Gezi’den sonra: Bu ülke bizim!

Gezi’den bu yana 4 yıl geçti. Kah gülümseyerek kah buruk bir acıyla, ama dolu dolu 4 yıl.

Bu süreçte geçmişe dönüp hayıflandığımız anlar da oldu, geleceğe dönüp koşar adım ilerlediğimiz de. Ama her ne olursa olsun, hep Gezi’nin yörüngesinde, onun manyetik alanının içinde yol aldık.

Hani o meşhur söze benzeterek söyleyecek olursak, Türkiye’nin üzerinde dolaşıp duran ve egemenleri korkuya gark ederken direnenlere ilham ve umut yağdıran bir “hayalet” oldu Gezi.

Bunun geçici bir dalga olduğunu düşünenler yanıldı. Onlar sandılar ki, Gezi, bir akşam esintisi misali serinletip gidecekti. Gezi süreksiz bir macera, hatta belki de hercai bir hevesti. Öyle olmadığı aradan geçen 4 yılda tekrar ve tekrar kanıtlandı.

İyi de nasıl? Bu inadın, ısrarın, kök salan direncin arkasında ne var?

Yön Dergisi’nin üçüncü sayısındaki yazımızda paylaştığımız bir kavram, Gezi’nin süregiden varlığını açıklamak açısından da işe yarar görünüyor. Kristin Ross’un “Ortak Lüks” kitabında Paris Komünü’nü incelerken başvurduğu “survie” kavramından söz ediyoruz.

“Survie”, bir olayın sona erişinden sonraki etkilerini ifade etmez. “Survie” tam da olayın devam ettiğini anlatır. Bitmiş bir olayın giderek zayıflayan izi değil, olayın bizzat kendisinin uzatılması, “sağkalımı”dır. 

İşte, Gezi’nin hala çevremizi kuşatan havası, esasında bu “survie”nin devamlılığıdır. Gezi’nin hala hissedilen titreşimleri, kendisinden sonraya bıraktığı bir anı değil, Gezi’nin bizatihi kendisidir. Gezi bitmemiş, uzamıştır.

Dirim, can, yaşam, ruh; adına her ne denirse densin, Gezi’nin açtığı damarda nabız atmayı sürdürmektedir.

***

Gezi’den en fazla etkilenen kulvarın sol/sosyalist hareket olması doğaldır. Sadece ülke tarihinin gördüğü en büyük kalkışma olması değil, aynı zamanda içerik ve biçim konusunda solun bütününden daha ileri bir tarzın hayata geçmiş olması da derslerle dolu bir pratiktir.

Bu derslerin neler olduğu hakkında çokça yazıldı, bu tartışmanın güzergahı defalarca kat edildi, bunun devam edeceği de belli.

Bugün için ise şunun altını çizmekle yetinelim: Gezi, Türkiye solunu ülkesi ile barıştırmıştır.

İlk bakışta kulağa garip geliyor elbette, Türkiye solunun tarihi ülkenin kurtuluşu için verilen kavgalarla, bu kavgalarda uğranan katliamlar, idamlar, sürgünler ve baskılarla doludur. Tüm bunları göze alan bir solun ülkesiyle barışık olup olmadığını sorgulamak mümkün mü?

Değil tabi, ama Türkiye solcusunun ülkesiyle kurduğu bağın son derece dolaylı, hatta hayali olduğunu, özellikle de 12 Eylül’den bu yana bu platonik bağın kuvvetlendiğini inkar etmenin yolu yok. Türkiye solu adım adım yabancılığa, yabanlığa itilmiştir çünkü. Etkili olmayı, toplumsallaşmayı, yaygınlaşmayı başaramadığı sürece de bu yabancılığı artmış, katmerlenmiştir.

Tezer Özlü’nün meşhur cümlesinin (burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi) bir edebi yaratı olmaktan çıkıp kolektif bir ruh haline dönüşmesi tesadüf değildir.

Kimileri bu duygu durumunu ülkesine dair inançsızlığa tahvil etmiştir, kimileri kendi marjinalliğinin tesellisini, kimileri de başarısızlığının mazeretini bulmuştur bu ruh halinde. Sonuçta, somut gerekçelere dayandırılmış bir umuttan ziyade, metafizik bir iyimserlik ayakta tutar olmuştur solu.

Gezi bu platonik hisse ve ondan beslenen pasif iyimserliğe son vermiştir. Gezi “bu ülke bizim” sözünü bir iddia veyahut temenni olmanın ötesinde, kanıyla canıyla kanıtlamıştır.

***

Daha somut olarak şöyle de ifade edebiliriz: Gezi, Türkiye soluna bir yurt fikri armağan etmiştir. Sola, kendisini ait hissedebileceği bir yurt, bir ülke, bir kara parçası sunmuştur.

Soyut tahayyüllerden veya tarihsel benzeştirmelerden değil, basbayağı görüp duyduğumuz, dokunup tuttuğumuz gerçeklerden gelen bir fikirdir bu. Esprisiyle, direngenliğiyle, dayanışmasıyla ve değerleriyle; aynı zamanda zaaflarıyla, eksikleriyle, naifliği ve ürkekliğiyle. Ama ne olursa olsun, neresi fazla ya da eksik olursa olsun bu yurt bizimdir, bize ait olmuştur. 

Elbette bu yurt fikri, henüz bir imkandır daha çok. Tümüyle hayata geçmesi için daha fazla mücadele ve cesaret gerekir. Ama fikir de olsa, içinde yer edinilebilecek bir gerçekliktir. İçinde ikamet edilebilecek bir adrestir. Türkiye solunun kök salacağı topraktır.

Ve bu toprak, sola en büyük dünya nimetlerini vaat etmektedir.

Cumhuriyet, laiklik, eşitlik, özgürlük, kardeşlik, barış, adalet veya refah, her ne içinse bu kavga, onu başarıya eriştirecek filizler, bu toprakta yeşerecektir.

Gezi, bu yurdun toprağı, bu yuvanın adresidir.