İdeolojiden politikaya IV

İdeolojiden politikaya III yazımızda, "politik alan sadece ideolojik alandan değil", "ekonomik" alanın sorun ve gündemlerinden de farklıdır" denilmiş, bu konunun gelecek yazıda ele alınacağı belirtilmişti.

Konuya giriş olarak bir örnekle başlayalım: Sendikalı işçiler grev yapıyorlar. Ve Max Weber'den esinlenerek şu soruyu soralım: Grev ne için yapılıyor? Eğer ücretlerin artırılması içinse, bu grev eylemi, Max Weber'e göre, ekonomik bir eylemdir. Yok eğer, grev politik bir değişim de talebediyorsa, eylem, ekonominin ötesine geçer ve politik bir nitelik kazanır.

Althusser, Marks gibi, ekonomik alanı maddi ilişkilerin ve doğanın değişimiyle ilgili bir alan olarak görüyordu. Politikayı da toplumsal ilişkilerin değişimiyle ilgili bir alan, seviye olarak. Kendisi ideolojik seviyeyi ise, düşünceler açısından ele alıyordu.

Engels'ten buyana, bir alt-yapı, üst-yapı tartışması vardır. Althusser bu yapılar yerine, üç seviye, ekonomi, politika ve ideoloji olmak üzere, önermişti. Fakat yine de, ekonomi hariç diğer iki seviye zaten Marks'ın kullandığı üst-yapı içinde yer alıyordu.

Her neyse, Marx "yapılardan" bahsederken, Althusser, "seviyelerden bahsediyor, ilkinin ikili yapısını üçlü seviye olarak düşünüyordu.

Gerek Marks gerekse Althusser'in toplumsal ilişkileri modellerken "üç boyutlu" düşündüklerini söyleyebiliriz. Bir mimari mecaz kullanılmakta ve toplumsal ilişkiler alttan yukarı, bir inşaat gibi, katmanlardan oluşmaktadır: Alt-yapı ve üst-yapı, ya da, ekonominin üzerine politika, onun üzerine de ideoloji katmanı.

Bilindiği gibi bu türden mimari mecaz ve modellemelerin ciddi sıkıntıları vardır ve Marksist teorinin Engels sonrası tüm dönemlerinde tekrar tekrar ele alınmıştır. Konu Lenin döneminde, iradecilik-ekonomizm ikiliği biçiminde tartışılmıştır. Bu tartışmanın pek çok varyasyonları bulunmaktadır. Althusser de benzer sorun üzerine çalışmış ve "yapıları" öne çıkaran bir teori geliştirmiştir. Yine anımsanacağı üzere, teorisi İngiliz Marksistler tarafından, Miliband ve Thomson gibi, şiddetle eleştirilmiştir.

Bu sorun, alt-yapı ve üst-yapı ilişkisi ya da ekonomi-politika-ideoloji ilişkisi, tarafımca "A Theory of Capitalist Society and Social Dialectics" kitabında tekrar ele alındı ve mimari mecaz ve modelleme, kübik bir yöntemle yeniden kuramsallaştırıldı.

Bu yeni modelde, toplumsal ilişkilerin bütünlüğü ekonomi tarafından çerçevelenmekte, onun içinde politik ilişkiler yer almaktadır. Politik alanın içindeyse, ideoloji bulunmaktadır. Ekonomi, bir alan olarak toplumsal ilişkilerin çerçevelendiği en geniş alanı ve sınırı oluştururken, ideoloji bu ilişkilerin merkezini, çekirdeğini oluşturmaktadır. İki alan arasındaysa, politika yine bir ayrı alan olarak yer almaktadır.

Bu çalışmada, ekonomi, politika ve ideoloji arasındaki farklılıklar şöyle tanımlanmıştır:

Ekonomi;, değer ve artı-değerin üretilip el konulduğu, üreticiyle üretime el koyanın belirlediği, tanımladığı bir ilişkilerler alanıdır.

Politika; ekonomi alanından farklı olarak, yöneticilerle, yönetilenler arasındaki ilişki tarafından belirlenen, daha önemlisi, ekonomi alanının taraflarını bu yeni ilişki içinde tekrar belirleyen, tanımlayan farklı bir alandır. Yönetenler devlet haline gelmişlerdir. Marksist-Leninist teori kapsamında düşünürsek, burada yönetici diye tanımlanan kesim, esas olarak bir sınıftır ama, kendisi doğrudan yönetmeyip, diğer farklı kesimlerden devşirilen bir yöneticiler katmanını kullanır. Haliyle, hakim sınıfla, yönetici sınıf arasında ayrım yapılmalıdır.

İdeoloji alanı ise, ki toplumsal ilişkilerin içinde, merkezinde yer alır, düşünce üretimi ve kullanımıyla ilgilidir. Ekonomi ve politika alanlarından farklı olarak, ideologlar ve sistemli ve bütünsel ideolojiye sahip olmayanlar, düzensiz, ve parçalı düşünenler tarafından belirlenir, tanımlanır.

Marks'ın burjuva ideologları olarak nitelendirdiği ekonomi politikçiler, burjuva ekonomik ve politik düzeni, alanı için, sistemli düşünce üretirler. J. Locke, A. Smith ya da D. Ricardo, piyasa, değer, sınıflar, bölüşüm ve devlet ve kamu politikaları üzerine düşünür ve yazarlar. Ekonomi teorileri bir tarafta toplumsal ekonomidir, diğer tarafta ise, ekonomi politiktir. Ayrıca, Marks'ın dediği gibi, burjuvaziye ideoloji üretirler.

