Atlar ve makinalar insandan değerlidir!

“İngiltere’de atlar vardiyanın sonuna geldiğinde, hemen sırtlarına bir battaniye örtülür, üzerleri bezle silinir, ayakları yıkanır, kapalı iyi durumda bir ahıra konur ve iyi durumda nemsiz samanlar verilir. Yıllar önce atların vardiya uzunlukları, ömürlerini kısalttığından dolayı azaltılmıştır”

“Makinalar dikkatlice boyanır, cilalanır, temizlenir ve parlatılır

Atlara ve makinalara verilen bu önem ile işçilere ve çalışma koşullarına verilen önemi birbirine taban tabana zıttır. Kok kömürü işinde çalışan işçiler bir insanın tahammül edemeyeceği kadar sıcak bir ortamda çalışmaktadır. Çalışma ortamlarında yalnızca yağmurdan koruyucu tepelerinde bir dam vardır, her taraf açıktır. Aşırı sıcak ortamda çalıştıktan sonra, hemen sundurmanın altında yer alan yataklarına kendilerini atarlar, burası buz gibidir, üstlerine basit bir paçavra alıp biraz dinlenirler, sonrasında yine ateşe kömür atmaya giderler. Ortamda nefes almak mümkün değildir, yerler o kadar sıcaktır ki biraz ince tabanlı bir ayakkabı ile dolaşsanız bile ayaklarınız yanar. Kısaca kok kömürü üreticileri, burada çalışanlardan insanın limitlerinin üzerinde bir performans isterler. 

“Sıkışık ortamlar İngiliz fabrikalarında oldukça yaygındır, işçiye ayrılan yer cimrilikle ölçülür; avlular ve merdivenler dardır; işçi makinaların ve tezgahların çevresinde yan yan gitmek zorundadır; bir fabrikayı ziyaret ettiğinizde fabrikayı yapanın o fabrikada zorunlu olarak bulunan işçiler için herhangi bir konforun sağlamadığını görmek kolaydır”

Bu satırları 1830’larda Londra’yı dolaşan Flora Tristan yazmaktadır. Flora Tristan’ın Londra Gezisi, 1840 isimli bu kitap, yalnızca fabrikalardaki koşulları değil, o yıllarda emekçilerin yaşam koşullarına ve Londra’daki genel yaşama emekçiler açısından bakan muhteşem bir gözlem kitabıdır. Bu kitapta fabrika koşullarına ayırdığı bölümlerde İngiliz işçi sınıfını gördükten sonra, köleliğin insanlık tarihinde en büyük kötülüklerden birisi olmadığı kanaatine varır; zira kapitalizmin yeni köleleri çok daha kötü durumdadır. Bir köle her halükarda ekmeğine sahip olur, hastalandığında tedavi edilir veya tedavi olması beklenir, bir ata nasıl yaklaşılıyorsa bir köleye de öyle yaklaşılır ve “değer” verilir! Ama bir işçi hastalandığı zaman işten atılabilir, sermayedarın işi yoğun olmazsa aç kalabilir, bir “kaza”da sakat kalırsa, Londra sokaklarında polisten saklanarak, hapse girme korkusuyla dilenmek zorunda kalacaktır. 

Tristan’ın muhteşem gözleyen ve çözümleyen gözleri yalnızca varolan görülen koşulların ötesinde, meslek hastalıklarına da yönelmiştir. İngiliz fabrikalarında öğütücü/taşlamacı olarak çalışan işçilerin otuzbeş yaştan sonrasını göremediklerini belirtir. Buradan yola çıkarak iş organizasyonuna dönük gerçekten muhteşem öngörülerini o yıllarda kaleme alır. Eğer taşlama/öğütme bir işçinin işinin yalnızca küçük bir bölümünü oluşturursa taşlanan/öğütülen taşlardan çıkan tozun daha az etkileyeceğini söyler bir işçiyi. İşin çeşitlendirilmesinin zorunlu olduğunu, tek düze tekrarlayan işlerin işçileri erittiğini söyler: 

“Eğer işçi farklı farklı işlerde çalışabilseydi, sürekli sürekle aynı hep aynı işi gün boyunca yapmak zorunda olmasaydı kendi anlamsızlığının/değersizliğinin ve zihninin sürekli durağanlığının altında ezilmeyecekti; güçlü alkollü içkiler onu monoton işin içine attığı uyuşukluktan kurtarmak için gerekli olmayacaktı ve sarhoşluk onun sefaletine son bir dokunuş haline gelmeyecekti”

“…makinalar ve uzmanlaşma (işin bölünmesi) ile, yalnızca motor (aktivite) gerekmektedir, akıl yürütme ve reflekse gerek kalmamıştır”

Zihni uyuşmuş, gözü sürekli yerde, tepkisiz, soğuk, hafifçe yan yan sinsice bakan İngiliz işçi sınıfının bireylerini görünce dehşete kapılmış, bunun bizzat çalışma koşullarıyla bağlantısını kurmuştur. 

 Öte yandan Komün’de öne çıkan kadınlardan Elizabeth Dmitrieff, yaklaşık 150 yıl önce inanılmaz bir sezgi ve sınıfsal bakış açısıyla monoton işin, işçi sınıfı açısından ne kadar büyük bir yıkım olduğunu anlatır ve “Tekrarlı el hareketlerinin beden ve akıl için öldürücü olmasına bağlı olarak her meslekte işin çeşitlendirilmesi“, “bedensel yorgunluğun kaçınılmaz olarak ahlaki yargı becerilerini yok etmesine bağlı olarak çalışma saatlerinin azaltılması” için özgür üretici kurulların oluşturulması ve bu kurulların karar alması önerisinde bulunur.

(Elizabeth Dimitrieff, Kadınlar Birliği (Union des Femmes) öncü kurucularındandı, Uluslar arası Emekçiler Birliği üyesi Elizabeth Dimitrieff aynı zamanda Karl Marx’ın yakın arkadaşı bir Rus radikali idi, Kadınlar Birliği Enternasyonelin Fransa şubesinin kadınlar kolu olarak çalışmış ve ulusal hükümetin çokça dikkatini çekmişti. )

Flora Tristan, aynı Friedrich Engels’in “İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu” kitabında yaptığı gibi, işyerlerindeki gözlemlerinden toplumsal değişime dönük  zorunluluk ve gelecek hayalini kitabında yansıtmaktadır, gerçekten sosyalizmin temel metinleri arasına girebilecek nitelik ve öngörüye, hayalgücüne sahiptir: 

“İlk bakışta insanın sanki bir makine gibi çalışmasının onu bu denli yok etmesini hissettiysem, sonrasında fark ettim ki, bilimsel keşiflerin sayesinde olacak muhteşem gelişmelerin bir gün kaba kuvveti ortadan kaldıracak, fiziksel emek daha az harcanacak ve insanoğlu kendi zihnini geliştirmek için daha fazla boş zamana sahip olacaktır. Ama bu büyük avantajların ete kemiğe bürünmesi için toplumsal bir devrim gereklidir.”

Tristan’ın gözüyle Türkiye işçi sınıfına baktığımızda da hem sınıfın durumu hem de önerdiği çözüm aynen güncelliğini korumaktadır…

Kaynaklar:

Gullickson G.L., Komün’ün Asi Kadınları, Sel Yayınları, Kasım 2015. Çeviren İlke Bereketli Zafeirakopoulos.

Tristan Flora, London Journal, 1840. A Survey of London Life in the 1830’s. George Prior Publishers, London, England. (İlk baskısı Fransızca olarak 1840 yılındadır).