken çok şiddetli yağmurun yağdığı o gün Acil Travmatoloji binasında, acil hastalara hizmet veren binanın kanalizasyon suları alt katta bulunan Çocuk Beslenme polikliniği ve Mikrobiyoloji laboratuarını basmış, poliklinikte diğer işçi arkadaşları gibi hasta dosyalarını kurtarmak için hiçbir güvenlik önlemi olmadan lağım sularının içinde saatlerce kalmıştır. İSKİ (Devlet olarak anlayın) tarafından yapılması gereken atık suların temizlenme ve tıkalı kanalların açılması işlemleri temizlik taşeron şirketin sorumlusu tarafından diğer işçiler gibi kendisinden de istenmiş, lağımın içine hiçbir güvenlik önlemi alınmadan girmeye çalışmış, Lağım kapağını açar açmaz bütün lağım suları eline yüzüne püskürmüş, saatlerce ıslak kıyafetlerle kalmıştır!
Bu olay yukarıda söylenen ve biraz da "teorik" kalan ifadelerin gerçek hayatta ne anlama geldiğini gösteren bir kepazeliktir ve içimizdeki kini daha da katlamıştır...

Şimdi sıra işyerine odaklanmaya geldi!

Evet, geçen hafta olduğu gibi bu hafta da uzatıyorum belki ama, olsun, dediğim gibi ilk yazılarımda, bu alandaki siyasal ve ideolojik bakış açısını toparlamaya yardımcı olmak istediğimi söylemiştim... Neyse devam edelim, neden işçiler ölür sorusunun yanıtını kısmen de olsa yukarıda vermeye çalıştık. Şimdi işyerine odaklanabilir, "önlemler alınmıyor" noktasına gelebiliriz, ancak şimdi ama...

İşyerlerindeki risklere biraz yoğunlaştığımızda, her türlü üretim sürecinin kendine has riskler barındırdığı görülecektir. Kimyasallar, tozlar, yüksekte çalışma, kesici batıcı cisimler, elektrik, farklı farklı makinaların kullanımı hepsi de işçileri tehdit eder. Güvenli bir çalışma için “İşçiler eğitimsiz ve verdiğimiz kişisel koruyucuları kullanmıyorlar (baret, gözlük, eldiven, emniyet kemeri gibi)” söylemi riskli çalışma ortamlarında belki de söylenecek en son hususlardan birisidir. Zira iş güvenliği uzmanları açısından riskleri önleme hiyerarşisinde en önemli husus “ortam”ın değiştirilmesi ve güvenli hale getirilmesidir. Yalnızca çalışma ortamına, bir başka deyişle "işyeri"ne yoğunlaştığımızda aşağıdaki temel hususlar yerine ölüm, yaralanma ve sakatlanmalara yol açar 

1. Tehlikeli işler, prosesler! Bazı işler temelden yanlıştır ve tamamen ortadan kaldırılmalıdır, örneğin Kot taşlama insanlık için zorunlu bir iş midir? Yanıtımız hayır! Kot taşlamayı sağlıklı ve güvenli bir şekilde yapmak için işçilerin tam anlamıyla bir astronot gibi giyinmesi şarttır, aksi takdirde silikozis hastalığı çok kısa zamanda kesinlikle ölümlere yol açmaktadır. İşçilere verilecek eğitim ve maske gibi kişisel koruyucuların anlamı bulunmamaktadır. O zaman yasaklanmalıdır!

2. Tehlikeli maddelerin, yöntemlerin, araç ve ekipmanların kullanılması binlerce işçiyi öldürmekte, hasta etmektedir. Örneğin asbest kanserojen bir maddedir. Kullanım kolaylığı ve ucuzluğu nedeniyle özellikle inşaat sektöründe kullanılır. Dünya Çalışma Örgütü (ILO) verilerine göre, her yıl asbest yüzünden 100 bin kişinin yaşamını yitirdiği tahmin edilmektedir. Üstelik dünyada asbest üretimi 1970’lerden bugüne sürekli azalmasına rağmen, geçmiş dönemde temasta bulunanlar için risk hâlâ devam emektedir. Türkiye’de daha yeni yasaklanmakla birlikte, evlerimizin çatılarında ve tesisatlarda hala bulunmakta olup, tamir ve bakım işlerinde ortaya çıkabilecek riskler hâlâ yerinde durmaktadır. Bunun yerine daha sağlıklı malzeme kullanılabilir, ancak kapitalizm ucuz, verimli, kârlı olanı, tehlikeli de olsa sonuna kadar kullanmakta ısrar eder ve karşılığında binlerce işçiyi öldürür. Mücadeleler belli bir noktaya gelince yasaklanır ve “cezalar” verilir. 