İdeologların parçalı düşünen insanlardan farkı, anlaşılacağı üzere, toplumsal ilişkilerin bütünü üzerine düşünmeleri, bunun yanında da, bir sınıfın çıkarlarına, bilimsel, felsefi ya da edebi, tercümanlık yapmalarıdır. Burjuva ideoloğu, Smith örneğin, ahlak felsefesiyle de, uluslararası piyasa ve ekonomiyle de ilgilidir. Ricardo, ulusların avantajlı oldukları alanlarda üretim yapmalarının rekabet mantığına uygun olacağını söyler. Locke, Smith'ten çok daha önce, birey-mülkiyet-hukuk devleti bağlantısını kurmuştur.

İdeolojiden politkaya dedik, ama, ideolojiden ekonomiye geçmedik.

En güzel bağlantı, Marks'ın meta fetişizmi kavramıdır. Marks bu kavramı yabancılaşma kavramının daha bilimsel, Hegelci olmayan, bir türü olarak kullanır. Bu konu hakkında Marks'ı tekrar etmek yerine, bir kaç örnek verelim ve ideolojiden ekonomiye diyelim:

Marks metaların apayrı birer güç gibi göründüğünü, "onlara" insan ilişkilerinden ayrı bir güç atfedildiğini, bunun meta fetişizmi olduğunu söylüyordu. Onun tüm Kapital'i, aslında bu fetişizmin çözümü üzerinedir, denebilir.

Toplumsal zenginlik, metalar olarak görünür, ama, bu metalar bir sınıf ilişkisi içinde üretilir. Daha da ötesi, metalar üretilirken, sınıf ilişkileri de üretilmiş olur. İşçi, her gün, kendi işçi konumunu üretir. Ama, görünen, sadece metadır, fiyatlardır.

Fiyat konusu ise, fetişizmin çok daha ileri, soyut, anlaşılmaz hale gelmiş biçimidir. Değerler, fiyatlardan ayrılır, değer üretme süreci görünmez hale gelir.

Bir örnek: İstanbul'da bir kaldırımda bir liraya dört adet çakmak satılıyor. Oysa, sadece bir adet çakmak, markette en az üç liradır. Fiyat farkı, burjuva ekonomistin dediği gibi arz-talep kanunlarıyla hiç bir biçimde anlaşılamaz. Arz-talep ilişkisi, olsa olsa, ilkinin fiyatıyla ikincisinin göreli fiyatlarını değiştirir. Burada soru şudur: Dört adet çakmak nasıl bir liraya satılabilmektedir?

Marks, metaların üretimindeki sınıflara, emekçilere götürür bizi. Dört adet çakmak bir liraya satılıyorsa, çakmak üreten işçiler yoğun bir sömürüye maruz kalıyorlar demektir. Büyük ihtimalle, karın tokluğuna çalışıyor olmalılar. Bu işçilerin çalışma koşullarını, "özlük" haklarını, çalışma sürelerini de düşünelim.

İdeolojiden ekonomiye derken, piyasa denilen sistemin, meta üretiminin, sınıfsal içerikleriyle görülmemesini kastediyoruz. Herkes Marks olmadığına göre, bu sınıfsal içerik, toplumsal ilişkilerin soyulması ya da, ancak, Marksist ideologlar tarafında görülebilir. Burjuva ideoloğu ya da burada burjuva ekonomisti, bize sadece piyasayı, fiyatları, verimliliği, üretkenliği söylemektedir. Değerin üretimi ve aynı anda bölüşümü, onun ilgisi ve "çıkarı" değildir.

İdeoloji, yöneticilerin yönetici, kapitalistlerin kapitalist olmasını, nasıl açıklıyor? İdeoloji, yığınların yönetilen, doğrudan üretici olduğunu nasıl açıklayıp, temellendiriyor, savunuyor?

İşsizliğe çare olarak, okuduğumuz gazetenin yazarı, izlediğimiz televizyonun yorumcusu, üniversitenin hocası, ne sunuyor? Daha fazla yatırım, daha fazla dış sermaye mi diyor. Ya da, politik istikrardan mı dem vuruyor?

İdeolojiden ekonomiye geçmek, en ileri anlamında meta fetişizmine geçmektir, ama bu da, iyi bir Marksist olmanın ötesine götürmez bizi.

İdeolojiden politikaya geçmek, yönetici-yönetilen ayrımını deşifre etmek, eleştirmekse, ideolojiden ekonomiye geçmek, bizzat kapitalistlerin varlığını, piyasa mekanizmasını, sorgulamak, eleştirmek ve reddetmektir.

Meta fetişizmi mi dedik, kapitalistler niye vardır, gerekliler mi artık, sadece bununla başlayalım!

Ya da sadece, bir liraya satılan dört çakmaktan!

İdeolojiden ekonomiye de böyle geçelim!

Geçelim çünkü yukarıda geliştirdiğimiz teorinin söylediği gibi, politikayla birlikte aynı düzlemdeler, yan yanalar, sadece sınırları bulunuyor.

***

Çok mu politik oldu acaba?

***

Konu "küçük-burjuvazi" üzerine devam edecek..