Gezi Davası ve ‘savunmacı fetih’

Jacop F. Lee Counter Punch’ta yayınlanan makalesinde ABD emperyalizminin Latin Amerika ülkelerine yönelik provokasyon ve saldırılarının bir örüntü oluşturduğunu ileri sürüyor. 1845’te ABD ile Meksika arasında yaşananları örnek vererek başladığı yazısında, bu örüntüyü şöyle tarif ediyor: ABD Meksika’nın egemenlik hakkını alenen ihlal eder. Meksika’nın bu ihlale yanıt vermesi ise ABD için saldırı anlamına gelir ve savaş ilan edilir.

Örüntü son derece basit. Ve, son olarak Venezuela örneğinde gözlemlediğimiz gibi, oldukça kullanışlı.

Lee, bu örüntüyü adlandırmak için Phillip J. Deloria’nın bir kavramına da başvuruyor: “savunmacı fetih” (defensive conquest).

Savunmacı fetih örüntüsü, kendi saldırganlığını bir öz savunma pratiği olarak gerekçelendirir ve bu nedenle de mutlaka bir karşı-saldırıyı işaret etmesi gerekir. Eğer böyle bir karşı-saldırı yoksa (ki çoğu zaman yoktur); o zaman bir saldırı icat olunmalı veya yasal/meşru bir eylem ‘saldırı’ olarak tarif edilmelidir.

Dikkatten kaçmaması gereken nokta ise şudur: Savunmacı fetih, bir a posteriori tepki değildir; kendisini tepki kılığına bürümüş bir girişimdir. Daha açık bir deyişle, savunmacı fetih, ‘düşman’ın attığı adımı fetih bahanesine dönüştürmekle başlamaz. Hareket noktası bir adım geridedir: Fetih kararı savunmacı tepki ortaya çıkmadan, a priori, verilmiştir.

Kadim teşbihe başvurursak: Önce fetih vardır yani. Savunmacı kılık bunun için işe koşulur.

***

Şimdi gündemimizde Gezi Davası var.

Saray yargısının, her yerinden basiretsizlik ve beceriksizlik akan iddianamesi hukuki açıdan çokça ele alındı, daha da alınacak. Ancak meseleye farklı açılardan baktığımızda gerçekliğin bütününe daha fazla yaklaşmış olacağımız için, Gezi Davasını çeşitli yönlerden tartışmayı sürdürmemiz gerekiyor.

“Savunmacı fetih” tanımı da bu tartışmada bir yere oturtulabilir belki.

Görünen ve bilinen o ki, 2013’teki Gezi Direnişi, sadece ülkemizin tarihinde onurlu bir yer edinmekle kalmamış, aynı zamanda Saray iktidarının bitmeyen hesaplaşması halini de almış durumda.

Bunun da yadırganacak bir yanı yok.

Çünkü Gezi Direnişi, Haziran günlerinde ve aradan geçen yıllarda ne yaşanmış veya yaşanmamış olursa olsun, yadsınamayacak ve kayıtsız kalınamayacak bir gerçeği açığa vurdu: Saray Rejimi’nin sınırı, aynı anlama gelmek üzere onun yenilgisi, Gezi Direnişi’nde boy veren toplumsal ruhtadır. Türkiye’de Gezi’de açığa çıkan heybetli direncin yok edilememesi, Saray Rejimi açısından Azrail’le aynı masada oturmak gibi bir gerilim kaynağıdır.

Üstelik, aradan geçen yıllarda kayda değer bir durum da ortaya çıkmıştır: Saray Rejimi’nin düzen muhalefeti içinde boyun eğdirdiği aktörlerin toplamı ile Gezi’deki toplumsal direnç arasında bir orantısızlık vardır. 2013’ten bu yana, Saray’ın çizdiği sınırlara çekilen veya Saray’ın meşruiyetini ön kabul haline getiren muhalif aktörler sıraya girerken, Haziran günlerinde sokakları dolduran milyonlar açısından böyle bir ricattan söz etmek pek mümkün değildir.

Bu, Gezi Direnişi’nin toplumsal tabanının düzen muhalefetinin aktörleriyle rabıtasının zayıflaması ihtimalini de akla getirmektedir.

Fetih zorunluluğunun kendisini dayattığı yer de burasıdır.

***

Türkiye doludizgin bir krize doğru koşarken, zorlu döneme hazırlık yapan aktörlerin başında, elbette, Saray geliyor.

Bu defa, toplumda biriken tepkinin emekçi karakterinin çok daha baskın olacağı ve AKP tabanında da yansıma bulacağı, rejim derdinin geçim derdiyle buluşacağı da tahmin edilebilir.

Saray iktidarının böylesi bir tabloya proje-masallarla veya meta-kurgularla yanıt vermesi ise çok zor.

“Beka sorunu” tam da burada masaya sürülen bir koz aslında.

Yukarıda demiştik ki, “Savunmacı fetih örüntüsü, kendi saldırganlığını bir öz savunma pratiği olarak gerekçelendirir ve bu nedenle de mutlaka bir karşı-saldırıyı işaret etmesi gerekir”. İşte, Gezi Davası ve hazırlanan iddianame tam da bunu yapmaya uğraşıyor: Saldırı altındayız! Beka sorunumuz var! Ülkemizi bölmek isteyen dış güçler, bunların yerli işbirlikçileri, ithal teröristler, küresel provokasyon merkezleri, vb.

Yine demiştik ki, “Eğer böyle bir karşı-saldırı yoksa (ki çoğu zaman yoktur); o zaman bir saldırı icat olunmalı veya yasal/meşru bir eylem ‘saldırı’ olarak tarif edilmelidir”. En temel yurttaş haklarından olan protesto ve örgütlenme haklarının suç addedilmesini geçelim; verilen ödülü almamak, evden dışarı çıkmamak, topluca kaybolmak, partneriyle sevişmemek gibi fiillerin suç unsuru sayılması da bahsettiğimiz icat kısmının şahane örnekleri olsa gerek.

Ve, son kez, demiştik ki, "Savunmacı fetih, bir a posteriori tepki değildir; fetih kararı savunmacı tepki ortaya çıkmadan, a priori, verilmiştir".

Demek ki, sadece 2013 yılındaki Gezi Direnişi’nin hesabı değildir masaya yatırılan. Gezi’deki direncin ve onun her yerden sökün etmeye meyilli bakiyesinin, Türkiye’nin gireceği sert viraj öncesinde imha edilmesidir tasarlanan.

Türkiye’yi fethetmenin yegane yolu, Gezi’yi ve onun bakiyesini imha etmektir çünkü.