3. Aşırı kâr hırsı, hızlı, acele, derme çatma, mevzuata aykırı riskli çalışma ortamları yaratmıştır. Denetimsizlik de bunu beslemektedir. Üretim sürecindeki tehlikeli işler, hala ortadan kaldırılamıyorsa risklerinin kabul edilebilir sınırlara çekilmesi gerekir. Tehlikeli işleri ortadan kaldırmak mümkün değilse ve tehlikeli maddeleri kullanmak zorunluysa, üçüncü aşamaya geçilir ve risklerin azaltılmasına çalışılır. Ama bunun için de esas ulaşılması gereken nokta ilk önce ortamın güvenli hale getirilmesidir. Örneğin Türkiye'de her yıl yüzlerce inşaat işçisi iskelelerden düşerek ölmektedir ve bu iskelelerin zorunlu olmasına karşın, hiç birinde korkuluk yoktur! Sadece korkuluklu iskelelerde çalışmak bile, yüzlerce inşaat işçisinin aramızda olmasını sağlayacaktır. Sadece korkuluk değil kuşkusuz, pek çok toplu koruma önlemi MASRAF olduğu için uygulanmamaktadır.

4.  Kişisel koruyucular çözüm mü? Tüm bu süreçleri anladıktan sonra ancak, "kişisel koruyucu donanım kullanılmamasından şikayet edebiliriz! Ancak kişisel koruyucuların iş kazaları ve meslek hastalıklarını önlemede temel başlık olmadığı, en alt sıralarda yer aldığı bir kez daha vurgulanmalıdır.
Çalışanlar bilirler, kişisel koruyucu ekipmanlar bir işçi için aşırı rahatsızlık vericidir. Haziran Direnişi zamanında saatlerce gaz maskesi takan yaklaşık 11 milyon yurttaşımız, bu rahatsızlığı gayet iyi bilecektir. Genel olarak kişisel koruyucu malzemeler işçileri rahatsız eder, çalışmayı zorlaştırır, özellikle hızlı çalışmaya zorlanan işçilerin, kişisel koruyucuları kullanmaları halinde birim zamanda daha az parça/iş üretmeleri bir gerçektir ve çoğu işçi haklı olarak bu ekipmanı kullanmama eğilimine girer. Bu ekipmanların büyük bir kısmı ergonomik değildir, ucuz olanları ise zaten rahatsızlıktan başka bir şey vermez!

5. İşçilerin eğitimi, üretime katılımı... Evet, bunların olmaması olumsuz sonuçlar doğurmaktadır, ama ne kadar üretileceğine, ne zaman ve kaç saat üretileceğine, hangi yöntemin veya yöntemlerin, hangi malzeme, ekipman ve makinaların kullanılacağına karar vermeyen, veremeyen bir işçinin katılımı da, yaptığı işin riskleri konusunda alacağı üstün körü bir eğitim de herhangi bir yarar sağlamamaktadır. Sermaye sahipleri ve devlet yetkililerinin sürekli "eğitimsiz işçi" vurgusu yapması ile mücadele edilmelidir.

