Bilanço

Birbirini izleyen seçim zaferleri, “sivil darbe ” tanımını hak eden operasyonlar zinciri, provokasyon mu, “Allah’ın lütfu” mu olduğu tartışmalı 15 Temmuz “darbe girişimi”, nihayet Afrin savaşı…Totaliter İslamcı tek adam devletine çıkan yolun önemli kilometre taşlarını kabaca böyle sıralayabiliriz.

AKP, 2002’de yüzde 34 oyla tek başına hükümet kurduğunda, bu partinin, 1923’te kurulan cumhuriyeti bu kadar kolay ve hızlı tasfiye edeceğini hemen hiç kimse öngörmüyordu. TSK, yargı, devlet bürokrasisi, üniversiteler başta olmak üzere “eski rejim”in erk odaklarının direneceği, Erdoğan’ın da Erbakan gibi siyaseten “halledileceği” bekleniyordu. Bu beklenti, zaman geçip Erdoğan iktidara yerleştikçe yeni ve sahte “umut” özneleri yaratan bir bilinç kapanına dönüştü. TSK, Avrupa Birliği, “emperyalist üst akıl”, liberal aydınlar, Gülen cemaati, Erdoğan’ı dizginleyecek, olmazsa düşürecek güç merkezleri olarak algılandı. “Açılım” ve “çözüm” manevraları, Kürt siyasal hareketinin AKP karşısında tutum belirlemekte bocalamasına yol açtı. 

AKP’nin sıradan bir düzen partisi ve hükümeti değil, devleti ve toplumu ideolojik siyasal amaçları doğrultusunda dönüştürmeye koyulmuş “asli kurucu iktidar” olduğu çok geç, atı alan Üsküdar’ı geçtikten sonra anlaşıldı.

Eski rejim güçleri direnemediler. Birçok neden sayılabilir. Belirleyici neden, 1923 cumhuriyetinin temel kurumlarının,  tepe noktası 12 Eylül olan uzun bir sürecin sonunda, topluma yabancılaşmış, yıpranmış, hatta çürümüş olmalarıydı.

“Yeni Türkiye” küresel sermayenin, ABD ve AB’nin desteğinde inşa edildi.  AKP, işçi sınıfına, emekçilere yönelik neoliberal uygulamalarla, yeni Osmanlıcılık söylem ve siyasetleriyle, ucuz emek ve “dışa açılma” özlemleri kabaran sermaye öbeklerinin tam desteğini aldı.

AKP,  Fethullahçılarla el ele, TSK’yı Ergenekon ve Balyoz davalarıyla çözdü ve dönüştürdü. Önce fiili, sonra yasal düzenlemelerle yargıyı ve üniversiteleri denetimine aldı; KCK yargılamalarıyla Kürt hareketinin legal hareket zeminini yok etti.

Bunları yaparken, seçtiği ana düşmana göre karşısındakileri bölmeyi, her yeni duruma uygun bir ittifak siyasetiyle destekçilerini çoğaltmayı başardı.

***

AKP’nin “yeni Türkiye” inşası itirazsız, muhalefetsiz bir ortamda seyretmedi. Başta komünistler ve solcular olmak üzere toplumun ilerici, seküler kesimleri başından itibaren tehlikeyi gördüler; seslerini, eylemlerini yükselttiler.

 2010 tekel direnişi, 2010 Anayasa referandumundaki etkili “hayır” bloku, Haziran 2013 Gezi isyanı, 7 Haziran 2015 seçimi ve 16 Nisan referandumunun “hayır” çoğunluğu, 12 Eylül 1980’den bu güne, 37 yıldır devlet eliyle yürütülen dinci gerici ideolojik bombardımana, devlet ve kamu gücünün İslamcı totaliter rejim kuruculuğu için seferber edilmesine rağmen bu toplumun gerici bir yığına dönüştürülemediğini gösterdi.

Ne var ki, kabaca toplumun yarısını oluşturan heterojen toplam, tek adam partisi (bir noktadan sonra devleti) karşısında, Erdoğan karşıtlığının ötesine geçen, pozitif bir seçenek, topluma heyecan veren bir siyasal dinamizm yaratamadı. Yaratamadığı için de etkili olamadı.

***

Farklı sınıf ve siyaset güçleri üzerinde etki ve basınç uygulayacak emekçi, sol, sosyalist bir odağın yokluğu toplumsal muhalefetin temel eksikliğidir.

12 Eylül’den  bu yana geçen 37 yıl, “demokrasi”, “kimlik” eksenli tekil ya da birleşik mücadele hedeflerinin beklenen sonuçları yaratmadığını gösteriyor.

Sorun, uygulanmasına geçilecek olan tek adam anayasasının püskürtülmesi olarak alındığında bile, bugünkü döngüden sınıf, emek ve toprak kardeşliğini yükseltmekten başka bir çıkış yolu görünmüyor.  

Evet, zarlar hileli. Silahlar eşit değil. Karşımızda gitmemek için Türkiye’yi ateşlere atmaktan çekinmeyecek bir iktidar var.

Madalyonun öteki yüzünde ise toplumun yarısının yalnız zorla sağlanması mümkün olmayan desteği var.  Bizler için negatiften bir güç kaynağı olan yüzde ellinin, Erdoğan için tek lider etrafında toplanmış pozitif bir güç kaynağı olduğunu unutmamak gerekiyor. Bunların içinde milyonlarca emekçi var.

Öyleyse, Türkiye’nin ilerici sol güçleri açısından, güncel ve dönemsel başarının anahtarı, emekçi damarının en azından bir bölümünü neoliberal-totaliter-İslamcı hegemonyadan kurtarmaktan başka bir şey olamaz. 

Bunun ise, sömürüye, her türlü toplumsal baskıya, adaletsizliğe karşı, eşitlik, özgürlük ve toprak kardeşliği için sosyalizm mücadelesini yükseltmekten, toplumsallaştırmaktan, reel politik bir güç, seçenek haline getirmekten başka bir yolu yoktur.