Bir İleri Haber yazarının zorlukları…

Bugün malum seçim. Yazılacak konuşulacak çok şey var, ama genelde havadan sudan yazmak seçim günleri bir nevi adet. Biraz da seçim yasaklarına takılmamak, aman nolur nolmaz başımıza iş almayalım diyerek mevzudan uzaklaşmak genel bir eğilim. Bu köşenin de belli bir teması var, o temanın dışına da çıkmamak lazım, ne yazmak nelerden söz etmek lazım açıkçası bilemedim.

Tam düşünürken, dün İleri Haber Yayın Yönetmenimiz Can arkadaşımızın yazısını okudum ve bana büyük bir ayıp yaptığını fark ettim. Evet, Can Soyer arkadaşımız diyor ki : “Yazarlarımızın bu “serbesti”yi bazen "tepe tepe" kullandığını, zaten hayli geniş olan sınırlarımızı daha da genişletmeye çalıştıklarını inkar etmeyeceğiz”. Sayın Can Soyer, açıkça söyleyin, 4 bin 5 bin vuruş yerine kimi zaman 20-25 bin vuruşluk yazılar yazdım, evet buna mı laf ediyorsunuz? Açıkça söyleyin, isim verin lütfen. Ha naparsanız yapın tepe tepe de kullanacağım bu serbestiyi haberiniz olsun.

Bitti mi, tabii ki bitmedi, ikinci ayıp geliyor: “İleri Haber'i var eden mesai arkadaşlarım, Doğan Ergün, Emre Deveci, Meriç Şenyüz, Özgür Savaşçıoğlu, Gencer Sümbül, Sami Menteş, Rıfat Doğan ve Meryem Yıldırım bu hikayenin gerçek kahramanlarıdır”. Kendi portalında yazan kişilerin ne koşullar altında yazdığını bilmeyen, onların hal hatırını sormayan, “abi oralet falan ister misin” diye dahi bir kez bile sormayan bir genel yayın yönetmeni! Pes diyorum başka bir şey demiyorum. Ya gizli kahramanlar, bunlardan söz edilmiyor, neden acaba, akıllara pek çok soru geliyor… Örneğin Can Soyer bu köşenin hangi koşullar altında yazıldığını bilmiyor, bilmek de istemiyor, bilmek için bir girişimde dahi bulunmuyor. Olmaz, olmamalı… Ardından sözde bir yakınma ve itiraf geliyor: “İleri Haber'in kendine ait bir ofisi olmadı, bilgisayarı olmadı, fotoğraf makinesi olmadı, ses kayıt cihazı olmadı, ajans aboneliği olmadı, saatler boyu oturmak zorunda kalan çalışanlarına vereceği biraz rahat sandalyesi bile olmadı”. Evet itiraf geliyor “rahat sandalyesi bile olmadı” sizin portal yazarlarınızın sayın Can Soyer, bir rahat sandalyeyi bile vermediniz, ama istediniz de istediniz, biz de yazdık uzun uzun yazdık hem de ne koşullarda yazdık:

Bir İleri Haber yazarının işçi sağlığı ve iş güvenliğine, ayrıca ergonomiye aykırı çalışma koşulları

O zaman ben bir köşe yazarınızın işçi sağlığı ve iş güvenliğinden kısaca söz edeyim ve genel yayın yönetmenimizden bu konuda daha fazla duyarlılık bekleyeyim (ve üstelik yasal yükümlülüklerini de hatırlatayım).

Yeni baba bir köşe yazarı

İlk önce yasal hakkımız olan babalık izninin Can Soyer tarafından kullandırılmadığından söz etmeliyim. Ne doğum öncesi, ne de doğum sonrası yazılarımı aksatmadığım gibi “abi bu hafta yazma istersen” diye bir teklifle dahi karşılaşmadım, geçiyorum. Fotoğraf zaten çalışma koşullarımı anlatmakta, bu konuda da herhangi bir girişim olduğunu hatırlamıyorum, bunu da geçiyorum. Rutin bir yazı macerasını anlatmaya başlıyorum.

Yazılarımı genellikle Cumartesi günü yazıyorum. Cumartesi mesaim 06.13’te başlıyor. Oğlum Diren Umut uyanıyor, gece mesaisi annesinde, sabah mesaiyi ben devralıyorum, gaz çıkarma altını değiştirme gibi ritüelleri gerçekleştirirken, arada cep telefonundan internete bakıyor, yazım için konu bulmaya çalışıyorum.

Saat 7.33. Konuya karar veriyorum, oğlumu oyuncaklarının arasına koyuyorum, beynimin en ince kıvrımlarına kadar kazınmış olan oyuncak melodilerinin, saçma sapan müziklerin arasında kafamda konuyu netleştirmeye çalışıyorum. Gürültü ölçümü yapılıyor mu, hayır!