Biraz uzattım biliyorum, artık bitirelim; yukarıda maddeler halinde söylenenler, işin son derece sınırlı bir kısmına dair çözümlerdir. Bu söylenenleri yerine getirmek, işyerlerinde işçilerin mücadelesiyle doğru orantılıdır. İşçi sınıfının karar verici mercilerde olmadığı, üretimin örgütlenmesinde yer almadığı, riskler konusunda bilgi sahibi olmadığı, işe yorgun geldiği, uzun saatler boyunca çalıştığı, sürekli aklında ay sonunu nasıl getireceğini, kredi kartını nasıl ödeyeceğini düşündüğü vb. koşullarda kazasız günler geçmesi ne derece mümkündür, tartışılır. Biraz uzun da olsa söylediklerimizi 200 yıl öncesinden özetleyen aşağıdaki alıntı, “neden işçiler ölüyor” sorusunun yanıtlarını vermektedir:

“Durum şudur: Eğer çocuklar dikkat gösteremiyorlarsa, çalıştırılmaları yasaklanmalıdır. Yetişkinler kendilerini tehlikeye atıyorsa, o zaman onlar da tehlikeyi tüm boyutlarıyla kavrayamayan bir çocuk zekasına sahip büyükler olmalıdırlar; bunun için suçlanması gereken de onları, zekalarını geliştirmeleri için elverişli olmayan ortamda tutan burjuvazidir. Ya da makineler kötü düzenlenmiştir; çevresine parmaklık konması gerekir; bunun sağlanması da burjuvazinin işidir. Ya da işçi tehlike tehdidine aldırmayacak kadar baskı altındadır, ücretini haketmek için hızlı çalışmak zorundadır, dikkat gösterecek zamanı yoktur ve bundan da burjuvazi sorumludur. Örneğin birçok kaza, işçilerin çalışmakta olan makineyi temizlemeleri sırasında olmaktadır. Niçin? Çünkü aksi halde burjuva, işçiyi, makineyi, kendi serbest kaldığı saatte durdurup temizlemeye zorlayabilir; işçi de doğal ki kendi serbest zamanının hiçbir anını kurban etmek istememektedir. Her serbest saat, işçi için o kadar değerlidir ki, o saatlerinden birini burjuvaziye feda etmektense çoğu zaman haftada iki kez yaşamını tehlikeye atar. Makinenin temizlenmesi için gereken zamanı patron, işçinin çalışma süresinden çıkarsın, o zaman hiçbir işçi, çalışmakta olan makineyi temizlemeyi düşünmeyecektir. Kısacası, hangi yanından bakılırsa bakılsın, kusur en sonu imalatçınındır ve ondan, çalışamaz hale gelen işçiyi en azından yaşam boyu desteklemesi ve kazayı ölüm izlerse mağdurun ailesini desteklemesi istenmelidir. Manüfaktürün erken döneminde, kaza oranı şimdikinden çok daha yüksekti; çünkü makineler daha düşük nitelikteydi, daha küçüktü, daha karışıktı ve çevresine hiç parmaklık konmazdı. Ancak, tek bir sınıfın yararı uğruna bunca ciddi deformasyona ve sakatlığa yolaçan, çalışkan insanları, burjuvazinin hatasından ötürü iş sırasında ortaya çıkan sakatlıklar yüzünden açlığa ve yoksunluğa mahkum eden durumun ciddi biçimde sorgulanmasını gerektirecek ölçüde, çok kaza, hâlâ olmaktadır. İşte size, imalatçıların, nefret edilesi paragözlüğünden ileri gelen, pek hoş bir hastalıklar listesi! Kadınlar çocuk doğuramaz hale geliyor, çocuklar deforme oluyor, erkekler dermansızlaşıyor, kollar-bacaklar ezilip parçalanıyor; yalnızca burjuvazinin kesesini doldurma uğruna hastalık ve sakatlıklarla yüklü hale getirilen kuşaklar bir bütün halinde çökertiliyor." (Engels, F. 1845)


Yücesan-Özdemir, G., 2014. İnatçı Köstebek, Çağrı Merkezlerinde Gençlik, Sınıf ve Direniş, Yordam Yayınları
Gürcanlı, G.E, 2014, İşleneceğini Herkesin Bildiği Bir Cinayetin Öyküsü, Yazılama Yayınevi
Belek, İ., (2010). Esnek Üretim Derin Sömürü, Yazılama Yayınları.
Engels F. (1845). Kişisel Gözlemlerden ve Sağlıklı Kaynaklardan, İngiltere'de Emekçi Sınıfların Durumu, Eriş Yayınları, Birinci Baskı, Ankara, Sayfa 176-206 (Friedrich Engels’in Die Lage der arbeitenden Klasse in England (1845) eserinden)