Çok satan kitaplara dair

Gittiğim her yere kitap götürürüm. Her yer derken gerçekten her yeri kastediyorum. Meyhaneye giderken bile yanımda muhakkak bir kitap olur; sinema, tiyatro, deniz… Hiç fark etmez, daima kitapla giderim. Şimdi diyeceksiniz ki, örneğin, “hiç meyhanede kitap okudun mu?” Yoo, okumadım. Ama olsun, çantamda kitap olduğunu bilmem kendimi güvende hissettirir. Eğer yanımda kitap yoksa sanki birdenbire olağanüstü bir şeyler olacak da kitap okuyamazsam canım çok sıkılacak gibi hissederim. Ya da tam tersi, eğer kitabım varsa hiç sorun değil, sinemada film oynamasa da, konser yarıda kalsa da, içki tükense de umurumda değil, açarım kitabımı okurum. Gerçek değil ama benim duygum böyle.

Hal böyleyken yolculuklarda da yanımda çok sayıda kitap olur. Yolculuğun beklenen uzunluğuna göre de kitap sayısı artar. Bazen diyorum ki, keşke her kitabı nerelere götürdüğümü not etseydim. Sanırım ilginç olurdu: “kitapların sosyal yaşamı” gibi.

Geçenlerde uçak, tren, otobüs, yaklaşık 35 saatim yollarda geçti. Bu süreye aktarmalarda bekleme süresi dâhil değil. Böyle durumlarda yanıma deyim yerindeyse “sıkıcı” ve uzun kitapları alırım. Evde olsam seçenekler çok olduğu için değiştirebileceğim kitapları böyle durumlarda okumak zorundayımdır. Örneğin, temalı sözlükler yolculuklar için çok uygundur. Bu kez yanıma çok satan ve kalın romanlar aldım; zamanım da çoktu hepsini okudum.

“Çok satan” diye bilinen kitapların kendisine özgü bir teknikle yazıldığını biliyoruz. Burada kast ettiğim sadece çok satılmakla kalmayıp ayrıca çok da okunan kitaplar. Hatta satılan bir kitabı birden fazla kişinin okuduğu kitaplar. Amerika’da tekniğini öğreten kurslar bile var. Biçimsel olarak bol bol diyaloglar olması, kısa cümlelerle yazılması, çok sayıda kısa bölümden oluşması ve her bölümün bir sonrakini merak ettirecek bir şekilde bitmiş olması gerekiyor. Sanırım 1001 Gece Masallarından esinlendikleri noktalar var. Ayrıca kitap içerisinde arada sırada, kısa bir özet yapıp, okuyucunun kopmamasını sağlamak gerekiyor. Konu, dozunda olmak kaydıyla, cinsellik ve şiddet de içerirse amaca ulaşılmış demektir.

Irwin Shaw’un “Doruk” ve Jackie Collins’in “Öldüren Tutku” kitapları bu türün tipik örnekleri olarak ele alınabilir. Öncelikle söyleyeyim, bu ikisi de ve benzerleri de yukarıda saydıklarımı eksiksiz yerine getiriyorlar ancak hepsi gerçek bir okur için dayanılması zor metinler, sadece seçeneksizlik durumunda okunabilirler. Collins’in kitaplarında olay örgüsü ön planda ve çok satmasındaki esas neden de bu; sonunu merak etmek. Böyle kitaplarda biçim ve derinlik ikinci planda kalabilir. Okur kitlesini artırmak için de eş zamanlı birden fazla olay akışı olur ve böylece her okur kendisini kaptıracak bir yön bulabilir. Bunlar olmazsa, olayların nerede birbiriyle kesişeceği de ayrı bir merak konusu olabilir. Tıpkı dizi filmlerdeki gibi. Zaten birçoğu da dizi veya film haline getiriliyor.

