Bosna'da istikrar isteyen var mı?

Geçtiğimiz hafta bu köşedeki yazımızda ABD ve AB’nin patolojik bir biçimde Rusya’yı Balkanlar’ı istikrarsızlaştırmaya çalışmakla suçladığını, fakat Rusya’nın Balkan politikasının daha çok ABD ve AB’nin bölgedeki agresif dış politikasını dengelemeyi hedeflediğinin altını çizmiştik.

Bu haftaki yazımızda ise Balkanlar’ın istikrarsızlık adası Bosna’ya eğilip, biraz daha yerel dengelerden, yerel aktörlerden bahsedeceğiz. Belli ki ne ABD ne de AB istikrarlı bir Balkanlar arayışında değil. Balkanlar’da istikrar arayışı sadece söylem düzeyinde kalıyor ama siyasî uygulamalara baktığımız zaman emperyalizmin Balkanlar’da istikrarla uzaktan yakından bir ilgisi yok. Dayton Barışı gibi dünya diplomasi tarihinin en ucube barış anlaşmasının emperyalist hamilik vasıtasıyla uygulandığı bir Bosna’dan bahsediyoruz. Savaşan tarafları “barıştırmaya” değil, yapısal mekanizmalarla birbirlerinden ayrı tutmaya çalışan, bu ayrılıkları yapısal olarak pekiştiren bir barış anlaşmasından bahsediyoruz. Yaklaşık 3 milyon aktif nüfusu bulunan bir ülkede iki ayrı özerk devlet, 10 kanton ve bir özel bölgeden oluşan bir sistem yapmak gerçekten “üstün” bir diplomatik başarı gerektirir ve bu üstün başarının yaratıcı cevheri ise sade Avrupalı diplomatlarda bulunabilir.

Geçtiğimiz ay Hırvatistan Cumhurbaşkanı Kolinda Grabar Kitaroviç’in Türkiye ziyaretinde Recep Tayyip Erdoğan birdenbire Dayton Barışı’nın yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini ifade etti. Gerek konuk cumhurbaşkanı, gerekse de Hırvat kamuoyu bu açıklamayı sempatiyle karşıladı. Bilhassa Bosnalı Hırvat milliyetçiler ve hamisi Hırvatistan uzunca bir süredir Bosna nüfusunun yaklaşık %15’ini oluşturan Bosnalı Hırvatların, Bosnalı Müslümanlar (Boşnaklar) ve Bosnalı Sırplar kadar geniş haklara sahip olmadıklarından şikayetçiydiler.

Yaklaşık altı ay önce, yarattığı sempatiyle özellikle sosyal medya ortamlarında yere göğe sığdırılamayan Kitaroviç’in aslında Yugsolavya’nın bölünmesindeki en büyük aktörlerden olan, faşist Ustaşa rejimini sahiplenmekten beis duymayan Hırvatistan’ın ilk cumhurbaşklanı Franjo Tudjman’dan siyaseten farklı olmadığının altını çizmiştik.

Kitaroviç aynı zamanda Bosna’nın tek denizyolu çıkışına hem uluslararası anlaşmaları hem de Bosna-Hersek Devletinin egemenlik haklarını hiç sayma pahasına Pelyeşats köprü inşaatını başlatmasıyla da biliniyor. Hem Hırvatistan’ın, hem de Bosnalı Hırvat milliyetçilerin Dayton Barışı’nı yeniden değerlendirme niyetlerini ezelden beri paylaşan bir de Bosnalı Sırp milliyetçiler ve hamisi Sırbistan var.

Dayton Barışı’nın emperyalizmin şimdiye değin uygulamaya koyduğu en saçma sapan projelerden birisi olduğu su götürmez bir gerçek. Fakat ülkeyi iç savaşta yakıp yıkan milliyetçiler bu barışın gözden geçirilmesini istiyorlarsa orada durup düşünmek gerekiyor.