Saat 7.43. Mama saati. Mama veriliyor, gaz çıkarılıyor, gaz çıkarma işlemi yapılırken bilgisayar açılıyor, açılsın da hazır olsun. Birazdan yine oyuncakların arasına oturuluyor, internete bakıyorum, ayağımın, bacağımın altında bir şeyler titriyor. Ne idüğü belirsiz bir oyuncağın titremeleri ve Diren Umut’un tırmanma çabaları. Peki çalışanlar için en büyük risklerden birisi olan titreşim ölçümü ve buna bağlı olarak risk değerlendirmesi yapılıyor mu, yine koca bir hayır!

Saat 8.34. Oyun saati, yeni öğrenilen çığlıklar eşliğinde, emekleme adı altında yerde sürünen bir yaşam formu. Bilgisayara ulaşmak için nafile çabalar, ama konu kafada netleşmiş durumda sorun yok. Artık Meltem’in tam desteğini alıyorum, kahvaltı yapılıyor ve yazı için uygun ortam kuruluyor.

Saat 9.45. Sabah huysuzluğu. Bilgisayar başındayım, sabah huysuzluğu yüksek desibelli bir ses ile dalga dalga yayılıyor. Gürültü stresi altında çalışma, genel olarak stres yüklenmesi. Sağlık risklerine dair herhangi bir uyarı levhası var mı, hayır göremiyoruz. Bir sandalye dahi vermeyen genel yayın yönetmeni bunları mı verecek.

Yazıya başlanıyor, burada mobbing devreye giriyor “ya uzun oluyor kısaltsak şu yazıları”. Üzerimde buram buram bu baskıyı hissediyorum, ama taviz vermiyorum, yazdıkça yazıyoru… Hayır yazamıyorum, klavyenin üzerinde küçük bir el, klavyeye vurmaya çalışıyor ve bana bakıyor. Yüksek desibelli ses, titreşim ve fiziksel etmenlerle birleşince, bir İleri Haber çalışanı üzerinde ciddi bir baskı oluşuyor. Control + S yapılıyor ve yazıya zorunlu bir ara veriliyor. Puset hazırlanıyor, dışarıda kısa bir gezinti olmadan rahat ve stressiz koşullar sağlanamıyor. Elle Taşıma Yönetmeliği’ne aykırı olarak puset taşınması, Diren Umut’un kucağa alınması vs. ciddi kas ve iskelet sistemi rahatsızlıklarına yol açıyor, açmaya da devam ediyor. İleri Haber’in Seçim Çilesi diye yazanlar, burada bir yazarlarının çilesini görmezden geliyor, onlar çile bülbülüm çileyi bilir, bir yazarlarının çilesine dönüp bakmazlar bile… Bunu da tarihe not edip geçiyorum…

Saat 11.00. Bilgisayar başındayım, oğlan uyumuş, kendimi tamamen yoğunlaştırıyor ve yazımı yaklaşık 35 dakikada yazıp bitiriyorum. 10 parmak F klavye bilmenin ve bunu öğrenmem için beni zorlayan siyasi iradenin alnından öpüyor ama parmaklarımdan dirseğime kadar giden ağrıya da engel olamıyorum. Kısa sürede, stres altında, ergonomik olmayan koşullarda yazınca Karpal Tünel Sendromu bir yazarı daha pençesi altına alıyor. Bu konuda bir girişim, risk değerlendirmesi, çalışanların koşullarını iyileştirme var mı? Hayır, kocaman bir hayır daha…

Evet kardeşler, yayın yönetmenimize gereken şikayetlerimizi kamuoyu önünde de yapmış olduk, artık kendisinden icraat bekliyoruz… İcraatı da geçtik, arada çalışanlarının sorunlarıyla ilgilensin, ne bileyim bir çay bir oralet ısmarlasın istiyoruz(!) (Burada yazar, nolur nolmaz yazılarına son verilmesin diye edebi bir şekilde zeytin dalı uzatma girişiminde bulunmaktadır).

Neyse, seçim günü… Bu seçimin fazlaca bir şeyleri değiştirmeyeceğini de biliyoruz. Bazı şeyler için belki başlangıç olacak belki umut belki umutsuzluk yayacak… Gerçek olan şu ki 8 Haziran itibariyle seçimi bir yana bırakıp her gün şantiyelerde, kamyon kasalarında, fabrika tezgahlarında, otoyollarda yaşamını yitiren onlarca yüzlerce işçi için mücadele edemez, işçi sağlığı ve iş güvenliği mücadelesini yalnızca işyerlerine gömersek, daha çok ama çok yazı konusu çıkacak bana. Çıkmasın, hiç ama hiç çıkmasın. Böyle güzel güzel yazalım, gülelim eğlenelim, ne dersiniz 8 Haziran’a hazır mıyız?

Kaynaklar(!)

Bu yazımda da kaynak vermezsem olmaz. Portal yazarlarımızdan Ali Mert’in oğlu doğduktan sonra yazdığı ve keyifle okuduğum Bababa Bebebe – Entelektüel Babanın El (Kol) Kitabı’nı mutlaka tavsiye ederim. Adam yazar sonuçta, benim gibi inşaatçı değil, bebekle olan mevzuları gayet güzel anlatıyor…