Bu tür kitapları çevirmek de görece daha kolaydır. Dediğim gibi, kısa ve basit cümleler kurarlar. Aynı mantıkla çevirmesi kolaysa, okuması da kolaydır. Yazarlarının da yaptıkları işten mutlu olduklarını sanmıyorum, maddi kazançlarını bir tarafta tutarsak. Örneğin, “Doruk” kitabının kahramanlarından birisi, bir oyunu eleştirirken “yetenek çok da, düşünce yok” derken veya “yönetmenden o karakteri neden senaryoya koyduğunu soracağım” derken sanırım yazar bir tür özeleştiri yapıyordu.

Katılmadığım bir yargı da, “önce bunlarla başla, sonra diğerlerine geçersin”. Bence “hafif” kitaplarla başlayan genelde diğerlerine geçemiyor. Beğeni nasıl oluşursa öyle kalıyor. Yani hafifler ve ağırlar arasında hiyerarşik bir ilişki yok, bunlar ayrı kategoriler.

Çok satan kitaplara başka bir örnek de “1Q84”.  Murakami’nin bu kitabı tam 1256 sayfa. Ve bu hacmine rağmen basıldığı her ülkede o yıl en çok satanlar listesinin başlarında yer almış. Bahsettiğim diğer kitaplardan çok daha iyi olsa ama yukarıda saydığım çok satanların temel özelliklerinin tümünü taşıyor. Olay örgüsü çok daha iyi, metin içerisine ustaca bilgi yerleştirilmiş ama bunlar esas niteliğini değiştirmiyor. Hacim artınca okuyucu kopmasın diye olsa gerek, tekrarlar da artmış. Adı her yıl Nobel adayları arasında geçse de, bence tekniğini bir yana bırakırsak, iyi bir anlatımı da yok.

Birçok eleştirmen Murakami’nin kendisinin ve başkalarının yalnızlığını çok iyi anlattığını söyler ama, ben bir romancı için “yalnızlığı anlatmak” vurgusunun zorlama bir övme noktası olduğunu düşünüyorum. Çünkü tüm romanlar insanı anlatır, insanı anlatmak da insanın yalnızlığını anlatmak demektir. İnsanın doğası (başka bir deyimle yalnızlığı) ile toplumsallığını ne derece başarıyla yansıttığı, romanın da başarısıdır. İyi roman böyle olur.

Bunun dışında “derin” bir felsefi boyutu varmış izlenimini yaratması kitabın çok satma nedenlerinden birisi. “1Q84” te anlatılan kadına şiddet ve tarikatlardaki çarpık cinsellik kitabın bence tek evrensel boyutu.

Bunca yazdıktan sonra biraz da sevdiğim bir kitaptan söz edeyim: “Kambur”.  Şule Gürbüz’ün kitabı da aslında çok satmış gibi gözüküyor çünkü benim okuduğum altıncı baskısı. Yukarıda yazdığım her şeyin tersi bu kitap için geçerli. Yazarın üslubu farklı, merak unsuru yok vs. Sadece kitabı keyifle okumak kalıyor size. İnsan kendisinden birçok ayrıntı bulabiliyor kitapta. Örneğin anı hırsızlığı gibi. Gerçekten de insanın kendi anısını başkalarından dinlemesi çok kötü. Bu açıdan bakıldığında roman yazmak aslında anı hırsızlığı için elverişli bir zemin yaratmak anlamına gelmez mi? Bunun gibi, kaybolma isteği, tek cümle için bütün bir kitabı okumak gibi pek çok okuru yakalayabilecek nokta var kitapta. Tek eleştirim bitirilmemiş bir kitap gibi olması; sanki yazar plansız bir biçimde yazmış sonra aniden karar verip kitabı sonlandırmış gibi. Ben de böyle yapayım.


Doruk. Irwin Shaw. Milliyet. Sahaflarda 2.5- 15 TL arası.

 

 


Öldüren Tutku. Jackie Collins Epsilon. Etiket fiyatı 22 TL.

 

 


1Q84. Haruki Murakami Doğan Kitap. Etiket fiyatı 55 TL. Üç cilt şeklinde de basıldı.

 

 


Kambur. Şule Gürbüz. İletişim. Etiket fiyatı 11 TL