İktisatçılar insanları kandırır mı?

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde sevgili hocamız İzzettin Önder ilk dersinde iktisat öğrenimi üzerine genel bir sohbet yapmıştı. Önder, “çocuklar iktisat okumanın tek bir faydası var, başka bir iktisatçı tarafından kandırılamayacaksınız” demişti. Bizler de acı acı gülmüştük. Acaba bizi küçümsüyor mu övüyor mu, çok anlayamadan.

Aradan yıllar geçtikçe bu lafı daha iyi anlıyorum. Ekonomi, gündelik hayatın her yerinde olduğu için popüler bir konu, ama bunu konuşurken bol yüzdeli istatistikler, küsuratlı rakamlar, ekonominin temel kanunudur diye başlayan cümleler kullanırsanız çevrenizdeki birçok insan sizi hem anlamaz hem de hayranlıkla dinler. Bu anlamda, hayranlıkla dinlenmeyen çok az iktisatçı gördüm. Misal, bir iyi bir fizikçi konusuna çok daha hakim konuşabilir ama bir süre sonra esnemeye başlarsınız, çocukluktan bu yana içimizi kemiren “iyi güzel de bu anlattıkların gerçek hayatta ne işimize yarayacak” duygusuyla. Kuantum güzel de çevresi kötü.

İktisatçı olmanın bu avantajlı yanını çok sömürmeden yine konuya dönelim: “Başka bir iktisatçı tarafından kandırılmayan iktisatçılar” başka birisini nasıl kandırabilir? Tabi bu önerme bu kadar basit değil; bakış açınız, dünya görüşünüz ve farklı paradigmalarınız olabilir ancak temel olarak hiçbir iktisatçı verilerinde yalan söylemez (özel bir kastı yok ise). Ama sorun şu ki, aynı veri seti ile isteyene istediğini söyletebilecek şekilde farklı hesaplamalar, tablolar yapabilir. Çok basit örnekleyeyim: Bir veri setini bazen X yılından değil X+1 yılından başlatmak bir anda sözünüzü doğrulayabilir. Veya okuyucuyu etkilemek için hazırladığınız bir grafiğin başlangıcını sıfır yerine bir rakamdan başlatarak, gidişatı çok dik ya da az eğimli göstermek yine sizin elinizde.

Aslında herkesin de iktisatçı olduğu dönemlerdeyiz. ‘Dolar ne olacak’ misal en fix yorum gündemidir. Bir de çevremizdeki borsa yatırımcıları var tabi, o kağıt bu kağıt derken en kral yorumları onlardan duyabilirsiniz. Örneğin esnaflar da ekonomi uzmanıdır, çocukluğumdan bu yana işlerin hep kötü gittiğini duyarım onlardan. Ya da Ayşe teyzemiz vardır misal, her ekonomik olaya reaksiyon gösteren. Tüm bu güncel ilişkilenme alanları bile iktisatçıların istatistiklerle kandırabilme kapasitesini gidermez ve bundan kaçınabilmek için tabi iktisat öğrenmek çok zahmetli bir olay.

İktisatçıların kandırabilme kapasitesinden kaçınabileceğiniz tek alan onların paradigmasını öğrenmek. Örneğin, kamu para harcıyor dedikçe tüyleri diken diken olan neoliberal iktisatçılar var bu ülkede yıllardır. Maalesef epey de kandırdılar genel olarak toplumu ve hatta solcuları bile. Kamu şunu yapsın dediğinizde iyi de kaynak nerede diyen bazen soldan da olabiliyor. Ancak 80’lerin ortasından beri popüler olan bu iktisatçıların popülaritesi son yıllarda epey azaldı.

Neoliberal ekonomistlerin zayıflamasının nedeni kamuculuğun güçlenmesinden kaynaklanmıyor. Şimdi bizi kandıran ekonomistler, “her şey şahane”, “emekliye süper müjde”, “dış güçler bizi yıkamaz”, “ülkemiz şahlanıyor” başlıklarıyla artık önemli tüm köşeleri kaplamaktadır. Enflasyondaki artışı bile “Memura müjde!” manşetiyle veren (malum Toplu İş Sözleşmesindeki enflasyon farkları 6 aylık dönemlerde maaşlara yansıyor) garip dönemlerdeyiz. Tabi bu dönemde bir iktisatçı olarak hüzün içerisindeyiz. Kandırıldığını anlamak için iktisat diplomasına bile gerek yok artık insanların.

Tabi bu şahanecilerin karşısında bir de komplocular var. Japonlar bile biliyor yoksa, Haliç’in altında yatan altınları. Her şeyin bu kadar basitleştirildiği, ama basitleştirildikçe sermaye ve emek arasındaki paylaşım mücadelesinin giderek gözardı edildiği dönemlerdeyiz.   

Ben bu köşede bu ‘müjdeli haberler’, gündemde yer alan ekonomik gelişmeler üzerine yazmaya çalışacağım. Malzeme maalesef kötü, ama yine de üzerinde konuşacak bir şeyler var.

Dilerim kuantum fiziği gibi can kulağıyla dinlenecek konular bulabilirim.