Şimdiye değin gerek Hırvat milliyetçilerin, gerekse Sırp milliyetçilerin Dayton Barışı’nı gözden geçirme niyetlerinin gerekçesi açık: Bosna Devleti’nin zayıflığından faydalanıp daha çok hak sahibi olmak, hatta bağımsız devlet olmak. Şimdiye değin Boşnak siyasetçilerden bahsetmedik. Peki, onlar ne yapıyor? Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç’in partisi Din-Allah-Peygamber nidalarıyla Avrupa’nın işsizlik ve yolsuzluk oranının en yüksek olduğu ülkeyi soymakla meşgul. Dayton Barışı ile sağlanan statükonun değişmesini istemiyorlar. Zaten servetlerini arttıran politikacıların keyfi yerinde ve bu Boşnak politikacıların bu kadar aciz ve beceriksiz olduğu yeni bir düzenlemeyle ellerinde Bosna’ya dair fazla bir şey kalmayacağını da biliyorlar. Genelde Dayton’la ilgili pek de konuşmazlardı zaten ama SDA (İzzetbegoviç’in partisi) Ocak ayı sonlarında birden bire Dayton Anlaşması çerçevesinde kurulan Bosna-Hersek’teki özerk Srpska Cumhuriyetinin varlığının meşru olmadığını öne sürdü.

Söylem haksız değil, Dayton Barışı imzalandığında Srebrenica, Foça, Gorajde, Bijeljina, Prijedor ve daha düzinelerce Boşnak köy ve kasabasında yapılan katliamlar aydınlatılmamış, Doğu Bosna’da yapılan katliamların soykırım olduğu kabul edilmemişti. Soykırımı yapanlar yargılandı. Şu halde bu katliam, soykırım, etnik temizlik, etnik tecavüz üzerine kurulan bir devletin meşruluğu sorgulanabilir. Peki, SDA bunu neden birden bire akıl etti?

Elbette ki RTE’nin SDA’dan bir hafta önce Dayton’la ilgili açıklaması tesadüf değil. SDA’nın hamisi RTE sık sık Alija’nın Bosna’yı kendisine emanet ettiğini söylüyor. Dayton’la ilgili açıklamayı yapınca SDA da bundan güç buldu. Fakat asıl önemlisi, Ekim ayında yapılan seçimden bu yana hâlâ bir hükümet kurulamamış olması. Bosna seçimlerinden sonra koalisyon yapılmasının şart olduğu anlaşıldı ama kimse SDA ile koalisyon yapmak istemiyor. Fakat SDA hükümete girmezse biraz sıkıntı. Gerçi diğer partilerin de kendi çaplarında yolsuzluk dosyaları fena değil ama kimse SDA’nın eline su dökemez ve hasbel kader iki sosyal demokrat partiden biri yolsuzlukla mücadeleyi programa alırsa eski SDA’lı yöneticilerin alayı mahkemelerden burnunu çıkaramaz duruma gelebilirler.

SDA tam da bu noktada milliyetçi hassasiyetleri diri tutma adına bu sefer senelerdir kendisini çok da rahatsız etmeyen Dayton kartını oynamaya çalışıyor. Fakat SDA’nın açıklaması bölgede birden bire tansiyonu arttırdı. Bosna’daki sömürge yönetimi Yüksek Temsilcilik’in başındaki Valentin Inzko SDA yöneticilerini sorumsuzlukla itham etti.

Bölgede uzun bir zamandır siyaset “sorumlulukla” yapılan bir şey değil. Milliyetçi sorumsuzluk yüzbinlerce kişinin can vermesine nasıl göz yumduysa yeni bir krizden de rahatsız olmayacaktır.

Dayton mı? Dayton kuşkusuz en sonunda çöpe atılacaktır, ama milliyetçi haydutlar temizlenene kadar değil.

[email protected]

Özgür Dirim Özkan’ın İleri Portal’dan önce yayınlanan yazıları için:
http://yugoslavyayazilari.blogspot.com.tr/

Bazı yazıların İngilizce çevirileri için:
http://lettersfromyugoslavia.blogspot.com.tr/