Cemaat, postmodern durumlar ve küreselleşme

Cemaat, bir topluluk olarak devlete paralel yapının ötesinde kendi toplumunu da oluşturmuş görünüyor…

Bakıldığında öyle anlaşılıyor. Sermaye sınıfı içinde doğrudan kendi ayakları olduğu gibi bu sınıf üzerinde ciddi nüfuzu var… Ordusu, polisi, yargısı, sivil bürokrasisi ile devlette, özellikle onun “zor aygıtları” içinde kendine belirli bir yer edinmiş… “İdeolojik aygıtlar” denirse eğitim en başta geliyor, onu medya izliyor… “Sivil toplum” mu? Bir sürü dernek, vakıf, sendika vb.

Daha ne olsun?

Evet, ortada Cemaat tarafından “hizmet” diye tanımlanan bir arz var; ancak talep yanını da unutmamak gerekiyor: Sermaye sınıfı, siyasal iktidarlar, siyasal partiler, devletin yerleşik kurumları, bu arada ordu ve “sivil toplum” arzı adeta ateşlemişler, “evet, sen bize çok lazımsın” demişler…

Peki, işin talep tarafındaki aktörler Cemaat’te bir dünya görüşü, ideolojik çerçeve, düşünsel gelişkinlik, dünya-Türkiye vizyonu, toplumu bir arada tutacak tutkal olarak ne bulmuşlardır da bu kadar heveskâr ve talepkâr olabilmişlerdir?

“İşte, her yerde okul açıyorlar, Türkiye’yi dünyaya tanıtıyorlar…”

Yalnızca bu mudur?

“CIA bağlantıları var, dışardan lanse ettiler, desteklediler…”

Yeter mi?

***

Türkiye’de cemaat/tarikat örgütlenmelerinin varlıklarını öteden beri sürdürdüklerini biliyoruz.

Tartışmaya açık tezimiz ise şudur: Bu tip örgütlenmelerin son 20-30 yıl içinde güçlenmeleri, etki alanlarını genişletmeleri ve Cemaat örneğinde olduğu gibi adeta kendi “toplumsal formasyonlarını” oluşturmaları, iki dünya-tarihsel olgunun sonucudur: Aralarındaki bağlantı ve geçişmelerle birlikte, postmodern durumlar ve küreselleşme…

Postmodern durumları veri sayıyoruz (postmodernizmle karıştırılmasın).  Kastedilen, maddi gerçeklik ile onun görünümleri arasındaki açının büyümesi, gerçekliğin kendini daha fazla gizleyen kırılmalarla dışarıya yansımasıdır. Yalnızca sokaktaki yurttaşı savuran bir durum değildir. Farklı düzlemlerde, farklı sonuçlara yol açsa bile devleti, siyaseti, ideolojiyi ve kültürü de etkilemektedir.

Nihai sonucu, bütünsellik, toplumsallık ve sınıfsallık algısının zayıflamasıdır. Bu algının zayıflaması ise, anlamlandırmada ve bağlanmada bilimsel ve akılcı olanın yerini “dumanlı vaatlerin”, mistisizmin, biat ve itaat kültürünün alması demektir.

Ayrıca, insanlık tarihinin Aydınlanmayla tanımlanabilen dönemine damgasını vuran “ilerleme” fikri gerilerken, onunla aynı anlama gelmesi zorunlu olmayan “güçlenme” fikrinin, güce tapınma kültürünün öne çıkmasından söz edebiliriz.

Cemaat ve benzer oluşumlar işte böyle bir ortamda devreye girmektedir.

Sınıf hareketi, üzeri örtülmüş gerçekleri yeniden gözlere sokuncaya kadar telafisini bulmak kolay olmayacaktır.

***

Ya küreselleşme?

Küreselleşme son 20-30 yılın olgusu değildir. Kapitalizmin bir dünya sistemine evrilmesiyle birlikte hep olagelmiştir ve Manifesto’da da vardır. Günümüzdeki küreselleşmenin konumuz açısından önemli özelliği ise, uluslararası güç odaklarıyla, çeşitli ülkelerle, ülke dışı sermaye kesimleriyle ilişkilenmede ve tek tek ülkelerin kendini “pazarlamasında” devlet dışında gayrı resmi ya da “sivil” odakların öneminin eskisine göre daha ön plana çıkmış olmasıdır.

Cemaat, bir “sivil” yapılanma olarak burada da devreye girmiştir.

Türkiye’deki siyasal iktidarlara, ülkeyi dışarda tanıtma, yeni ticari-siyasal bağlantılar kurma, lobi yapma ve böylece ülkenin güçlenmesine katkıda bulunma vaatlerinde bulunurken, ilişki kurduğu dış odaklara da bu belirsizlikler dünyasında birlikte şekillendirecekleri “plastik” bir Türkiye için hizmete hazır olduğu mesajını vermiştir.

Şimdilik bu kadar…

Bunları söyledik, ama kavganın bugünkü seyri, postmodern durumlara ve küreselleşmenin dayattıklarına rağmen geleneksel devlet anlayışının üstünlük kazandığını göstermektedir.

Nasıl böyle oldu?

Bu işleri iyi bildiği ve tarafların her ikisini de yakından tanıdığı söylenebilecek birinin değerlendirmesi, daha doğrusu giriştiği kavga nedeniyle Cemaat’e sitemi şöyle:

Karşısındakinin, ‘devlet’ diye bildiğimiz aygıtı dize getirmiş ve kendisini ‘devlet’ haline dönüştürmüş ve bu sayede ‘global sistemi’ de aleyhine her tavır almak isteyişinde dizginleyebilecek bir güce sahip olduğunu fark mı etmedi acaba?” (Fehmi Koru, Cemaat’in Siyasetle Sınavı, Ben Böyle Gördüm, Alfa Yayınları, Nisan 2016, s. 271).

Hadi Cemaat fark etmedi de, üstünü çizenler, ipini çekenler de mi hiç fark etmedi?