Frantz: Savaş, milliyetçilik, yas ve vicdan azabı üzerine çok katmanlı bir film

Tanınmış Fransız yönetmen François Ozon’un yeni filmi Frantz dün ‘Başka Sinema’ zinciri üzerinden sınırlı ölçekte, üç şehirde toplam dokuz sinemada, vizyona girebildi. Ülkemizde ilk kez Adana Film Festivali’nde, daha sonra da Filmekimi’nde izleyici karşısına çıkmış olan Frantz’ı Filmekimi döneminde bu köşede Filmekimi’nde öne çıkan filmlere dair genel değerlendirmem içinde ele almış olmama karşın, yalnızca bu haftanın açık ara en iyi filmi değil yılın en iyi filmlerinden de biri olduğu için bu yazıda ona odaklanmayı tercih ediyorum.

1998’den bu yana 22 sinema filmi çekmiş olan Ozon, Charlotte Rampling’in başrolde oynadığı psikolojik dram Kumun Altında (Sous la sable, 2000) ile dikkat çekmiş, Catherine Deneuve’un de rol aldığı cinayet muamması konulu müzikal komedi 8 Kadın (8 femmes, 2002) ile geniş bir tanınırlık kazanmış, yine Charlotte Rampling’in başrolde yeraldığı Fransız-İngiliz ortak yapımı psikolojik muamma filmi Havuz (Swimming Pool, 2003) ile saygınlığını perçinlemişti. Ozon’un daha sonraki hiçbir filmi bu üç film kadar büyük ilgi ve evrensel beğeni görmeseler de hemen hemen hepsi kalburüstü ve sıradışı çalışmalar olarak dikkat çektiler, takdir topladılar ve Ozon günümüz Fransız sinemasının önde gelen auteur yönetmenlerinden biri olarak anılır oldu.

Dünya prömiyerini Venedik Film Festivali’nin ana yarışmasında yapmış olan Frantz da Ozon’un pek çok filmi gibi başkarakteri bir kadın olan bir çalışma. Ancak Frantz’ı Ozon’un diğer filmlerinden ayıran bir özelliği, kadın (veya erkek) bireylerin iç dünyalarına dair olmanın ötesinde bu kez net ve kolay anlaşılır biçimde toplumsal içerikli bir yönelim de içermesi. Kuşkusuz Ozon’un toplumsal cinsel kimlikler etrafında dönen filmlerinin de ‘cinsel politika’ bağlamında ‘politik’ oldukları yadsınamaz ama Ozon Frantz’da bu kez savaş karşıtlığı gibi daha “yalın” veya daha “geleneksel” bir mevzide konum alıyor.

Konusu 1919 yılında, yani 1’nci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde geçen Frantz, Almanya’da Anna adında genç bir kadının, savaşta ölen nişanlısı Frantz’ın mezarına genç bir Fransız erkeğin çiçek bıraktığını görmesiyle açılıyor. Adrien adlı bu Fransız, Anna’ya ve onun birlikte yaşamakta olduğu Frantz’ın anne-babasına Frantz’la savaştan önce Fransa’da yakın dost olduğunu söyleyip, yas içindeki aileye Frantz hakkında güzel anılar anlatarak onların dostluğunu kazanıyor ve evdeki matem havasının dağılmasını sağlıyor. Bu arada muhafazakar ve milliyetçi Alman kasabasında ‘düşman milletten’ olan Adrien’e karşı genelde soğuk ve hatta hasmane bir tavır alınsa da Frantz’ın babası zamanla milliyetçi arkadaşlarıyla ters düşme pahasına Adrien’i sahiplenmeye başlıyor. Buraya kadar Frantz, milliyetçi önyargıların ve aslında birbiriyle dostluk içinde dayanışma gösterebilecek bireyleri devletlerin birbirlerine karşı cepheye sürmüş olmasının gayri-insaniliğinin teşhiri üzerinden işlerken filmin ortalarında anlatıya bir başka katman daha katılıyor. Anna ve Adrien arasında gelişen yakınlık özellikle Anna nezdinde romantik bir çekim niteliği kazanmaya başlayınca Anna’nın, eski nişanlısının yasını daha ne kadar tutabileceği, daha ne kadar tutması gerektiği, yeni bir aşk ilişkisine başlama ihtimali üzerinden bir iç hesaplaşma olarak gündeme geliyor.
Ancak Frantz bir müddet sonra bir itiraf ile bambaşka bir düzleme daha geçiş yapıyor. İyi bir filmin öyküsünün içerdiği gelişmeleri sonuna kadar anlatmak, her ne kadar filmin değerini somutlayarak tam açımlamak için zorunlu olsa da, bilahare filmi ilk kez izleyecek olanların seyir deneyimini yoksunlaştıracağı için imtina edilmesi gereken bir dürtü. Dolayısıyla, Frantz’ın ne yalnızca savaş karşıtı bir film olduğunu, ne de yalnızca yas tutma üzerine bir sorgulama içerdiğini, ayrıca suçluluk duygusu, affedilme isteği, vicdan azabı, mağduriyet gibi motifleri de esaslı biçimde sorunsallaştırdığını not etmekle yetinmek durumundayım. 

Ozon’un bu yeni filmi biçimsel olarak da ayrıksı bir çalışma; büyük çoğunluğu siyah-beyaz, yalnızca bazı bölümleri renkli olan filmdeki bu renkli/siyah-beyaz arasındaki geçişler yas tutma, yas dışına kaçış biçiminde yönelme ve yasın efektif olarak sona ermesi aşamalarına denk düşerek filmin anlatısını tamamlıyor.

SAVAŞ VADİSİ VE PASTORAL AMERİKA

Haftanın kaçırılmaması gereken filmi Frantz olmakla birlikte Mel Gibson’ın yönettiği Savaş Vadisi (Hacksaw Ridge) de konusunun ilginçliği itibariyle dikkate değer bir film. Gerçek bir vakayı temel aldığı kaydedilen Savaş Vadisi, eline silah almayı reddeden bir vicdani retçinin 2’nci Dünya Savaşı’nda cephede sağlık personeli olarak gerçekleştirdiği çalışmaları perdeye getiriyor. Öte yandan Pastoral Amerika (America Pastoral) ise ustaca kurgulanmış fragmanının yarattığı yanıltıcı izlenime karşın, 1960’lar ABD’sindeki radikal gençlerin çok kaba bir uçlaştırılmış karikatürizasyon üzerinden öcüleştirilmesi üzerine kurulu pespaye bir anti-radikalizm propagandası filmi.