“Dış odaklar” ve gözden kaçan iki olgu

Belirli güç odaklarının Türkiye’ye nasıl bir kıyafet biçtiklerine, bunun için ne tür oyunlar sahneye koyduklarına ilişkin çeşitli değerlendirmeler yapılıyor. Elbette, solda yapılan değerlendirmeleri kastediyoruz.

Bunların arasında akla yakın gelenler de var.

Ancak, neredeyse hepsinde, dünyanın ve Türkiye’nin içinden geçtiği döneme damgasını vuran kimi temel olgular gözden kaçırılıyor gibi…

Bunlara az sonra kısaca değineceğiz; ama önce hepimizin kullandığı şu “güç odakları” kavramına eğilelim.

Böyle odaklar elbette vardır: “Derin devlet”, doğrudan sermaye sınıfının çıkar ve öngörüleri doğrultusunda vizyon üreten çevreler, Avrupa Birliği’nin strateji üretim merkezleri, AB üyesi kimi ülkelerin Türkiye’ye özel ilgisi olan mahfilleri, NATO, CIA, ABD diye gider…

Böyleyse, hemen belirtelim: Bu sıralananların hepsinin, Türkiye’nin geleceğine ilişkin olarak kimi konularda anlaştıkları, belirli bir ortak paydaya sahip oldukları düşünülebilir. Gelgelelim, buradan kendi içinde türdeş, üstelik icracı yanları da olan bir “üst akıl” çıkarılması saçmadır. Dünya kapitalist-emperyalist sistemi kendi tarihinin hiçbir döneminde bu tür bir iç konsolidasyon sağlayamadığı gibi bugün bundan çok daha uzaklardadır.

Bunu akılda tutalım ve devam edelim.

*** 

Devamı, yaşadığımız dönemin iki temel olgusuyla gelsin…

Dünya kapitalist-emperyalist sisteminin “küreselleşme” adı verilen son dönemdeki entegrasyonu, sermayenin hareket yasaları çerçevesinde elbette nesnel temellere sahiptir. “Nesnel temeller” ise her zaman siyaset denilen sürecin aracılığına muhtaçtır. Örneğin, kapitalizmin tekelleşme süreçlerinin 19. yüzyıl sonlarına doğru emperyalizm aşamasına ulaşmasında “nesnel dinamiklerin” ötesinde siyasetin belirleyici rolü olmuşu. Bugün de, “küreselleşme” denilen dönem, temeldeki sermaye hareketlerinin ötesinde siyasetle belirlenen bir dönemdir.

Küreselleşme ideologlarının iddia ettiklerinin tersine, kapitalizmin nesnel dinamikleri, siyasetin, siyasal saflaşmaların ve gerilimlerin geri plana düştüğü, aykırı olasılıkların dar sınırlar içine hapsolduğu çok daha türdeş bir dünya getirmemiştir ve getirmeyecektir. Dolayısıyla, herhangi bir ülkeye, bu arada örneğin Türkiye’ye bu dünyada kesin bir yer ve kıyafet biçilmiş olduğunu söylemek mümkün değildir.

Siyasetin tükenmediği yerde merkezkaç kuvvetler her zaman devrede olacaktır.

Daha açığı, kapitalist-emperyalist sistem, karşıt sistemin (sosyalist sistem) olmadığı ve siyasetin de öyle geri plana falan düşmediği koşullarda dünyaya bir düzen verememektedir ve veremeyecektir.

Peki, bu durumu gören kapitalist-emperyalist sistem, “dünyaya bir düzen veremiyoruz; bari Türkiye’de bir pilot uygulamaya geçelim, orada başarılı olursak sonra dünya geneline doğru ölçek büyütürüz” demiş olamaz mı?

Demişse, biz de pes deriz (şakaydı).

Birinci olgu budur.

***

İkinci olgu şu ünlü “dış dinamik-iç dinamik” meselesiyle ilgilidir.

Doğrudur; yaşadığımız dönemde, özellikle Türkiye gibi ülkelerde “dış dinamik” artık çok daha fazla “içeridedir”, yani “iç dinamiklerle” hemhal olmuştur. Ne var ki bu durum çoğu kez tek yanıyla görülmektedir: Dışarıdaki güç odaklarının ya da merkezlerinin projelerinin, senaryolarının vb. ülkedeki siyasal süreçleri ve konumlanışları belirlemesi…

Gözden kaçırılan diğer yan ise şudur: Dış etki içeriye ne kadar yığılırsa, ülkedeki siyasal süreçlere ne kadar içselleşirse, kendisi de iç dinamiğin etkilerine o kadar açık (suseptibil) hale gelecektir…  “Diyalektik” öyle soyut bir laf değildir; işin bu yanına da işaret eden bir çözümleme yöntemidir. Kısacası, “eğitenlerin kendilerinin eğitilmesinde” olduğu gibi, etkileyenlerin kendilerinin etkilenmesi de kaçınılmazdır.

Sonuçta, “dışarıdan” hangi proje, hangi senaryo kurgulanmış olursa olsun, bu içselleşme düzeyinde kesinlik ve mutlaklık taşımayacak, değişebilecek, değiştirilebilecek ya da vaz geçilebilecektir.

***

Bütün bunlar sol açısından ne anlama geliyor?

Şöyle bir anlam çıkarılırsa yeterlidir: Sol, görünürdeki herhangi bir senaryoya mutlaklık atfedip her şeyini buna göre düzenleme yoluna gitmemeli, hangisi olursa olsun her tür senaryoya panzehir olacak kendi asli görevine odaklanmalıdır:

Bağımsız sol-sosyalist hattın güçlendirilmesi…