"Strateji sorunu"

Solun bir “stratejisi” var mı yok mu?

Olabilir mi?

Olabilirse nasıl?

Bu sorular zaman zaman gündeme gelir. Ancak, havanda su dövmemek için önce strateji derken özel olarak neyi kastettiğimiz konusunda anlaşalım.

Bir kere, herhangi bir seçim ya da kampanya stratejisinden değil, bu ülkede sosyalist devrime ilişkin bir stratejiden söz ediyoruz. Yani öyle herhangi bir “ara aşamaya” değil düpedüz sosyalist iktidara işaret eden bir stratejiyi kastediyoruz. İkincisi, kimse “ama bizim sosyalist iktidar perspektifimiz var” demesin; “perspektif”, strateji değildir. Sonra, şu da var: Devrim stratejisi dendiğinde bundan anlaşılması gereken, görece uzun bir dönemi kapsayan, bu arada içinde kimi belirsizliklere de yer veren bir teori-pratik bütünlüğüdür.

Şimdi yeniden sorabiliriz:

Olabilir mi?

Olabilirse nasıl?

***

Strateji arayışı, en başta aşağıdaki üç temele oturmak zorundadır:

Bir: Teorik formasyonun, tarihsel deney birikiminin ve nihai hedefin birlikte oluşturduğu genel çerçeve.

İki: İçinde yaşadığımız dünyanın bugünkü durumu, bu dünyaya damgasını vuran genel eğilimler.

Üç: Ülkenin (Türkiye) verili durumu, mevcut düzenin güçlü ve zayıf yanları, temel çelişki dışında özel durumlara göre öne çıkabilen çelişkiler vb.

Bunların üçünde de söylenen sözler, yapılan önemli değerlendirmeler vardır.  O zaman, bunlar un, yağ ve şeker ise helvayı (strateji) karmanın sırası değil mi?

Bu kadar aceleci olmamak gerektiği kanısındayız.

Ya yukarıdakilerden birincisi birtakım yeniden düzenlemeleri gerektiriyorsa?

İkincisinde, dünyanın nereye gittiği/gidebileceği konusunda, 20. yüzyılın neredeyse tamamına damga vuran kalınca çizgiler bugün var mı?  Ya kalınca gibi görünen çizgiler bizi devrim şöyle dursun bir “savunma stratejisine” zorluyor gibi görünüyorsa?

Üçüncüsünde, bugün Türkiye’de bir sınıf hareketinden söz etmek mümkün mü?  Strateji geliştirme işi, sınıf hareketinden, onun varlığından ya da yokluğundan büsbütün bağımsız bir serbestlikler alanı mıdır?

***

Bütün bunlarla kuşkusuz “şimdilik strateji falan olmaz, otur oturduğun yerde” demek istemiyoruz. Amacımız, “strateji” kavramının taşıması gereken ağırlığın ya da doluluğun hakkını vermeyi engelleyen kimi boşluklara işaret etmek.

Gene de içinde bulunduğumuz ortamdan belirli stratejik ipuçları çıkarılması, strateji geliştirmeye yönelik birtakım temrinlere (alıştırmalara) girişilmesi mümkündür.

Deneyelim…

***

Bir: Türkiye’de özel uğraklar dışında en genel anlamda anti-emperyalizmin ve anti-emperyalist mücadelenin sol harekette ve onun kuracağı stratejilerde elbette önemli bir yeri olacaktır; ancak bir devrim stratejisinin ağırlık merkezinin anti-emperyalist mücadele olarak belirlenmesi mümkün görünmemektedir.  Anti-emperyalizmin, stratejideki asıl ağırlık merkezine yedirilmesi/içselleştirilmesi gerekecektir.

İki:   Gericiliğe (en başta dinci) karşı mücadele, yeni oluşumlar ve ortamlar için anahtar durumundadır, kabul; ancak bunu bir stratejinin (yazıda anlatmaya çalıştığımız anlamda bir stratejinin) belirleyici motifi olarak göremeyiz. “Aydınlanma devriminden” değil sosyalist devrimden ve bunun stratejisinden söz ediyoruz…

Üç:   Bu ülkedeki diğer emekçilerle Kürt emekçilerinin ortak mücadelesinin gerekliliği konusunda söylenmesi gereken ne varsa söylendi. Gerek Kürt özgürlük hareketinin siyasal önderliğinin gerekse Kürt emekçilerin bugünkü yönelimleri, sol harekete strateji bağlamında iki seçenek sunmaktadır: Ya “onların stratejisi bizim de stratejimizdir” denilip oraya gidilecek ya da strateji geliştirme çalışmalarına onlar için boş yer ayırarak (stratejide belirsizliklere de yer olur demiştik ya) devam edilecektir. İlki olamayacağına göre…

Dört:  Strateji bağlamında kilit nokta, ülkedeki emekçi sınıfın bugünkü durumudur. “Kilit nokta” vurgusu laf olsun diye yapılmamıştır.  Kapitalist üretim tarzının bugünkü örgütlenmesi, emekçi sınıfın bileşiminde önemli değişiklikleri beraberinde getirmiştir. Marx’a atıfta bulunursak “yedek işgücü ordusu” ya da “göreli fazla nüfus”, sermaye birikim süreçlerinin ötesinde toplumsal-siyasal planda da büyük önem kazanmıştır. Bu kesimin üst katmanları dünyada ve Türkiye’de ya otoriter, neo-faşist vb. rejimlerin kitle tabanını oluşturacak ya da aynı kesimin kaçınılmaz olarak barındıracağı “yıkıcı potansiyel” devrimci mecralara yönlendirilecektir.  

Bu durumda, devrim için de, onun öncesinde bir devrim stratejisinin geliştirilmesinde de, işçi sınıfının birliği ve bir sınıf hareketinin oluşması çok önemli bir boşluğun dolması anlamına gelecektir. Bu ülkede düzenli işi olan ücretliler arasında ve “yedek işgücü ordusu” içinde gençlerin ağırlığı bir avantajdır. Sınıf hareketine gelince: Önce bu olur, sonra toplumsal muhalefet genişleyip güçlenir diye bir kural yoktur;  stratejisiz, nihai hedefsiz, biraz amorf vb. özellikler taşısa bile, güçlenecek bir toplumsal muhalefetin sınıf hareketini de tetiklemesi mümkündür.

Çok uzattık, toparlayıp bitirelim:

Evet, strateji, ama çok aceleci olmayalım, “ben yaptım oldu” demeyelim; eğer makul bulunuyorsa burada anlatılanları tartışalım…

Elbette, ne olursa olsun, eylemi ve pratiği boş geçmeden…