Haziran'ın ve sonrasının orijinalitesi...

Teoriye ağırlık verenler pratiğin güncel, ayrıntılı, kendiliğinden gidişini kaçırır. Pratik tarafta daha fazla bulunanlar da, ana çizgileri, genel çerçeveyi, uzun vadeli gelişmeleri, “yapısal” kaymaları gözden kaçırırlar.

Haziran’ın kendiliğinden patlayıp hızla yayılması, kitleselleşmesi, onun “oirijinalitesi” değildi. Bu hareket polis şiddetiyle başlayan hükümet karşıtı bir hareketti. Bu şiddet olmasaydı, küçük bir alanda, sınırlı ve kısa süreli bir kavganın ötesine gitmezdi.

Haziran’a kısmen “toplumsal hareket”, kısmen “kentsel toplumsal hareket” demek mümkündür. İçinde bolca “anti-kapitalist” ögeler de bulunabilir. İçinde ve başında, pek çok sosyalist örgüt, parti de vardır. Ama, bu hareket sosyalistlerin varlığına ve öne geçişine rağmen, “sosyalist” bir hareket de değildir.

Özetleyeyim, benim gördüğüm, Haziran büyük ölçüde, hükümete karşı bir hareket, adeta “grizu patlaması” idi. Bu patlamanın kimyasal bileşimini bizzat AKP, farkında olmadan hazırlamıştı. Patlamanın kimyasal malzemesi büyük ölçüde, laik cumhuriyet ve sembollerine yapılan saldırılardı. Patlamanın kıvılcımını da bizzat polis çakmıştır. Üstelik de, en büyük metropolün en merkezi yerinde. Yani, medyanın sevdiği bir alanda olmuştur grizu patlaması (David Harvey Haziran’ın Taksim’de patlamasında bu mekanın merkeziliğini ve görünürlüğünü vurgulamıştı).

Şimdi bu hareketin orijinalitesine değinelim, ki bu Haziran’ın gelecek için önemiyle ilgilidir:

1) Haziran 1960’lardan sonra Batı’da geliştiği üzere, politikanın kurumsal olmayan (non-institutional) bir yönde ilerlediğine Türkiye’den ilk açık örnektir.

2) Sosyal medya denilen, yeni bir iletişim alanı gelişmiş, bu medya kendi sonsuz “kamu alanlarını” yaratır hale gelmiştir. Geleneksel yazılı ve görsel medyanın bu olayalara ayak uyduramaması olaylar sırasında yapılan yaygın gözlemdi.

3) Harekete katılanların açıkça sol olduğu tartışılmaz. Sosyalistler bu sol hareketin içine rahatça girebilmiş, hatta yönlendirir olmuşlardır. Bu hareket, ideolojilerdeki değişimi, kaymayı da gösterdi. Kemalistler’in eski Cumhuriyet Mitingleri ile başlayan “popülerleşmeleri” de bir gözlemdir. Kemalizm artık resmi devlet ideolojisi olmaktan çıkmış, genel solun içinde erimiştir. Yine malum, İslami kesimlerin burjuvalaşmasına, devletli hale gelmelerine karşı, sol bir İslami hareket de gözlemlenmiştir.

4) Haziran, İstanbul merkezli, dışa açık neo-liberal kapitalistlerin üstü örtük olarak hükümeti istemediğini de göstermiştir.

5) Haziran, Doğu merkezli sol-ulusal Kürt hareketinin Batı’da yoğunlaşmış sosyalist kıpırdanmalara karşı ne kadar stratejik, realist, pragmatist yaklaştığını da göstermiştir. Haziran benzeri bir yükselişte, AKP ya da benzeri bir hükümet olduğu sürece, Kürt hareketi, Batı’daki sol yükselişle, “çözüm sürecini” feda edecek herhangi bir yakınlaşma içine girmeyeceğini, göstermiş oldu. Batı’yla Doğu’nun arasına AKP ve çözüm süreci, kara kedi gibi, girmiş durumdadır.

6) Haziran’ın diğer bir gösterdiği, hükümetin gözünün ne kadar kara olduğu, her şeyi göze alabileceğiydi. Yüzde elliye karşı kendi yüzde kırkının belli kesimlerini, polis desteğinde iç savaşa sokabileceğinin işaretleri, görülmüştür. Böyle bir hükümetin, benzer toplumsal hareketler karşısında, kaybedeceği bir erken seçimi göze alamayacağı da.

7) Haziran hareketinin partiler açısından gösterdiği ise, “merkez-sol”un bitmekte olmasıdır. Merkez-sağ çoktan bitmiştir. AKP’de açılan gedikler ise, yeteri kadar büyük değildir. Hükümete karşı gelişen hareket, AKP’yi içeriden daha fazla kenetlemiştir. 17 Aralık operasyonları ve sonraki sürecin de gösterdiği gibi, “içeriden” ve “tepeden” açılan gedikler ya küçük, ya da, hemen kapatılabilir durumdadır.

Bu gözlemler daha da arttırılabilir, daha teorik formüller halinde ifade edilebilir. Ancak, bu gözlemler, bu haliyle bile, Türkiye politikasının büyük ölçüde değiştiğini yeteri kadar gösterir sanırım. Merkez partileri neredeyse tarih olmuş, ordu politikadan şimdilik çekilmiştir. Toplum neredeyse ikiye bölünmüş haldedir. Bir parça örgütlü ve hükümettedir. Diğer parça ise, Haziran’ın “grizu patlaması” ile kendini göstermiştir.

Yukarıda yazılan 7 maddeye, öyleyse şu maddeler de ekleyelim:

8) Haziran ve hemen sonrasının gösterdiği, Türkiye “yönetici sınıflarının” tüm partilerini, ideolojileriyle bitirip, AKP’yi tek başına halkla karşı karşıya bırakmış olmasıdır.

9) Haziran ve sonrası, Türkiye’de sosyalistlerin şu haliyle bile, önemli ve büyük bir güç olduklarını da gösterdi, anımsattı. Taksim’de AKM’nin cephesine asılanlar, Haziran’ı sosyalist içeriğini, dilini gayet güzel özetlemiştir.

10) Haziran ve sonrası, sosyalist solun son otuz yıldır maruz kaldığı ideolojik, teorik kirlenmeden kendini nasıl temizleyebileceğini de göstermiştir. 1980 öncesinin en sağlam ögeleri tekrar işlenmekte, geliştirilmeye çalışılmaktadır. İdeolojik temizliğin politik esneklikle bir arada olabileceği, olması gerektiği tekrardan öğrenilmekte, tekrar “Ne yapılmalı?” diye sorulmaktadır.

11) Çağrıştırdığı şekliyle, bu 11. maddede de şunu da ekleyelim: Haziran ve sonrası Türkiye sosyalist hareketinin Marks’a bağlı olduğunu, onun Leninist gelişimini içselleştirdiğini de göstermiştir.

***

Haziran tekrar olur mu? Olmaz! Orijinaldir. Olursa “komik” olur!

Hegel ve Marks’ın diyalektiğine göre, tarihsel süreç tekrarlarla değil, spiral biçiminde açılmaktadır.