Gidişi gelişinden bellidir değildir!

“Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık” eylemlerinin ardından, Erbakan Çiller ile birlikte gitmiştir. Bu eylemler, zamanın Haziran ayaklanmalarıydı. Askerin dürtmesi, malum postmoden darbe olmasaydı, yine giderlerdi! Hükümetin tepesinden Alevilere küfür ediliyor, toplumu ve devleti sarmış mafya ilişkileri sıradanlaştırılıyor, Kudüs geceleri düzenlenip, tarikat liderleri devletin tepesinde ağırlanıyordu.

Recep Tayyip Erdoğan'ın gelişi Erbakan ve sonrası olduysa, gidişi de, farklı, ama benzer şekilde olur diye, tahmin edebiliriz. Çünkü malzeme de kişiler de, devlet de, aşağı yukarı aynıdır, denebilir.

Ancak, benzerliklerden çok, farklılıklar daha önemlidir. Nasıl ki Erbakan 1960’ların, 1970’lerin, 1980’lerin deneyimiyle politika yaptıysa, Recep Tayyip Erdoğan da, 1990’larla, 2000’li yılların deneyimiyle düşünmekte, kendince politika yapıp, tedbir almaktadır. Daha hükümet olduğunda, partisinin kapatılmak üzere olduğunu, birinci olan partisinin başında başbakan olamadığını, elektronik muhtırayı, cumhurbaşkanlığının elinden nasıl alındığını, öfkeyle, nefretle anımsamaktadır. Cumhuriyet mitinglerini düşünmekte, Kemalistlerden midesi bulanmaktadır. Öfkesi, nefreti sonra daha da artmıştır. Haziran 2013 ayaklanmalarını, son olarak da 17 Aralık operasyonlarını düşünmekte, düşündükçe, kabus görmektedir.

Bol tecrübe, bol korku, ama bir o kadar da, tedbir, karşı hamle! Tecrübe ve korku Erbakan’da da vardır. Ama, tedbir ve karşı hamle, Recep Tayyip Erdoğan’da çok öndedir.

Eskiden olan olsaydı, asker ve laikler, sonra da yargı müdahale eder, partisi bölünür, sonra da tasfiye edilirdi.

Ama şimdi, tedbir ve karşı hamle tecrübesi gelişmiştir. Tedbirler, karşı hamleler, değişik ve çeşitlidir. Yargı, polis, medya, sivil toplum ele geçirilecek, bastırılacak ya da sindirilecektir. Olmakta olduğu gibi....

Ama, eski tecrübe, eskiye dayanır neticede. Haziran ayaklanmaları, Cumhuriyet mitinglerine benzemiyor. Parti kapatma davaları şimdi yoktur. Eski “derin devlet” sanki yok olmuş, “paralel devlet” çıkmıştır ortaya. ABD ve AB yine sorundur, ama, Rusya ile yakınlaşmak mümkündür. Ama, Rusya ile yakınlaşma, ABD ile AB’yi daha da ifrit etmektedir.

Erbakan’ın kaderinden farkı, Recep Tayyip Erdoğan’ın, daha fazla tedbir, karşı hamle, ama, daha fazla korku ve paranoyadır. Eski tecrübe sanki Erbakan değil, yüz yıl geriye, Abdülhamid olmaktadır. Ak-Saray, sanki Yıldız Sarayı’dır. 

***

Pan-İslamizm mi, kimlerle? Sisi’yle, onun yanındaki Katar ve Suudi Arabistan’la mı? Düşman bellenen Şam ve Bağdat’la mı? Müslüman Kardeşler’le mi? Abdülhamid’den yıllar sonra, İngilizler kurdu onu, bunu biliyor olmalılar.

“Hizmet” ya da “paralel”, İsrail-ABD-İngiltere bağlantılarını kuruyordu. Şimdi kimler kuracak?

***

AKP’nin gidişi gelişinden belli değildir!

İçeride asker, yargı, medya ve Cumhuriyet Mitingleri değil, her şeyiyle halk ve sınıflar vardır!

Dışarıda, neredeyse, tüm ülkeler, AB, ABD, Suriye, Mısır, İsrail, Katar bulunuyor!

Oligarkların Putin’i ise, gazdır sadece!

***

İlle de, getirenlerin götüreceğini düşünmemek gerekir. Her zaman pazarlık yapabilir, anlaşabilirler.

Getirenler sadece götürenlerle ittifak yapmak isteyeceklerdir. Buysa, sonraki düzene geçiş konusudur.

***

Recep Tayyip Erdoğan ve partisi AKP, ne Erbakan gibi gider, ne de, Abdülhamid gibi. Sanmıyorum, Menderes ve Demokrat Partisi gibi de gitmezler...Özal ayrı bir konu. Kendisi yukarı çıkmış, partisi zayıflamıştı... Demirel, partisi ve “aslan sosyal demokratlar” vardı...

Recep Tayyip Erdoğan ve partisi AKP, “doğal” müdahaleler olmadığını varsayalım, önce halkın, sonra da devletin müdahalesiyle tarihe karşır.

Sorun, halk müdahalesinden sonra, devlet müdahalesinin ne kadar “halka” uygun hale geleceğidir.