“Bağımsız Sosyalizm”

Türkiye sosyalist hareketi 1980’den bu yana yeterince güçlü ve etkili değil, bunu hepimiz biliyoruz.

Nicel göstergeler de herkesin malumu: Ana akım medya kimi özel durumlar hariç sosyalistlere yer vermiyor; seçimlere girildiğinde oy alınamıyor; mitinglerde yeterince kalabalık toplanamıyor; yayınlar fazla satmıyor, vesaire…

“Nicel göstergeler” dedik; “nitel” olanları yok mu?

Elbette var ve biraz düşünüldüğünde pek çok “nitel” gösterge bulunabilir. Bu göstergelerden bizce önem taşıyan birine kısaca değineceğiz. Şöyle: Kendini sosyalist olarak tanımlayanların, tam karşı tarafta yer alan birileri gene tam karşı tarafta olan başkalarına karşı laf ettiklerinde bunların bir kısmını doğru bulmaları, “oh” çekip rahatlamaları…

“Atma”, “Nerede nasıl oluyor, kim yapıyor?” diye hemen celallenmeyin…

Kürt hareketine çok mesafeli duran sosyalistler ara sıra “Yılmaz Özdil ne biçim giydirmiş ama…” demiyor mu?

Diğer tarafta bu kez Kemalizm’e, ulusalcılığa illet olanlar su katılmamış bir şeriatçının salvolarına “Bak, aslında şu dediği doğru…” sözde objektifliğiyle yaklaşmıyor mu?

Ergenekon-Balyoz hikâyesinin gündeme oturduğu dönemde ekranlarda Cemaatçilerle Kemalistler arasında gidilip gelinmedi mi?

Kimileri, salt HDP’ye oy verilmesini istediler diye birilerine “İşte gerçek aydın” selamı çakmıyor mu? Diğerleri, başka türlü pek beğenmeyecekleri kişiler HDP’ye kesinlikle oy verilmemesi gerektiğini söylediklerinde “Demek aydınımız henüz tükenmemiş” hazzı duymuyor mu?

Malum davalarda insanlar içeri alındıklarında “Oh canıma değsin” diyen solcular görmedik mi? Diğer tarafta, biraz dik durabilen paşalara “Helal olsun” denmedi mi?

Hepsi, bir tür “öğrenilmiş çaresizliğin” tezahürleridir…

***

Öğrettiler mi, yoksa biz kendimiz mi öğrendik?

Biraz yumurta-tavuk meselesine benzeyecek, ama soru şu: Sosyalizm henüz güçsüz olduğu için mi böyle yapılıyor, yoksa böyle yapıldığı için mi güçlenemiyor?

Bizce doğrusu ikincisidir; çünkü sosyalistlerin “Bak şu dedikleri doğru” dedikleri kişilerin temsil ettikleri siyasal çizgilerin hepsinin yerleşik, asli sahipleri vardır ve buralarda bir kenara ilişip öyle güçlenmenin hiçbir yolu yoktur.

Sosyalizm, bu ülkede nispeten güçlü olduğu dönemlerde ne Kemalizm kayığına binmiş ne de “İslamcı-Doğucu halk cephesi” tezlerine itibar etmiştir.

Bugün de kimsenin kayığına binilmeden, kimseye hak etmediği pirimi vermeden kendi konumunu güçlendirmeli, yoluna öyle devam etmelidir.

Daha önce de yazmıştık: Başkalarının didişmelerini kendi içimize taşımayalım; bırakalım onlar bizim söylediklerimizle ve yaptıklarımızla kendi aralarında didişsinler…

“Bağımsız Türkiye” tamam da, önce “Bağımsız Sosyalizm!”…